Neden alim yetiştiremiyoruz?

Prof.Dr. Mehmet Akif Koç: “Hoşunuza gidecek çok şey söylerim. Ama bizim bir işimize yaramaz o. O tür değerlendirmeler bizi bir yere vardırmıyor. Biz sahte bir tatmine ulaşıyoruz. Bizim işimiz şu: Neden din bu kadar güçlüyken, Müslümanlar bu halde?”

Neden alim yetiştiremiyoruz?

Din ve bilim üst başlığında, “İslam alemi neden ansiklopedik din alimi yetiştiremiyor?” konulu sohbet İktibas dergisinde geçtiğimiz Cumartesi günü Prof.Dr. Mehmet Akif Koç’un katılımı ile gerçekleştirildi.

Mustafa Bozacıoğlu’nun yaptığı kısa sunumun ardından sözlerine başlayan Mehmet Akif Koç, “Bugün İslam aleminde neden Ebu Hanife yetişmiyor, neden Buhari yetişmiyor, neden Sûddi yetişmiyor; Katade yetişmiyor?” sorularının çokça dile getirildiğini, kendilerine de bunun çok sık bir şekilde sorulduğunu belirtti.

İlk 3 asır itibariyle İslami ilimlerin aslında çok güzel bir başlangıç yaptığını, Hicri birinci asrın son çeyreğine gelindiğinde ise Kur’an’ı anlama sorunu baş gösterdiğini kaydeden Koç, bunun nedeninin ise vahiy ortamının doğrudan şahitleri olan sahabe neslinin hemen hemen ortadan kalkması olduğunu belirtti. Sahabenin, vahiy sürecinin şahitleri olarak Kur’an’ı anlamak gibi bir sorunu bulunmadığını vurgulayan Koç, daha sonra tefsir ilmine ihtiyaç duyulmaya başlandığını anlattı.

Prof.Dr. Mehmet Akif Koç’un konuşmasından geniş bir özet sunuyoruz:

Hicri ilk üç asırda ne zaman ne gerekmişse ulema onu görmüş ihtiyacı karşılama teşebbüsüne girişmişler. Mesela Hicri dördüncü asırda İbn-i Nedim’in fihristiyle karşılaşıyoruz, daha önce yok. Dört asır boyunca bütün alanlarda ilim kaleme alınmış, risaleler oluşturulmuş, şimdi ne yapılması lazım? Bir bibliyografya çalışması yapılması lazım, eserlerin isimlerinin kataloglanması lazım. İşte 370’lerde vefat eden İbn-i Nedim fihristinde bunu yapmış. Böyle bir başlangıç yaptık.

Rivayet geleneğine ilişkin benim bilebildiğim kadarıyla çağdaş dönemdeki en güzel çalışmalardan biri, Gregor Schoeler -Alman oryantalist-e aittir. Bizim isnad geleneğimiz için -çalışmasının sonunda-“inanılmaz bir şey bu” diyor. Yani “1000 sene önce bu tür bir referans gösterme tarzı başka bir millette yok” diyor.

Şimdi size sormak istiyorum; Neden bugün Ebu Hanife, Taberi, Buhari, vesaire yetiştiremiyoruz diyorlar. Ne dersiniz?

İlk dönemin daha faziletli olduğunu vesaire söyleyecek ve oradan hareket edecek zannedebilirsiniz beni. Ben soruyu formül haline getiriyorum: Ebu Hanife, Taberi, Buhari bugün niye yetişmiyor diyenler, aslında şahısları bir tarafa bırakırsak şunu demek istiyorlar: “Neden ansiklopedik alim yetiştiremiyoruz?” Yani her şeyi bilen, her şeyi ihata edebilen alim niye yetiştiremiyoruz demek istiyorlar. O zaman soruyu şöyle sorduğumuzda: Ebu Hanife, Buhari, Taberi, Müslim, Katade, Suddi, Mücahid, o dönemin bu ansiklopedik alimleri şimdi yaşasalardı bugün ansiklopedik alim olabilirler miydi? Olabilirler miydi sizce?  

Dinleyicilerden gelen “Aynı çabaları bugün de göstermiş olsalardı neden olmasınlar ki?” yanıtı üzerine şöyle Mehmet Akif Koç şöyle devam etti:

Şimdi şöyle bir şey var, bir şey söyleyeyim bakın: İlimler tarihi açısından Hazreti Adem’den 1980’e kadar insanlığın ürettiği bütün literatür, sadece dini literatür değil bütün literatür 1980’le 1995’in yarısı kadarmış. Hazreti Adem’den 1980’e kadar üretilen insanın ürettiği her şey yazı anlamında, 80’den 95’in yarısı kadarmış. 95’ten sonra mukayese dahi edilemiyormuş. İlimler tarihi uzmanının makalesinde görmüştüm ve beni çok şaşırtmıştı. Aslında İslam dünyası imkansızı talep ettiği için olmuyor. Bu gün ansiklopedik alim olunamaz.

Soruyu en güzel şekilde şöyle sormak lazım, aslında can alıcı soru bu: “Kendi döneminde gerekeni yapmış olan Taberi bugün yaşasa ne yapardı?” sorusunu sorduğumuz zaman belki bir adım ilerlemiş olacağız.

Bugün ansiklopedik alim olunamaz, onun için olmuyor. Bizim eksikliğimizden değil. Ebu Hanife de yaşasa olamazdı, çünkü insanlığın biriktirmiş olduğu bilgi, bakın ben tefsir alanında profesörüm, sadece tefsir alanında değil dikkat edin, tefsirin tarihi alanında bir senede yazılıp çizilenlere yetişemiyorum bütün dillerde. İhtisas dergilerine mesela girseniz şimdi, Harvard Üniversitesi ihtisas dergilerine, akşama kadar sadece isimlerine bakmanız gerekir. Hiç dergileri açmaya vaktiniz olmaz akşama kadar. Harvard Üniversitesi’nin kütüphanesinde 30 milyon kitaptan bahsediliyor, 30 milyon. Şamile programını kullanıyoruz biz bugünkü tezlerimizde, Program 6 milyon basılı yayın sayısı veriyor.

Buhari bugün yaşasaydı ne olurdu?

Size şunu yemin ederek söylüyorum: Buhari’ye ve Müslim’e, Taberi’ye, ilk üç asra 20 senemi verdim ben. Çok saygın insanlar, dönemlerinde ne yaptıklarını bilen, şuurlu insanlar. Şu anda burada anlatmaya vaktim olmaz ama ilmi seyahatlerini (rihle) bile çok sistemli gerçekleştiren insanlar bunlar. Buhari bugün ne yapardı ben size söyleyeyim:

Fuat Sezgin Hocayı biliyorsunuz değil mi? O bir örnek gösterdi. Ben 2001’lerde onunla tanıştım. Aşağı yukarı dünyaya bakışım, medeniyete bakışım, İslami ilimlere bakışım hocadan etkilenmiştir. Bir örnek gösterdi bana dedi ki, “Ben 40 senedir Frankfurt’ta yaşıyorum ama henüz daha Frankfurt’un hiçbir yerini bilmiyorum, vaktim olmadı” dedi. Peki, ne yaptı? 8-10 dilde çalışmalarını yaydı irili ufaklı ve oryantalistik literatür içerisinde, mesela skeptik oryantalistler var işte Andrew Rippin gibi, hocanın tam aleyhinde şeyler söyleyip Kur’an’a bile güvenilemeyeceğini söyleyen oryantalistler. Onlar bile makale yazarken hocayı dipnotla göstermek zorundalar. İşte başarı bu! Karşı tarafta bile olsa… üniversitelerde kitapları okutuluyor. Yani dünya çapında bir akademisyen olurdu Buhari bugün yaşasaydı.

Bizde olmayan bu şu anda. Neden? Bakın 100’e yakın ilahiyatımız var değil mi? Size şöyle bir tane örnek vereyim, bakın dünyadan ne kadar kopuk olduğumuza ve amacımızı tespit edemediğimiz için boşa kürek salladığımızın bir tane örneğini söyleyeyim. Mesela ben kendi dersimi Arapça ve İngilizce anlatırım, Almanca da kendi alanımda sözlükle okuduğumu anlarım. Şimdi bu Türkiye standartlarında size iyi geliyor değil mi? İyi geliyor.

Mesele, çalışma saati süresi değil

2009’da Roma’da Gregorian Üniversitesi’nde bir ay misafir profesör oldum. Gider gitmez hemen vasatın altına düştüm, çünkü en az dil bilen 5 dil biliyordu rahiplerin. Kendi yaşımda 10 dil bilen insan vardı cizvit rahip, İslamist, İslam uzmanı vesaire vesaire. Neden böyle oluyor?

Bakın mesele ortalama çalışma saati değil sadece. Bizim doğumuzdaki medreselerden bize gelen master öğrencileri var -yüksek lisans- ne yaptıklarını soruyorum. Çalışma sorunları yok, günde 10 saat çalışıyorlar. Bizim bugün yanıldığımız şey, bir şeye emek verirken harcadığınız saati yeterli görüyoruz. Halbuki şöyle düşünün: Mesela ben bu binanın arkasında anahtarımı kaybetsem, ölene kadar binanın önünde anahtarımı arasam, siz de beni ölene kadar seyretseniz, çalışıyor görürsünüz beni değil mi? Aslında çalışıyor muyum? Şunu demek istiyorum: İslam dünyasındaki İslami ilimlerle ilgilenenler önceliklerini doğru belirlemedikleri sürece isterlerse günde 10 saat çalışsınlar!

Medreseden gelen bizim talebelerimiz var, Arapça kitabını ezberliyor ama Arapça konuşamıyorlar. Bunu sen bir Batılıya anlatamazsın, yani bir adam 20 sene Arapçayla uğraşıp nasıl Arapça konuşamaz? Bu bir tez konusu olarak görünür bir Alman için, nasıl olur böyle bir şey? Çünkü bir senede konuşuyorlar, ben gözlerimle gördüm. Demek istediğim öz olarak -en sonunda söyleyeceğim şeyi en önce söylemek durumunda kalmış olacağım- bakın Fuat Hoca ne dedi biliyor musunuz çok haklı:“Taberi, Buhari, Ebu Hanife bizden farklıydı” dedi, “çok farklıydı”. Ama hangi alanlarda? Fedakarlık, çalışkanlık, para ve makam peşinde koşmamak, idealizm… çok farklıydı. Yani bakın bunlar her birimizin isterse edinebileceği şeyler.

“Bir milyon hadis” ifadesi yanlış anlaşılıyor

Ben, Merkez İmam Hatip mezunuyum, -bakın hocanın bu alimlik tasavvuruyla onu mukayese edin- mesela Hadis hocası İmam Hatip’te bana anlatırken, bir milyon hadisi ezbere bildiğinden bahsetti Buhari’nin. Bunu Buhari’yi övmek için yapıyor, iyi niyetle yapıyor ama ne yaptığının farkında değil. Fuat hocaya göre bu, bugünkü İslami ilimlerle iştigal edenler için yapılabilecek en büyük kötülük! Niye biliyor musunuz? Çünkü düşünün mesela, Merkez İmam Hatip’te okuyorum ve birisi bana böyle bir takdimde bulunuyor. Benim Buhari karşısında yapabileceğim bir tane şey var, elimi kolumu bağlayıp saygı duyarım sadece. Örnek alamam. İşte İslami ilimlerin geleceğini öldürüyorsunuz. Geçmişi övmek için geleceği öldürüyoruz. Bir de doğru değil! Hiç, bir milyona kadar saydın mı sen? Kimse saydı mı hiç, bir milyon? Öyle bir hadis sayısı yok ki. Tarihin hiçbir evresinde hadis sayısı 51 bin olmadı, 50 bini hiç geçmedi. Şuayb el-Arnavut benim bildiğim Arap dünyasındaki ciddi muhakkiklerin en önde gelenlerinden birisi. Rahmetli Ahmed bin Hanbel’in Müsned’i tahkik etti, YouTube’da sunumu var. Tarihin hiçbir evresinde hadis sayısı 51 bin olmadı diyor.

Peki, “Bir milyon hadis” ifadesi kitaplarımızda var, bu ne peki?

Ortaçağ’daki ulemanın bunu anlamakta bir sorunu yoktu. İnkıtaa olunca bunu literal anlıyor bugünkü vatandaş, hatta öğretim üyesi düzeyindeki insanlar. Size şöyle söyleyeyim mesela, Ebu Hanife Ramazan’da Kur’an’ı 60 kere hatmederdi. Kitaplarımızda var. Ne demek bu? Kur’an’ı biliyoruz, bizim bildiğimiz Kur’an’sa bu, matematik olarak tutmaz. Peki, Ortaçağ’daki insanlar nasıl anlıyordu bunu?

Bakın şöyle anlıyorlardı -biyografi kitaplarını doktora tezimde epeyce bir karıştırmış birisi olarak size söyleyeyim- Buhari döneminde, Hicri üçüncü asırda geniş bir ilmiye sınıfı vardı ve bunlar hadisle ilgilenmeye çok fazla hevesliydiler, bu yolda hayatlarını veriyorlardı, fedakarlardı. “Buhari daha fazla fedakârdı” demenin Ortaçağ’daki dille söylenişi “Bir milyon hadis ezbere biliyordu” demektir. “Ebu Hanife, Kur’an okumaya çok düşkündü, Ramazan’da daha çok okurdu” demenin Ortaçağ’daki stili “Ebu Hanife 60 hatim yapıyordu” demektir. Literal anlarsanız, o zaman birkaç türlü cehaletle boğuşmak durumunda kalacaksınız. Biri şu: “Hızlı Kur’an okuma” modern bir gelenek, hızlı Kur’an okuma modern bir şey kesinlikle. Hazreti Peygamber, döneminde -Buhari’de, Müslim’de var- 7 günde bir hatme izin veriyor en fazla, 6 değil. Üç kişiyi istisna ediyor sadece, evli olmayan falan falan, ama 7 günden daha aza müsaade etmiyor. Bir kere bu hızlı Kur’an okuma modern bir şey. Peki o zaman 60 hatim ne demek? Dikkat edin, 1 milyon, 100 bin, 40, 60 kesretten kinaye. Ortaçağ’daki ulema böyle anlıyordu zaten. Bu alimleri yanılmaz da anlamıyorlardı. Bu, çağdaş dönemde ortaya çıkan bir sorun. Eğer yanılmaz anlaşılsaydı ilk dönemdeki ulema, Ortaçağ’daki Sünni ulema da onların yanılmazlığını kabul etseydi, eleştirmezlerdi.

Katip Çelebi’nin derin öngörüsü

Ne oldu peki? İnkıta oldu. ‘Neden alim yetiştiremiyoruz’un ilk eleştirenlerinden bir tanesi Katip Çelebi’dir. Katip Çelebi çok büyük bir kafadır. Ve kendi döneminde medrese ulemasıyla sürekli takışmıştır. Cihannüma diye bir eseri var, medreseye eleştiride bulunuyor. Düşünün ki, yazdığı tarih 1650’ler. Cihannüma’da diyor ki, “Siz böyle devam ederseniz bir gün düşman Çanakkale boğazına gelecek” diyor kelimesi kelimesine. “Böyle devam ederseniz” dediği şey ne biliyor musunuz? Medrese ulemasına, fen bilimleriyle din bilimlerini ayırırsanız demek istiyor.

Ve yaklaşık 250 sene sonra Çanakkale boğazına düşman geldi. Bize ne olduysa son 400 senede oldu.

Yanlış anlamalar da, zihindeki bugün ne yapmamız gerekir, buna dair tasavvurumuzdaki karmaşa da. Bunların tamamı son 350-400 senedir dünyaya adapte olamamamız, hangi tarihte yaşadığımızın farkında olamamamız… Bugün Müslümanların pek çoğunun Ortaçağ’da yaşadığını düşünüyorum, yani ehl-i ilim düzeyinde de, halk düzeyinde de, üniversiteler düzeyinde de. Ben böyle söylüyorum ama ilahiyatçı hocalarımızın pek çoğuyla anlaşamıyoruz. Üstelik ben ehli-sünnetin savunucusu olarak biliniyorum. Doğru bu. Ehli-sünnetin bugünkü versiyonu böyle olmak zorundaydı, bu doğru. Çıkmış fırkalar içerisinde eleştirilmesi tabii ki mümkün ve gerekli ama en sağlıklısı ehl-i sünnettir. Rical açısından da, hadis tenkidi açısından da, ulema açısından da. Ama Sünnilik bilinmiyor ve tek kutuplu bir şey gibi zannediliyor. Ehl-i sünnet büyük bir şemsiye kavramdır. Yani Ebu Hanife’yi tekfir edenler de Sünni’ydi, Şafiler de Sünni. Bugün zihinlerimizi güncelleştirip ne yapmamız lazım? Bugünkü dünyada ilahiyat fakültelerinde ne yapmamız lazım? Bakın bunu yapmayınca ne oldu biliyor musunuz, kimse bununla hiç ilgilenmiyor. Şimdi yeryüzünde 1.8 milyar Müslüman var ama bu dinin ilk ansiklopedisini Müslümanlar yazamadı. Suudi Arabistan’da şu kadar eğitim yapılıyor, Ezher 1000 senelik, Osmanlı’dan tevarüs ettiğimiz bir geleneğimiz var değil mi? Doğu’da hala günde 10 saat çalışan insanlarımız var. Soru şu doğrusu: Peki, neden bizim dinimizin ansiklopedisini ilk defa biz yazamadık da oryantalistler yazdı?

Ebu Hanife bugün yaşasa Müslümanlığı bu duruma düşürür müydü?

İsam’ın hazırladığı İslam Ansiklopedi yeni bitti. Oryantalistlerin islam ansiklopedisi ise 1950’lerde Türkçe’ye çevrildi biliyorsunuz. Şimdi biz İslam dünyasını, kendimizi övebiliriz ama bunun bir karşılığı var mı? En mütedeyyin, en sofi çevrelerde bile, şu bilgisayar çıkana kadar Hazreti Peygamber’in hadislerini neyle buluyorduk biz? Hangi hadis hangi hangi hadis kitabında. Bunun yerini nasıl tespit ediyorduk? Concordance, Hollandalı oryantalistlerin üç nesil harcadıkları, 1940’la 1980 arası derledikleri eser. Doğru soru bu! Bunun utancını duymak yerine insanlar başka şeylerle uğraşıyorlar. Benim aklıma işte o örnek her zaman gelir, sen çok çalışıyor olabilirsin ama belki de boş bir şey için çalışıyor olabilirsin. Ne yapmamız lazım? Düşünün ki en dindar, en muhafazakâr çevreler bile bir hadisi bulurken, Müslüman olmayan, bazısı ateist olan oryantalistlere muhtaçtılar. Bunun utancını soru haline getirip bugün sormak gerek. Yani, Ebu Hanife bugün yaşasa ne yapardı? Müslümanlığı bu duruma düşürür müydü? Taberi düşürür müydü? Bu halde mi olurduk biz?

Bu işin teknik bir arka planı var, yani sürpriz değil. Neden dünya çapında araştırmacımız yok? Hukukta niye yoksa, tıpta niye yoksa ilahiyatta da onun için yok ve bu sürpriz değil, gerekli tedbirler alınmadığı için anlatabiliyor muyum?

Ansiklopedik olunamaz, ihtisaslaşma zorunlu

Bugün Taberi, Buhari, Ebu Hanife yaşasaydı yapacakları bir şey yok, dünya çapında akademisyen olmaya uğraşacaklardı, cevabı bu. Ansiklopedik alim olunamaz, ihtisaslaşma zorunlu. Neden üniversiteler çıktı dünyada? Ansiklopedik alim olunamayacağı için çıktı zaten, ihtisaslaşma çıktı. Neden? Çünkü insanın ürettiği bilgi kabardıkça artık insanın kabiliyeti o bilgilerin tamamını ihata edemez hale geldi. Batı bunu çok önce gördüğü için 500 yaşında üniversiteleri var. Ve hayatın her alanında… Şöyle bir şey söyleyeyim size: Fuat Sezgin Hoca her sene Ekim ayında Süleymaniye kütüphanesine geliyordu, ben de o zaman doktora tezi vesaire hazırlarken hocamın o tarihte geleceğini bildiğim için araştırma izni alıyordum,Süleymaniye, Beyazıt kütüphanelerinde çalışmak için. Bir gün Beyazıt’ta doçentlik tezimi hazırlıyorum. Salebi’nin El-Keşf ve’l-Beyan isimli eserini okuyorum el yazmasından. O gün, İstanbul’daki lise öğrencilerini gezdirmeye getirdiler Beyazıt kütüphanesine. Öğrencinin bir tanesi geldi, arkadan böyle uzun uzun bakıyor. “Bu okunabiliyor mu?” dedi bana, lise talebesi. “Bu okunabiliyor mu?” Ben garipsedim bunu. Öğlen de Hocayla gittik çay içiyoruz, hocaya bunu anlattım. Dedi ki “Üzüleceksin” dedi, “ben de üzüleceğim ama bir şey söyleyeyim” dedi. “Almanya’da hiçbir lise öğrencisi böyle bir soru sormaz” dedi. “Şunu bilir, herkes ilkokuldan itibaren hayatın hangi alanına ait olursa olsun, hangi ayrıntı, hangi zorlukta olursa olsun mutlaka bunun bir uzmanı vardır ve o onu halleder. Küçücük parçalara bölünmüştür bilimin her karesi.” Bakın görüyor musunuz, İstanbul’daki öğrencinin zihin dünyasına, bilim tasavvuruna veremediğimiz bir şey bu bizim. Çok saçma bir şey! Bunu insan yazdıysa bu okunabilir, yöntemi vardır. Ben yapamasam bile onun bir yöntemi vardır, bilimsel bir yöntemi vardır. Bunu idrak edebilmesi lazım lise öğrencisinin.

Madem ansiklopedik olunamıyor, öyleyse Batı makul olanı yaptı; bilimi mümkün olan en makul alanlara, ihtisaslara ayırdı. Sonra her bir ayrıntıda mümkün olan en derine inen insan yetiştirdi ve böylece bu hale geldi Batı. Yapılması gereken bu, başka bir şey değil. Ama böyle bakmadığınız zaman işte ne oluyor? Filanca cemaate sor, bugün alim niye olunamıyor? Diyor ki, insanlar çok hadis ezbere bilmediği için olmuyor, çok ayet vs. Öyle bir şey değil bu. Öyle olsa ne olacak ki? Öyle olsa bugüne cevap veremiyor ki, bugünün ihtiyaçları başka, araştırma alanları başka, değil mi?

Celal Şengör’ün sorusu

Şimdi şöyle bir soru sorayım, mesela Celal Şengör diyor ki, ben Kur’an’dan, birçok bilime ters ayet buluyorum, görüyorum. Ne cevap verirsiniz?

Hicri üçüncü asırda Cübbai, “Yeryüzünü sizin için döşek yaptık” (Bakara 22) ayetinden hareketle ne diyor? Bu ayetten hareketle, “Bakın şu ahmaklara dünyanın yuvarlak olduğunu söylüyorlar” diyor. “Hâlbuki Allah dünyayı döşeğe benzetiyor, siz yuvarlak döşek gördünüz mü?”

Şimdi bakın bunun cevabı ilk üç asırda var, ben neden orayı öne çıkarmaya çalışıyorum? İlk üç asırdaki ulemanın zihninde Kur’an basit, yerli yerinde. Size bir sürü ayet okuyabilirim, onların anlayışını atladığınız zaman ne kadar yanlış yapabileceğimize dair. Konu uzar da uzar onun için konuya girmiyorum. Mesela bir ayet söylerim, rivayet olmadan anlayamazsınız. Mesela, Cenab-ı Hak cehennemde azap çekecekler için bir bitkiden bahsediyor. Bitki cehennemde bitecek. Bitkiyi de neye benzetiyor? Onun meyveleri ‘şeytan başları’ gibidir, diyor. (Sâffat 65) Ne anladınız? Anlatın bana hadi. Şöyle bir şey olur mu mesela? Cehennem soyut, azap da soyut, bitki de soyut, meyvesi de soyut. Allah soyutu soyuta benzetir mi? Yani bilinmeyeni bilinmeyene benzeterek daha iyi anlatabilir misiniz? Mekke’de yetişen bir bitki var, ismi şeytan başı. Kur’an’daki şeytan figürüyle bunun bir alakası yok. Sahabenin bildiği çirkin görünüşlü bir bitki. O kadar biliyorlar ki soru bile sormuyorlar zaten, bildiği bir şeyi insan sorar mı. Ama bu rivayet olmadan bunu anlayamazsınız. Kur’an baştan sona cimrileri lanetliyor, getiriyor müsrifler için şeytanların kardeşleri diyor. Kur’an çoğu yerde kan içmeyi yasaklıyor. Niye? İnsanları serbest de bıraksan kan içmez ki zaten çoğu, iğrenç bir şey. Ama niye her sefer? Ya bu İsrailoğulları’nın inekle ne derdi var? Niye maymun değil? Niye Bakara? Hadi çöz Kur’an’dan hareketle. Onun için o kadar kolay değil. Bu, ilk dönemi kutsamak değil. Hermeneutik açıdan her metni doğrudan muhatabı en iyi anlar, her metni. Doğrudan ilk muhatap her metni en iyi anlar, metin ister dini ister gayri dini, çünkü dil değişkendir.

Hiçbir kimse Kur’an’ı Sahabe’den daha iyi anlayamaz. Onlar üstün olduğu için değil. İlk ve doğrudan muhatap oldukları için. O kadar iyi anladılar ki, tefsir rivayetlerinin yüzde ancak 16’sı sahabeye ulaşıyor. 56 bin rivayetin yüzde 16’sı. İbn-i Abbas’ı çıkardığın zaman yüzde 4’e ulaşıyor. Hazreti Peygamber’e hiç ulaşmıyor, yüzde bir. Tefsirle uğraşmıyorlar çünkü anlıyorlar. Tefsir ne zaman başlıyor, sahabeden sonra. Vahyin şahitleri ortadan kalkınca tefsir sorunu çıkıyor, anlama sorunu çıkıyor.

Devamı >>>