Sahi, nedir bu egemenlik/otorite/hâkimiyet?
Sualin derinliklerine dalmadan önce lise seviyesinde bir bilgiyi birlikte hatırlayalım:
“Efendim egemenlik iki kategoride ele alınır: İç ve dış egemenlik. İç egemenlik halkın milli iradesidir. Ancak halkın tasvibiyle yönetim başta kalabilir. Dış egemenlik ise halkını temsil eden devletin tanınır olması halidir, uluslararası camiada meşru olarak o halkı temsil ediyor ve adına konuşuyor olmasıdır”
Pek güzel!
Lakin sorunlu. Hepimiz biliyoruz ki Mısır’da halkın oylarıyla gelen bir iktidar vardı. Bir omzu kalabalık ihtilal yaptı ve yönetimi devirdi. Halk meydanlara toplanıp darbeyi protesto edince omzu kalabalık ordusuna “ateş” emri verdi ve binlerce elleri çıplak/silahsız insanı katletti.
Yine ABD hür(!) basını vasıtasıyla kimyasal silaha sahip olduğu yalanını yayarak Irak’ı işgal etti. Oysa Irak o ana kadar uluslar arası topluluğun saygın bir üyesi idi. ABD önderliğindeki koalisyon güçlerinin Irak’ın maddi manevi zenginliklerini talan ettikten sonra yeni bir yönetim geldi.
Gelen bu yönetim de dış egemenliğe sahip saygın bir üye olarak dünyadaki yerine yerleştirildi.
Peki ya bizim başımızdan geçen ihtilal deneyimleri.
Omzu kalabalık Kenan Evren “bizim çocuklar” payesi ile şartların olgunlaştığına kanaat getirince, Kemalizm nutukları eşliğinde, vurdu milli iradenin tepesine.
Sonra ne oldu? Her zaman ki olan; Türkiye milletler arasındaki saygın konumuna kaldığı yerden başladı devam etmeye.
Pardon! Tabiî ki anayasa tanzim ederek! Darbeciler yazıp bir anayasa sundu toplumun beğenisine; yüzde doksan bilmem kaç küsur ile kabul edilince meşruluk kılıfına bürünüverdi. Nasıl bürünmesin ki o metin halkın kahir ekseriyeti tarafından kabul edilmemiş miydi?
28 Şubat döneminde tanklar vasıtasıyla balans ayarı yapan arsızları unutmak mümkün mü?
Anlaşılan o ki “şiddet” ile günümüzün “egemenlik” anlayışı arasında gözlerden kaçmayacak kadar bariz bir sebep-sonuç ilişkisi vardır. ABD uygulayınca doğal olarak zaten tartışmasız baştan meşrudur...
İç egemenlik söz konusu edilince kılıfı önceden hazır: Ulusal irade... Ulus-devletin çiğneye çiğneye eskitemediği dilinin pelesengi.
Yahut ulus-devletin terk edemediği tek metafiziği!
“İç egemenlik” varsayımı ontolojik izahını, üretilmiş ideolojik meşruluğundan devşiriyor. Toplumlar, iradelerini köleleştiren tiran misali kötücül bir güçten kurtulmak suretiyle egemenliklerine kavuşmuş, ulusal iradelerini ortaya koymuşlardır...
Modern, modern!
Yeri gelmişken değinmemek olmaz. Milli iradenin de üzerinde bir asli kurucu iktidar iradesi vardır. Buna kurucu mitte denilebilir. Bu asla hukuk ile kayıtlı ve sınırlı değildir.
Gel de Machiavelli’e rahmet okuma: İktidar sınırlandırılamaz bir güçtür. Mutlak erktir. Hukuk ise egemenin iradesinin topluma dayatılmasının bir aracıdır.
Rousseau, Sieyes ve Montequies’nün gevelediğini Machiavelli dobra dobra açıkça söylemiş.
Ya “Şiddetin Eleştirisi Üzerine” başlıklı yazısı ile yasa ve şiddet arasında bir değil tam iki bağ kuran Walter Benjamin; hukuku koyanın da koruyanın da “şiddet” olduğunu söylerken, kitabın tam ortasından konuşarak günümüz dünyasının acıklı fotoğrafını çekmiş.
Keza yine “otoritenin temelinin mistik olduğunu” söyleyen Derridayı anmayalım mı? Amerika’nın Bağımsızlık Bildirgesi’ni sorunsallaştırırken çok mu haksızdır? Toplum kayıtsız şartsız hâkimdir de temsilcileri vasıtasıyla bağımsızlığını ilan mı etmektedir? Yoksa toplumun böyle bir iradesi yoktur da onun adına hareket ettiğini söyleyenlerin toplum adına bir ilanı mı vardır?
Tıpkı “sizi karı-koca ilan ettim” diyen nikâh memurunun sözü gibi inşai önerme ile birileri Amerika’da Cumhuriyeti ve bağımsızlığı ilan mı etmiştir?
İşte Derrida o ilan anındaki “şimdi”yi mistik olarak niteler; “an”ın devamında süre gelen mistiğin hâkimiyetini de “imzanın hayaleti” olarak isimlendirir. Zira her değişim istemi kurucu imzanın direnci ile karşılaşacaktır.
Hay Allah, baştaki sorumuzu unuttuk değil mi?
Sahi, nedir bu egemenlik/otorite/hâkimiyet?
Kaynak: Milat Gazetesi