Tarih: 05.03.2020 00:45

Neden Suriye’yiz?

Facebook Twitter Linked-in

İktidarda otoriterlik karışık şahsileşme, hemen her tarihte, hemen her ülkede, liderin yalnızlaşması, yalnızlaştığı oranda kurumsal ve siyasal rasyonaliteden uzaklaşmasını beraberinde getirir.

Sadakat ve itaat arayışını her şeyin üzere koyan, gücü temsil eden kişinin iç dünyasına göndermeler yapan psikolojik politik durumlar üretir.

Türkiye’nin son dönemdeki hali de bir yönüyle böyle.

Görünen o ki, Gezi olaylarından itibaren, özellikle çözüm sürecinin bitmesiyle birlikte, siyasi iktidar, endişe, korku, tehdit ve meydan okumaya dayalı siyaset tarzına esir düştü. 15 Temmuz darbe girişimi, devlet mekanizmasının iflası da bu tarzı, bu psikolojik-politik tabloyu doğal olarak derinleştirdi. 

Gezi olaylarının, devlet-toplum ilişkilerinde, AK Parti’nin hükümet etme tarzında kritik bir kopuş anı oluşturduğu muhakkak. AK Parti içinde farklı seslerin elenmesi, tasfiyesi, siyasi kararların şahsileşmesi, güç tekelleşmesi, keyfileşme de o günlerde başladı. 

Erdoğan’ın, Gezi olayları sırasında, kendisine ‘ipleri biraz gevşetmesini ve daha kucaklayıcı olmasını’ söyleyen bir gruba ‘ne anlatıyorsunuz siz, ipleri gevşetirsek düşeriz, tersine germek lazım’ dediği söylenir. 

Erdoğan’ın bu çatışmacı ve kutuplaşmacı, o oranda da güvensizlik ve endişe algısına dayalı siyaset tarzının, bunu özetleyen ‘ipi gevşetirsek, kaybederiz’ düsturunun dünden bugüne sistematikleştiğini, devlete, hatta sivil alana sirayet ettiğini görüyoruz.

Güç yoğunlaşmasına dayanan siyasi bir mekanizmada, yalnızlaşan bir siyasi liderin millet ve toplumla, kendisinden hareketle özdeşlik kurması, siyasi varlığı ve statüsü gereği, devleti ve toplumu ikame ettiğini inanıyor olması, buna karşı çıkanları toplum dışı sayması, söz konusu psikolojik-politik durumun bir göstergesidir. Erdoğan dün, Suriye’deki Türk varlığı hakkında, bu tespiti doğrulayan sözler ediyordu: 

“Böyle dönemler gerçek dostların ve sinsi düşmanları görüldüğü dönemlerdir. Bu mücadele bizim şahsi tercihimizle değil, milletimizin topyekun iradesiyle gerçekleşmiştir.”

Bu mantığa göre, seçimleri kazanan kişi, bir sonraki seçimlere kadar milletin her anlamda kendisi oluyor. Şöyle de denebilir: Bu anlayışa göre Erdoğan’ın ruh hali, milletin ruh halini ikame ediyor ve her kesimi ve her yönüyle tam temsil ediyor, aracı kurum, katman, karar mekanizmaları, denge ve denetim sistemleri böylece devre dışı kalıyor.

Tarihte bu tablonun pek çok örneği vardır. Ancak kabul etmek gerekir ki, bu duyguyu, bu duygunun beslediği anlayışı topluma yaymak bir beceri ister. Erdoğan siyasi, ideolojik, kanuni denetim araçlarıyla, kendisine yakın basını ve milliyetçi duyguları bir araç olarak kullanarak bunu başarıyor. Sıcak çatışmalar, Batı-Türkiye gerilimi, gelen şehit haberleri de ona yakın bir duyarlılığı besliyor. 

Ne var ki, onun artı hanesine yazılan bu durum, ülkenin eksi hanesine yazılıyor. 

Rasyonaliteden uzaklaşıyor, yalnızlaşıyor, iktidarın koyduğu hedeflerden bile kopuyoruz. Ülkede siyaset, diyalog fikrinin yerini iyiden iyiye çatışma, meydan okuma duygusu alıyor. Otoriterlik, faydacılık iyice tabiileşiyor.

Şimdi soru şu: Suriye politikasındaki bu ısrarda, İdlib konusundaki tehlikeli meydan okumada, mültecileri, insanlar bir silahmış gibi bir tehdit unsuru olarak sınıra sürmede yukarıda altı çizilen algı ve tarzın, endişe ve şahsiliğin payı var mıdır?

Kuşkusuz evet...

Erdoğan’ın “Suriye’de ne işimiz var?” sorusuna verdiği yanıtı şuydu:

“Tarih boyunca hep işgallere, zulümlere maruz kalmış bu coğrafyada, mücadeleden bir an geri kaçarsak, bir an birliğimize beraberliğimize sahip çıkmazsak çok daha büyük bedeller ödeyeceğimizin bilinciyle hareket ediyoruz” (...)
“15 Temmuz’da Türkiye neden dışarı çıkmışsa, bugün de aynı sebeple Suriye’dedir.”

Bu mantıkla Gezi olayları karşısında aldığı tutumun mantığı arasında büyük benzerlikler var. 

Gerilen ipler, kuşku, daimi direnç ve savaş, tehdit ve tehlike mantığı, farklı tersinin düşüneni, beşinci kol hain ilan eden siyaset karşıtı bir dil...

Hayır, Erdoğan’ın mantığına katılmak mümkün değildir.

Sadece yöntem ve tarz değil, tercihler ve istikamet de tümüyle yanlıştır.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —