Para, satın alma gücünü ifade eden her türlü ödeme aracına verilen bir isim.
Dolayısıyla parayı sadece cebimizdeki madeni ve kağıt para olarak görmememiz gerekiyor.
Kredi kartı, banka kartı, çek gibi banka hesaplarımız karşılığı verilen enstrümanlar da para olarak kabul edilir.
Bir de kayda alamadığımız veya hesaplayamadığımız paralar da var: Cebimizde dolaşan döviz, altın ve şirketlerin borçlu oldukları şirketlere verdiği senetler gibi…
Biz tabii ki resmi rakamlar üzerinden hareket edeceğiz.
Eylül sonu itibariyle piyasada herkesin cebinde bulunan kağıt ve madeni paraların toplamı 141 milyar lira; geçen yıl kurların patladığı ve Merkez Bankası'nın piyasaya yüksek miktarda likidite aktardığı aynı dönemde de rakam 140 milyar lira imiş.
Bu dolaşımda bulunan rakamın üzerine; bankalardaki vadesiz TL ve Yabancı Para (YP) cinsinden vadesiz mevduatları da eklediğimizde bu yılın eylül sonu rakamı 655 milyar lira olmuş.
Geçen yılın aynı dönemine göre artış yüzde 17,22; kur artışından arındırdığımızda da yüzde 17,19…
M1 olarak tanımladığımız bu rakamın üzerine; TL ve YP cinsinden mevduatları da eklediğimizde 2,290 milyar TL’ye ulaşıyoruz.
M2 olarak tanımladığımız bu tutar geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 12,9 artmış; kur artışından arındırdığımızda artış yüzde 15,56 olmuş…
Biraz daha genişletelim.
Biz paramızı nakit ve/veya mevduatta değil repo, likit fon gibi hemen nakde çevrilebilecek enstrümanlarda da değerlendiriyoruz.
Bunları da yukarıda belirttiğimiz M2 rakamının üzerine eklediğimizde eylül sonu itibariyle 2,394 milyar TL’ye ulaşıyoruz. Buna da M3 diyoruz.
Bir önceki yıla göre artış yüzde 15,08; kur artışından arındırdığımızda da yüzde 18,20…
Diyeceğimiz şu: Türkiye’de hesaplanabilir rakamlara göre 2 trilyon 394 milyar TL var.
"Çok para var" diyebilirsiniz ama unutmayın bunların önemli bir bölümü bankaların verdiği kredilerle yaratılmış olan mevduatlar, yani bunların tamamı bizim tasarrufumuz (hemen kolayca harcayabileceğimiz paralar) değil…
Yeri gelmişken kredi tutarlarını da vereyim: Eylül sonu itibariyle bankaların kulandırdığı TL ve YP cinsinden kredilerin toplamı 2,411 milyar TL; geçen yıl aynı dönemde 2,451 milyar TL’ydi.
Dikkat edilirse kredi hacminde artış görünmüyor.
Geçen seneki rakamın kur artışı ile şiştiğini unutmayalım.
Özel bankalar kredi vermezken kamu bankaları kredi vermeye devam ediyor.
Dolayısıyla kredi hacminde çok büyük bir değişim yok.
Şimdi tekrar sorumuza gelelim: Neden piyasada likidite sıkıntısı yaşanıyor?
Bunu tek yanıtı yok. Birçok nedeni var…
Birincisi, Türkiye’de “resmi” para arzı (para miktarı) yeterli değil.
2.394 milyar TL’lik para arzı tutarını Türkiye’nin GSYİH’na oranladığımızda yüzde 54.
Yani ülke toplam hasılasının yüzde 54’ü kadar para var.
Bu OECD ülkeleri ile kıyaslandığında en düşük oran.
Çünkü Türkiye’de ekonomik faaliyetlerde para yerine takas ve/veya senet kullanılıyor.
Hatta çek vadesiz ödeme aracı olduğu halde bizde vadeli senet gibi kullanılıyor.
Türkiye’nin “motor” sektörü dediğimiz inşaat sektörüne bakalım:
Kat karşılığı arsa, kat karşılığı beton dökümü, kat karşılığı tesisat gibi takas ekonomisi çalışıyor. Bir türlü ekonomi parasallaşamıyor…
İkinci neden ise, kredilerin paylaşımı:
Türkiye’de toplam kredilerin yüzde 20’si tüketicilere, yüzde 25’I KOBİ’lere, yüzde 55’i ise büyük kurumsal firmalara kullandırılmış durumda.
Büyük kurumsal firmalara ve KOBİ’lere kullandırılan krediler yeniden faiz ödemesi ve/veya yeniden yapılandırmalar nedeniyle bankalara geri dönüyor. Yani piyasaya girmiyor.
Diğer taraftan büyük kurumsal firmalar birçok sektörde alt firmalara ödeme yapma konusunda istekli davranmadığı için de likidite piyasaya yayılmıyor.
Bankalar da başta KOBİ kredilerinin geri ödenmesinde yaşanan sorunlar nedeniyle kredi vermede isteksiz davranması.
Esasen, büyük kredi, piyasa için, düşük likidite; küçük kredi yüksek likidite demektir…
Üçüncü önemli sorun; geniş kesimlerin geleceğe güven konusunda yaşadığı belirsizlik, yüksek işsizlik ve yaşanan yüksek enflasyonla gelirlerde yaşanan erozyon.
Faiz oranları düşse bile zorunlu olanlar dışında harcama yapmaktan kaçınmaları.
Diğer taraftan ayrıntılı olarak irdelenmesi gereken yeni neslin tüketim alışkanlıklarının eski nesilllere kıyasla değişim göstermesi…
Saydığımız üç sorunu özetlersek; yüksek işsizlik oranı, satın alma gücündeki düşüş, gelecekle ilgili belirsizlik, güven eksikliği, kredilerin reel olarak gerilemesi, yaygın takas ve satıcı kredisinde kullanılan senet sistemi (kayıtdışı ekonomiyi de beliyor) ekonomide nakit sıkışıklığının temel nedenleri…
Ekonomideki likidite sıkışıklığının giderilmesinden sorumlu kurum Merkez Bankası.
Ancak saydığımız sorunların çözüm merkezi Merkez Bankası (MB) olamaz.
MB kısa vadeli olarak likidite sorununu çözmeye yardımcı olur.
Bunu da Açık Piyasa İşlemleri (APİ) ve zorunlu karşılık oranlarını kullanarak yapmaya çalışır.
Merkez Bankası geçen yılın Eylül’ünde APİ ile piyasaya 155 milyar lira aktarmış.
Bu yılın eylülünde rakam 45 milyar liranın altına gerilemiş.
Bunda; zorunlu karşılık oranlarının düşürülmesi, banka kârı ve yedek akçesinin Hazine’ye aktarılması gibi nedenler etkili oldu.
APİ’ye bakarak; “likidite sıkıntısı ortadan kalkmaya başlamış” diye analiz edebiliriz, ama bu maalesef yukarıda saydığımız sorunlar nedeniyle bir türlü piyasada hissedilmiyor.
Demek ki sorunu çözecek merci Merkez Bankası değil…
Örneğin, Vakıfbank’ın yeni “garantili çeki” gerek kayıtdışı ekonominin kayda alınması gerekse likidite açısından oldukça önemli bir uygulama.
Bu ve benzeri uygulamaları da gelecek yazıya bırakalım…