Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Necip Ağabeyin Ardından...

Necip Kibar, bir hukukçu dikkati ve bir Müslüman rikkatiyle "tevhid, adalet ve özgürlük" ifadelerini şiar haline getirerek, mücadeleyi bayraklaştıran mümtaz bir şahsiyetti. O sadece bir hukukçu değil, bir şahsiyet sahibi idi.

Necip Ağabeyin Ardından...

Sait Alioğlu Yazdı;

Necip ağabey, yani Av. Necip Kibar, uzun dönemdir yakalanmış olduğu hastalığın etkisiyle vefat etmiş bulunmaktadır.

Kendisiyle uzun bir dönem aynı İslamcı yapının çatısı altında bulunmuşluğumuz, aynı yapı içerisinde hak ve adalet talep edici bir tavırla, zalime ve zulme karşı mücadele vermişliğimiz söz konusu idi...

Gerçi, hep birlikte mücadele etmiş olsak da, Necip ağabey bizden -en azından benden- çok, çok öndeydi. Nasıl önde olmasın ki, o hem bir hukukçu idi, hem de hukukçuluğu ile Müslümanlığını bir araya getirmesi sonucu, öncü hukuk arayıcı bir pozisyonuna sahip olmuştu.

Meşum 28 Şubat'ın o karanlık döneminde, hem başörtüsü mücadelesi ve hem de, Müslümanlarla birlikte, bu ülke insanının büyük bölümünü ilgilendiren çeşitli zulüm ve yanlışların izalesine yönelik çabalarıyla, ağabeyimiz bir adım öne çıkıyordu.

Elbette, o bu mücadelede tek başına ve yalnız değildi, birçok hukukçu arkadaşıyla birlikte, İslamcı camiadan yüzlerce, onlarca, binlerce insanla birlikte, bazı sebeplerden dolayı geri planda kalan, ama gönlü verilmekte olan bu mücadeleden yana, yoğunluklu bir kitle de onunla beraberdi.

Necip Kibar, bir hukukçu dikkati ve bir Müslüman rikkatiyle "tevhid, adalet ve özgürlük" ifadelerini şiar  haline getirerek, mücadeleyi bayraklaştıran mümtaz bir şahsiyetti. O sadece bir avukat, hukukçu şahıs değil, kimlik, kişilik sahibi bir şahsiyetti.

 Necip ağabeyi 28 Şubat döneminde gerek meydanlarda(Beyazıt Meydanı) ve gerek zulmün icra edildiği mekânların önünde(üniversite) gerekse de mahkeme salonlarında büyük bir titizlikle hakkı müdafaa ettiği dönemlerde görmüştüm. Onu, aynı zamanda yaptığı mücadele ile ilgili olarak yapılan haber metinlerine yansıyan fotoğraflarından tanıyordum.

Daha sonra ise, onun, yönetim kurulu üyesi de olduğu ve ilgilenmesi 'gereken' birçok konu da dahil olmak üzere, 28 Şubat sürecine denk gelen başörtüsü mücadelesi ile birlikte eğitim safhasında yapıla gelen zulümlere karşı kurulan Özgür-Der(Özgür Düşünce ve Eğitim Hakları Derneği) çatısı altında uzun yıllar bulunduğumda Necip ağabeyi yakından tanıma imkânım ve fırsatım oldu.

Necip ağabey, zaman, zaman çalıştığım yayınevine gelir, ziyarette bulunur, çayımızı içerdi.

Onunla çeşitli konuları içeren birçok görüşmemiz, konuşmamız ve "abi-kardeş ilişkisi içerisinde" sohbetlerimizde olmuştu.

Çay derken, şunu da es geçmemeliyim; Bilirsiniz, tarlada, bahçede üretilip onu işleyecek ve halka sunacak olan devlete ait işletmeler, halktan aldığı bitkisel ürünlerden "en taze yerinde" bir miktar ürünü, o üreticilere usul gereği ikram ederdi. Ör. Şeker Pancarı vb.

Necip ağabeyde, Giresun Tirebolulu olduğu için, kendi çay bahçelerinde elde ettikleri yaş çayların -büyük bir bölümünü Çaykur'a satıyorlardı. İşte, o kurumda, adet olduğu üzere "usulen" onların bahçeden elde ettikleri çaylardan kutu, kutu onlara 'bila ücret" yani ücretsiz olarak, üreticilere ikramda bulunurlardı.

Necip ağabeyde, bu çaylardan birkaç kutuyu, her hasat dönemi sonrasında-belki de birçok kişiye ve yere verdiği gibi- yayınevine de getirirdi.

Hatırladığım kadarıyla çay paketlerinin üzerinde şöyle bir ifade bulunuyordu; "Tirebolu 'şu numaralı' çay"

Yani, bir nevi özel çay, çayın özeli, en güzel demlenen cinsinden...

Bu işin cömertlik ve ikram tarafıydı. Esas olan ise, onun mücadele azmi, kararlılığı, gözü pekliği ve hakkı haykırma düşünce, eylem ve mazlumlarla birlikteliğiydi.

Necip ağabeyle ilişkim, bunlarla birlikte, dönem, dönem yayınevinin çıkardığı kitaplarla birlikte, uzunca yıllar, hemen her ay, çıkardığımız -çoğu da abone usulü satılan- dergiden on, on beş  adedini, Aksaray'daki kendisine ait hukuk bürosuna götürmek ve o vesileyle de olsa, onunla bir miktar da dertleşmek, sohbet etmekle devam ediyordu.

Ağabeyimiz bir süre kendisine arız olan bir hastalıktan dolayı, birkaç ay hastanede kalmıştı. Daha sonra sağlığına kavuşarak aramıza katıldı.

Necip Kibar'la çoğu kez, birçok sosyal ve siyasal konularla birlikte, "Sizi kabilelere ayırdı ki, birbirinizi tanıyasınız" ilahi kelama uygunluk içerisinde, asla ve kella milliyetçilik gibi arızî ve yanlış şeylere sapmadan; kavim, etnisite, toplum, topluluk, kültürel değerler üzerinden sohbetlerimiz olurdu.

Hasbelkader Necip ağabeyde benim gibi köken olarak Türkistan üzerinden İran'a ve daha sonra ise -herkesin geliş sebebi birbirinden farkı olsa da- Anadolu'ya gelip yerleşmiştik.

Onlar ise aile ve kabile olarak Kuzey'e (Doğu Karadeniz; Giresun)yerleşmişlerdi.

Yanlış hatırlamıyorsam, Necip ağabeyin ifadesiyle, onların atalarına "Güvende Baba" diyorlarmış...

Giresun kırsalına yerleşmişler; orada yerleşim yeri olarak köyler kurmuşlar ve İslam' aidiyetlerinden dolayı, Güvende Baba’nın  öncülüğünde cami ve tekke inşa etmişler, Anadolu'ya gelen hemen her Müslüman toplulukların yaptığı gibi...

Necip ağabeyi, hem bu sohbetlerimiz, getirip bize hediye ettiği "Tirebolu çayı", mücadelesi ve vakarlı duruşuyla hatırlayacağım.

Rabbim, ona rahmet eylesin. Geride kalan ailesine, çocuklarına "torun/torunlarına, bağlı bulundu yapıya da sabırlar dilerim.

Umulur k, Necip ağabeyi anlatabilmiş oldum.

"O'dan geldik, yine O'na döneceğiz..."



Anahtar Kelimeler: Necip Ağabeyin Ardından...

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER