Necat Zanyar; Kürd Aklı’nın Yapısı ve Kürd–İslam Aklı

Kürdler açısından millet olmak, ortak bir tarih, kültür, dil ve coğrafyadan daha fazlasıdır.

Necat Zanyar; Kürd Aklı’nın Yapısı ve Kürd–İslam Aklı

Giriş

Kürdler açısından millet olmak, ortak bir tarih, kültür, dil ve coğrafyadan daha fazlasıdır. Binlerce yıllık tarihin oluşturduğu hafıza, bir arada tutan kültürel değerler, bir evin güven ve sıcaklığını hissettiren coğrafya faktörüne rağmen Kürdlük fiziki bir tanımdan çok, fikri bir bünye ve bütünlüğe işaret eder. Bu da bize Kürdlüğü oluşturan arkenin akıl olduğunu gösterir. Bu akıl, irade olarak ortaya çıkar ve günümüze kadar büyük bir kütle olarak varlığını devam ettiren Kürdlüğü sonuç verir. Ulus’u, tarihin derin karışıklıklarının sonucu doğan ruhani bir ilke ve aile olarak tanımlayan Renan’ın dediği gibi “İnsanda dilden daha üstün bir şey vardır: irade.”[1]

AV. NECAT ZANYAR

Kürdlük iradesi öylesine güçlüdür ki, devletsizliğe rağmen yüzyıllarca varlığını sürdürmeyi başarmıştır. Bu anlamda Kürdlüğün en güçlü öğesi olan Kürd dili ortadan kalksa bile, Kürd aklının ürünü olan iradenin varlığı, bu kimliği bundan sonra da devam ettirecektir.

Bir Kürd atasözünde ‘Her şêrek bi lepê xwe ye’[2] denilir. Bundan şunu da anlamak mümkündür: ‘Her miletek bi hişê xwe ye.’[3] “Dar li ser koka xwe şîn tê”[4] sözü de bu anlamı pekiştirir. Bugün gövdesi, gölgesi, dalları ve meyveleriyle Kürdlük ağacından bahsediliyorsa hiç şüphesiz bu, maddi bir bünyeyi ve bunu geleceğe taşıyan ortak ve özgün bir aklın varlığını göstermektedir.

Her toplumun kendisine has bir akıl yapısı vardır. Akıl için kullanılan kavramların anlam farklılığından da bunu anlamak mümkündür. İngilizce’de akıl (mind) için; hatırlama veya hatırlanma durumu, Fransızca’da akıl (esprit) için; ruh, hayati nefes, duyu, anlayış, İspanyolca’da Akıl (mente) için; zihin, niyet, düşünüş, idrak, irade; Arapça’da akıl (el-akl)  için menetmek, engellemek, alıkoymak, bağlamak; Almanca’da akıl (geist) için; zihin, düşünme yeteneği anlamlarına gelen sözcükler kullanılmaktadır.

Özgün ve ayırt edici yönleriyle Kürd Aklı’nın tespitine giriş niteliğinde olan bu yazı, arkeolojik bakımdan bu aklın izlerini sürüp ana hatlarını ortaya çıkaracak, ardından Kürd–İslam Aklı’nın Kürd Aklı içerisindeki yerini tespit edecektir.

Müslüman dünyada bir toplumun akıl yapısının tespitine ilişkin en kapsamlı çalışmayı Faslı felsefeci Abid el-Cabiri yapmıştır. Kürd Aklı’nın bir alt kümesi olarak Kürd–İslam Aklı’nın ortaya çıkarılma çabası, doğası gereği, Cabiri’nin ortaya koyduğu düşüncelerin de göz önünde bulundurulmasını gerektirmektedir.

“Arap Aklının Oluşumu”[5] adlı eserinde Cabiri, Newton fiziğinin yirminci yüzyıla kadarki felsefi okumaların temel direklerinden olduğunu; ancak Rölativite (İzafiyet) ve Kuantum (Nicelik) teorilerinin yanı sıra atom fiziğinin ortaya çıkmasıyla birçok okuma biçiminin yeniden gözden geçirilmesi zorunluluğu doğduğunu belirtir. Bunun sonucunda akla salt bir araç veya bir aktivite olarak yaklaşmayı esas alan bir teori gelişmiş, akıl artık bir ilkeler bütünü olmaktan çıkmış, belli ilkelere göre işleyebilme gücünü ifade eder hale gelmiştir. Bu nedenle sosyal hayat ve toplumlar tek türlü ve aynı tarzda olmadığı için, aklın kurallarının da tek ve ortak olmasının beklenemeyeceği sonucu ortaya çıkmıştır. Buna göre ilkel toplumların, tarım toplumlarının ve sanayi-ticaret toplumlarının her birisinin kendine göre bir mantığı olduğu gibi, özgün ve bağımlı olmayan her bir toplumun da farklı akıl yapılarına sahip olduklarını ileri sürmek mümkündür.

Kürd Aklı’nın Tanım ve Tespiti

Çağdaş akılcılığın teorik değil deneysel bir akılcılık olduğunu savunan Cabiri’ye göre; bir toplumun zihinsel aktivitelerinin ilişki kurduğu özgün niteliklere sahip bir obje varsa, farklı bir akıldan söz etmek mümkün olacaktır. İzady de “Etnik gruplar, çok oluşlarıyla değil, dilleri, dinleri ya da ırklarının kendilerine özgü ve birleştirici yapısı ile başka bir çoğunluktan ayrılır”[6] diyerek bu özgünlüğe dikkat çeker. Bu yazıda genel çerçevesi ortaya çıkarılan Kürd Aklı ve bu aklın bir alt kümesi olan Kürd–İslam Aklı’nın yapısına bakıldığında, bu akıl yapısının özgün niteliği çok net bir şekilde görülecektir.

Kürdler, akıl için “hiş” kelimesini kullanmaktadır. Bu sözcük Proto-Hind Avrupa ve Proto-Arya dil kökeninde kulak, duyma anlamına gelmektedir. Kürd kültürünün ağırlıklı olarak sözlü bir kültür olması, bunun yanında akletme için hiş kavramının kullanılması, Kürd Aklı’nın özgün bir yapıya sahip olduğuna işaret etmektedir. Bu kavramın Kur’an’la paralellik göstermesi de, Kürd–İslam Aklı’nın görme-şekil merkezli değil, duyma-anlam temelli bir akıl yapısı şeklinde geliştiğini ortaya koymaktadır.

Kur’an’da “Bilgi edinmeye yarayan güç” anlamında kullanılan akıl ve akletme için çoğu kez kulak ve işitme yetisi kullanılırken, bazen de kalp ve kulağın birlikte geçtiği görülmektedir.[7] Yine Kur’an’da onlarca yerde “Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir”[8] şeklindeki vurguyla da adeta aklın işitmeyle olan ilişkisine dikkat çekilmiştir.

Cabiri’ye göre Arapça’daki “Akıl” kelimesi epistemolojik yönle değil, salt ahlak ve değer boyutuyla ilgilidir. Arapça’da Akıl sözcüğünün masdar anlamının da “menetmek, engellemek, alıkoymak, bağlamak” anlamlarına geldiği göz önünde bulundurulduğunda, Kürd akıl yapısının epistemolojik yönünün ağır bastığı ve Arap akıl yapısının Kürd Akıl yapısından farklı olduğu daha da belirginleşecektir.

Kürdler’de Arapça Kur’an benzeri kutsal bir dil metninin bulunmayışı ve lehçe farklılıkları, dilin standardizasyonu bakımından dezavantaj olmakla birlikte, Kürd Aklı’nı donuk ve değişime kapalı bir akıl olmaktan da korumuştur. Bu sayede Kürd Aklı çok daha dinamik, özgür ve değişime açık bir akıl yapısına kavuşmuştur.

Kürd Aklı, referans çerçevesini Kürd kültürü içinde Kürdler’in oluşturduğu, bilgiye ulaşmada epistemolojik bir sistem olarak ortaya çıkan ilke ve kurallar bütününden almaktadır. Bu epistemolojik sistem, Kürd kültürünün bilinçdışı yapısı olup, bu kültüre mensup bireylerin varlığa, insana, tarihe, topluma ve siyasal gelişmelere bakışını belirleyen tasavvurdur. Bu tasavvur kendine özgü kavram ve zihinsel etkinliklerden oluşur. Bu kognitif bilinçdışı Kürd aklına sahip her bir Kürd’ün fikri ve ahlaki dünya görüşünü, kendisine ve ötekine yaklaşımlarını da belirler ve yönlendirir.

Kültürel ve genetik olarak tek bir halkın değil, tarih boyunca Kürdistan’a gelip yerleşen tüm halkların torunları olan Kürdler, Asur tabletlerinden de öğrenildiği kadarıyla en eski dönemlerden itibaren despotik bir yönetim anlayışını benimsememiştir. Milattan önce kendisini bir konseyle sınırlayan Mani Krallığından[9] son Kürd hanedanı olan Zend Hanedanı’nın 1750–1779 yılları arasında adaletiyle nam salan erdemli kurucusu Kerimxan Zendî’nin kendisini ‘Halkın vekili’[10] olarak isimlendirmesine kadar, Kürd Siyasal Aklı’nın temsiliyeti önemseyen bugünkü demokratik anlayışa paralel bir akıl yapısına sahip olduğu anlaşılmaktadır.

Kürd Aklı, Kürd halkının ve Kürdistan’ın tarihi, kültürel ve ekolojik doğasıyla uyumlu, Kürdler’in özgürleşmesini hedefleyen, Kürdistan’da yaşayan herkesin temel haklarını güvence altına alan, Kürd halkının güvenliğini temin eden, iç çekişme ve çatışmaları sonlandıran, Kürd halkının birlik ve dirliğini esas alan, Dicle ve Fırat nehirleri gibi cennetten akarcasına Kürdistan’ı bayındır hale getiren bir akıldır.

Kürd insanı, Kürd kültürü içinde akıl gözü açılmış, gelişmiş ve şekillenmiş olan ve başka kültürler olsa da temel referans çerçevesini bu kültürün oluşturduğu somut bireydir.

Tarih yolunda seyreden bir otomobilde bulunanların referans çerçevesi içerisinde bulundukları araçtır. Yolu, konakları, diğer araçları, tehlikeleri, avantajları, eşyayı ve tabiatı hep bu araca göre gözlemleyip nitelendirirler. Uzak veya yakın, hızlı veya yavaş, önde veya arkada olma nitelemeleri hep içerisinde bulunulan araca göre yapılır. Bu anlamda herkesin dış dünya ile ilişkisini belirleyen bir referans çerçevesi vardır. İnsan aklı bu referans çerçevesini meydana getiren farklı unsurlardan oluşur. Buna göre tavır geliştirir, tepki belirler. Her bireyi diğerlerinden ayıran bir referans çerçevesi bulunduğu gibi, her toplum ve kültürü de diğerlerinden ayıran bir referans çerçevesi vardır. Cabiri’ye göre; “Bu referans çerçevesi çeşitli kavram, düşünce aracı, dünya görüşü, estetik ve ahlaki değerler gibi olguların toplamından ibarettir.” İşte bu, o kültüre has akıldır.

Siyasi bakımdan da Kürd Aklı’nın en az bin yıldır tek bir kültür zamanına sahip olduğunu görmekteyiz. Xanî’nin dikkat çektiği Pers ve Türk denizleri arasında kalmış ve her ikisine karşı varlığını koruma güdüsüyle hareket eden bir akıl yapısıyla karşı karşıyayız. Bu akıl yapısının Siyasi-İdeolojik Zamanı bin yıldır bu şekilde süregelmiştir. Kürd Aklı içerisinde özgün bir yer edinen Kürd–İslam Aklı da, Caferi olan Pers ve Hanefi olan Türk kültürüne karşı Şafiilik zırhını giymiş ve kendisini bu kültürlerden ayrıştırmıştır. Selahaddin Eyyübi’nin Şafiilik politikası da bu siyasete binaen şekillenmiştir.

Kürd Aklı’nda belirgin bir kültürel eşzamansızlık sorunu yoktur. Kürd düşüncesinin kültürel devirleri arasında herhangi çakışma söz konusu olmadığı gibi, zaman-mekân bölünmesi de yaşanmamıştır. Bu nedenle Kürd Aklı’nın bünyesinde Kürd-İslam Aklı’nı da organize ederek bir bütün olarak geleceğe taşınması mümkündür.

Kürdler’in Müslümanlaşma Süreci ve Akıl Yapısına Etkisi

Kadim bir halk olan Kürdler’in köklü tarihlerinden tevarüs ettikleri kültür, Kürd–İslam Aklı’nı şekillendirdiği gibi, İslamiyet de Kürd kültürünün şekillenmesinde rol oynamıştır. Bu doğrultuda somut veriler ışığında izi sürülebilen yüzlerce yıllık Kürd tarihine bakıldığında Kürd Aklı’nın ve bir alt kümesi olan Kürd–İslam Aklı’nın ana hatlarının çok net bir şekilde tespit edilebildiği görülmektedir.

Kürdler, erken bir dönemde (7. Yüzyılda) peygamberin arkadaşlarından olan Ömer Bin Hattap’ın yöneticiliği döneminde Müslüman oldu. Müslümanlığın Kürdistan’a ulaşması askeri seferler ve savaşlarla gerçekleşti. Böylelikle başlarda aşağıdan yukarıya değil, yukarıdan aşağıya bir din tasarımı ortaya çıktı. Bu anlamda Müslümanlık tanımının şekillenmesinde Arap ordularının ve Arap kültürünün etkisi yüksek oldu. İslamiyet Kürdistan’a seyyahlar, tüccarlar ve tebliğciler eliyle gelmiş olsaydı durum çok farklı olabilirdi.

İslamiyet’in asker ve savaşlar yoluyla geldiği dönemde Kürdistan’ın geneline hükmeden bir Kürd devleti[11] yoktur. Bu nedenle Şehrezor gibi kimi yerlerde Kürd kuvvetleri ve Araplar arasında savaşlar yaşanmakla beraber, Kürdler yaygın şekilde Arap ordularıyla karşı karşıya gelmedi. Ancak savaşın Kürdistan coğrafyasında gerçekleşmesi ve o dönemdeki Sasani ve Bizans gibi egemen devletlerin ordularında Kürdler’in yer alması, ister istemez Kürdler’in de sancılı bir süreç sonunda İslamiyet’le tanıştığı gerçeğini karşımıza çıkarır.

Kürdistan’ın İslamlaşması birkaç yüz yıla yayılan bir süreçtir.[12] Bu İslamlaşma, dindarlaşma şeklinde değil, daha çok din olarak İslamiyet’in kabul edilmesi şeklinde gerçekleşmiştir. Nitekim Kürd topluluklarının genelinin kırsalda ve dağlık bölgelerde yaşamalarından kaynaklı olarak yirminci yüzyıla kadar da şehirli bir din yorumu ve yaşam tarzı gelişmemiş, kırsalda ise din daha çok sayılı bazı kabul ve ritüellerden ibaret kalmıştır. Bu nedenle Kürd toplumunun içlerine yolculuk eden bir kimse Kürdler’deki kadim inançların etkilerini bariz bir şekilde görebilir. Bunun en belirgin örneklerinden biri güneş metaforunun Kürd milli hafızasındaki yeri ve dildeki yaygınlığıdır.

Tarihsel süreç içerisinde Kürd toplumuna özgü, Kürd–İslam Aklı olarak nitelenebilecek bir akıl oluşmuş mudur? Bizim kanaatimize göre evet oluşmuştur. O halde bu aklı ortaya çıkarıp özgün niteliklerine bakabiliriz.

Özgün Özellikleriyle Kürd–İslam Akıl Yapısı

Karanlık olmadan ışık bilinemez. Her şeyin zıddı ve öteki’siyle bilindiği gerçeğinden yola çıkarak, Kürd Aklı’nın tespiti açısından öteki olarak en yakınında bulunan Arap–İslam Aklı ve Türk–İslam Aklı’nın tanımlanması kolaylaştırıcı olacaktır. Nitekim Cabiri de Arap–İslam Aklı’nın ortaya çıkarılması uğraşında Grek-Avrupa Aklı ile Arap Aklı’nı birbirinden ayrıştırmaya girişir. Cabiri, Grek-Avrupa Aklı’nın değişmez iki unsurunun akıl ile tabiat arasındaki mutabakat ve aklın kendisini tabiatta onunla ilişki kurarak keşfetmesi olduğunu söyler. Buna karşılık Arap Aklı’nda ilişkiler Allah, insan, tabiat şeklindeki üç kutup arasında meydana gelir. Grek-Avrupa Aklı’nda tanrı nasıl göreceli olarak ortada yok ise, Arap Aklı’nda da tabiat aynı oranda sahne dışında kalmıştır.

Kürd–İslam Aklı’nın tespiti ve tanımı için bu akıl yapısının Arap ve Türk gibi komşu milletlerin akıl yapılarından farklı olup olmadığının ortaya konulması gerekmektedir. “Türkler siyaset, Araplar ganimet, Kürdler İbadet” şeklinde darb-ı mesel olmuş bir sözde de atıfta bulunulduğu üzere, her üç Müslüman toplumun din anlayışını oluşturan akıl yapısının farklı olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle dine yükledikleri siyasi anlam bakımından Kürd, Arap ve Türk İslam akılları birbirinden tamamen farklılık göstermektedir. Kürdler açısından anlaşılan ilk çıkarım Kürdler’in dinle kurduğu ilişkinin ‘samimiyet’ temelli olmasıdır.

Cabiri’ye göre Arap–İslam Aklı bedevi kültürün yapıcısı olduğu, Halil Bin Ahmed gibi dilcilerin lafızdan anlama türetme mantığına bina ettiği bir akıl olduğundan şekilcidir. Yine beyani olan bu akıl yapısının objesi naslar ve nakil olduğundan ilerleme ve gelişme imkânından yoksundur. Dilsel ve dini naslarla çevrilmiştir. Bu nedenle hareket alanı kısıtlıdır ve donuktur. Sibeveyh’in el-Kitab’ından sonra nahivcilere, Halil b. Ahmed’in el-Ayn’ından sonra dilcilere, Şafii’nin er-Risale’sinden sonra usulcülere yapacak bir şey kalmamış olması ve bir dairenin içinde yüzyıllarca kendini tekrar etme geleneğinden öteye geçmemesi bu akıl yapısının doğal sonucudur. Arap İslam Aklı donuk, durağan, taklide dayalı, kendini zincire vurmuş bir akıldır.[13]

Arap–İslam siyasal aklı ise yukarıdaki darb-ı meselde anlatıldığı şekliyle ırk ve ganimet unsurlarından oluşur. Araplığı seçkin ve faziletli ırk, hedefini de zenginleşme olarak belirler. “Kabile devleti, her şeyden önce ganimete bağımlıydı”[14] diyen Cabiri de bu tespiti teyid eder. Bu akıl yapısı erken dönemden itibaren böyle şekillenmiş, Kürdistan’a Arap ordularının geldiği dönemde de ana faktörlerden biri bu olmuştur. Cabiri, bu durumu şu cümlelerle anlatmaktadır: “Ebubekir, doğu cephesinde genel komutanlığa Halid bin Velid’i getirdi, rakiplerine onun komutası altında çalışmayı emretti. Ganimet unsurunun, bu rekabetin arkasında yer aldığı gizli değildi. Bizzat Halid bin Velid de bu unsuru yakından biliyordu, bu durumu insanları Faris’e savaşa hazırlarken kullandı.”[15]

Siyasi bakımdan Türk–İslam Aklı ise, ırk ve devlet unsurlarından oluşan bir akıldır. Türk ırkını millet-i hâkime, Türk devletini tüm müslümanların sahip ve yöneticisi (güncel ifadesiyle ümmetin son kalesi) görmeye dayanır. Türk Müslümanlığının en temel kavram kodlarından olan ‘Türk–İslam Birliği’ ve ‘Her Müslüman Türk’tür’ anlayışı bu akıl yapısına işaret eder. Türk–İslam Aklı’nda İslam’ın işlevi Türk’ün egemenliğine olanak tanıması ve alan açmasıdır.

Hem Türk–İslam Aklı hem de Arap–İslam Aklı siyasi anlamda hedeflerine ümmet, cihat ve fetih kavramları yoluyla varmaya çalışır. Bu sözcükler adeta bu iki akıl yapısını Kürd–İslam Aklı’ndan ayıran şifreler mahiyetindedir.

Kürdler bu iki toplumla aynı dinden olmalarına rağmen, dine ilişkin akıl yapıları farklıdır. Bir olan güneşin farklı zeminlerde farklı yansımaları bulunduğu gibi, dinin de her toplumun realitesine göre bir yansıması vardır. Aynı obje farklı aynalarda farklı şekiller alır. Din de her Müslüman toplumda ayrı biçimlere sahip olmuştur.

Din, ruh gibi soyuttur. Birey ve toplumlarda vücut kazanır. Her bir birey ve topluma özgü bir görünüm arz eder. Benzerliklerin olması birey ve toplumlar bakımından farklılık ve özgünlük niteliklerini ortadan kaldırmaz.

İslamiyet, Hazreti Muhammed’te yani Arap bir bireyde vücut bulmuştur. Hazreti Muhammed, İslamiyet hakikatini soyu sopu, memleketi ve kavmi aidiyetleriyle kendine özgü şekilde yaşamış ve pratize etmiştir. İlk Müslüman cemaat de Kureyşli, Mekkeli, Medineli, Arap gibi nitelikleriyle bu dini yaşamıştır. Din hiçbir zaman insanların tabii aidiyet, biyolojik cinsiyet, milliyet gibi aidiyetlerini göz ardı etmemiş ve ortadan kaldırmamıştır. Bu anlamda tüm aidiyetlerinden sıyrılmış salt bir Müslüman iddiası hiçbir şekilde gerçekleri yansıtmamaktadır. Kendisi olamayan her Müslüman, başka vücuda öykünen ve özenen bir kişilik olmaktan kurtulamaz. Kürd olarak Müslüman olamayan biri Arap olarak, Türk olarak veya bunların bileşkesini temsil eden melez bir kimlik olarak Müslüman olacaktır. “Ben sadece müslümanım” cümlesi temelsiz, içi boş bir söz ve retorikten öteye geçmez.

Hazreti Peygamber, amcası Ebu Talib’e ölümünden az önce kendisinden yakınmak üzere gittiklerinde Kureyş önderlerine şunları söyledi: “Bir tek kelimeyi bana verin, Araplara onunla hâkim olursunuz. Acem de onu sizin lehinize kabul eder.”[16] Hazreti Muhammed’in davetinin ilk aşamalarından itibaren Araplar’ın birliğini hedeflediği, dünyayı Araplar ve ötekiler olarak gördüğü açıktır. Bu, onun Arapları üstün gördüğü anlamına değil, Araplar’ı merkez aldığı anlamına gelir ki, kendi gerçeğiyle en uyumlu olanı da budur. Bu durumda uyumsuz ve anlaşılmaz olan ve hakikate aykırılık oluşturan şey Arap olmayanların da Arapları merkez kabul ederek tutum ve tavır geliştirmesidir.

Her ne kadar İslamiyet’in çıkış yerinin Arabistan olması çoğu kez diğer milletlerin de Müslümanlaşmaya paralel olarak Araplaşması veya Türkler’in yöneticiliğinden kaynaklı olarak Müslümanlaşmanın yer yer Türkleşme şeklinde ortaya çıkması söz konusu ise de, bu durum eşyanın doğasına aykırıdır. Kürdler, İslamiyet’in kabulünden sonra Araplaşma ve bilahare Türkleşme’nin sirayetine rağmen kendi kalmayı ve kendine özgü bir Kürd–İslam Aklı inşa etmeyi başarmış bir milletir.

Kürd–İslam Aklı’nın ilk belirgin vasfı samimiyettir. Bu da Kürdler’in Ari bir kavim olarak aşkı yücelten kadim akıl yapısından kaynaklanmaktadır. “Biz ki Kürdüz, aldanırız fakat aldatmayız. Bir hayat için yalana tenezzül etmeyiz.”[17] vurgusu da Arap ve Türkler’e nispeten Kürdler’e özgü din anlayışından kaynaklanmaktadır. Bu durumun Kürdler için yumuşak karın ve Aşil topuğu olması, bu gerçeği değiştirmemektedir.

İslamiyet’in Kürdistan’a gelişinden sonraki iki yüz yıl suskunluk devridir. Bu dönemde adeta hiçbir kültürel üretim söz konusu değildir. 9. yüzyılda Kürd kültür dünyası canlanmış, 10. yüzyıldan itibaren de Kürdler’in kendilerine özgü medreseleri kurulmuştur. Kürd–İslam Aklı’nın ürünü olan Kürd mimarisi de 10. ve 11. yüzyıllardan itibaren, özellikle Mervani(990–1096) ve Şeddadi(951–1174) gibi Kürd devletleriyle gelişmeye başlamıştır. Kürd kültür ve siyaset dünyasının İslamiyet’in gelişinden 2 asır sonra canlanması, Arap ordularıyla meydana gelen yeni durum içerisinde bir uyarlama ve toparlanma evresi geçirdiğini göstermektedir. 13. yüzyıla gelindiğindeyse Eyyübiler (1171–1250) aracılığıyla Kürd–İslam Aklı’nın belirgin şekilde Kürd kimliğiyle öne çıktığına ve Müslüman dünyaya yayılma gösterdiğine tanıklık etmekteyiz.[18]

Kürdistan’ın dışına yayılan Kürd devletleri, Kürd–İslam Aklı’nın özgün yapısına uygun şekilde hiçbir zaman Müslümanlığı siyasal bir kisveye büründürmemiş, Araplar ve Türkler’deki gibi cihat, fetih gibi söylemlerle Müslüman olmayanlara düşmanlık yapmamışlardır. Tarihçi İzady’nin bu döneme ilişkin tespitleri hayli dikkat çekicidir: “Ortaçağdaki bu Kürt hanedanlıkları, kendi bölgelerindeki Hristiyan ve Yahudilere yönelik örnek tutumlarının da kanıtladığı üzere, olağandışı bir dinsel özgürlük düzeyi sergilemişlerdir. Şeddadiler’in de kendi bölgelerindeki Hristiyan Gürcülere ve Ermenilere yönelik benzer tutumları çağdaş Hristiyan kaynaklarında belirtilmektedir.”[19] Nitekim Haçlı seferleri sırasında bile Hristiyanlar tarafından Kürd sultanı Selahaddin Eyyübi’ye “Şövalyelerin Prensi” ünvanı verilmiş ve kendilerine yönelik tavırlarından ötürü Selahaddin Hristiyanların büyük ilgi ve övgüsüne muhatap olmuştur. Öyle ki Almanyalı Kaiser II. Wilhelm 1898 yılında Şam’ı ziyaret ettiğinde Selahaddin Eyyübi’nin yıkılmakta olan türbesini yeniden inşa ettirmiştir. Onlara göre “Selahaddin yeryüzünde bulunabilecek en iyi soylu düşman örneğiydi.”

Kürdistan’da din adeta tasavvufla özdeştir.[20] Bu da İslamiyet’in Kürdler arasında politik ve ideolojik bir kabulle değil zamanın doğal akışı içerisinde yer edindiğini göstermektedir. Kürdler arasında mistik-sufi Müslümanlıkla, Yezdanilik, Alevilik, Yaresanilik ve Yezidilik’in birbirine çok benzemesi, hatta kimi formlarda birbirinden ayırd edilemez bir nitelik kazanması bundan kaynaklanmaktadır. Bu nedenle Kürd–İslam Aklı’nın en belirgin vasfı ideolojik değil, mistik oluşudur. Hallac-ı Mansur (858–922), Aynülkudat Hemedani (1098–1131) ve Sühreverdi (1145–1234) gibi tüm Müslümanlar arasında büyük şöhret bulan Kürdler’in sufi olması tesadüfî değildir. Bu kişiler, Arap ve Türk İslam anlayışıyla çelişen, ancak kadim Kürd inanışlarıyla örtüşen mistik düşüncelerin (evrensel ruh, güneş, ışık, aydınlanma) temsilcileri olmuşlardır. Daha sonraları Kürdler arasında Muhammed Nurbahş (1393–1464) ve Abdülkadir Geylani (1077–1165) gibi şahsiyetlerin öncülük ettiği Nurbahşilik (Işık bahşeden) ve Kadirilik gibi tarikatlar hayli yaygınlık kazanmıştır. 19. yüzyıldan itibaren de Mevlana Halid’in (1779–1827) önceki tarikatları harmanladığı, Halidilik olarak bilinen Kürd–İslam Aklı’na paralel bir sufi gelenek yaygınlaşmıştır. Tüm bu mistik akımların en belirgin özelliği Kürdler’in geleneksel inanışlarıyla gösterdikleri uyum ve doğası içerisinde Kürd toplumunun kadim ve güncel realitesine göre şekillenen bir Müslümanlık anlayışıdır.

Toplum, bilgi ve irfan düzleminde Kürd–İslam aklının izini sürdüğümüzde de her alanda Kürdler’e özgü Müslüman bir akılla karşılaşmaktayız. Bu kapsamda 12. yüzyılda yaşamış olan Cizreli İsmail Cezeri’nin (1136–1206) yapmış olduğu makineler ve bu makinelerdeki sembolizasyon belirgin bir şekilde Kürd–İslam Aklı’na özgüdür. Cezeri, Arap ve Türk İslam Aklı’nda rastlanmadık şekilde, heykeller ve insan tasvirleri yapmıştır. İnsan tasvirlerinin yanı sıra Êzidilik’in temel sembollerinden biri olan tavus simgesini sıkça kullanmıştır. Bir makinesinde ise Hristyan bir rahip sembolize edilmiştir. Bu yönüyle Kürd–İslam Aklı’nın şekilsel bir taassup taşımadığı anlaşılmaktadır.

Şekilsel bir din anlayışına işaret eden ve Araplar ile Türkler’de görülen hafızlık adeti de Kürdler arasında öteden beri yaygınlaşmamıştır. Evliya Çelebi 1630–1681 tarihleri arasında yazdığı Seyahatnamesi’nde “Kürtler ‘Hıfz ilmine çalışan fazıl olamaz’ diye hıfz ilmine fazla eğilmezler… Amma Kürdistan olmağile Arabistan gibi Hafız-ı Kuran’ı çok değildir.” diyerek Kürdler’de hafızlığın bulunmayışını Kürdistan’ın Arabistan’dan ayrılan bir özelliği olarak kayıt altına almıştır.

Yine Kürd–İslam Aklı gösterişten uzaktır. Araplar ve Türkler gibi şaşaalı din sarıkları, gösterişli cami ve minareleri yoktur.[21] Kürdistan’daki minarelerin boyu 3-4 metreyi geçmez ve mütevazıdır. Kürd âlimleri başlarına halkın klasik serpuşlarını sarar. Kendilerini halktan farklı bir yerde konumlandırmazlar.

Kürd erkeklerinin giyim kuşamı Kürd–İslam Aklı’na özgüdür. Arapların entari ve sarıkları, Araplaşmanın yaşandığı diğer Müslüman milletler arasında yaygın giyim tarzı olarak taklid edilmesine rağmen, Kürdler yüzyıllar boyunca geleneksel kıyafetleri olan şal-şapık giymiş, kendilerine özgü serpuşları ile başlarını örtmüşlerdir.

Kürd–İslam Aklı’nın izine rastlayabileceğimiz bir diğer örnek de Kürd kadınlarının peçe takmaması, çarşafa bürünmemesi, haremlik-selamlık uygulamasının olmayışıdır. 19. yüzyılda Kürd adet ve geleneklerine ilişkin bir kitap yazan Mela Mahmud Bazidi (1797–1863) Kürd kadınlarının erkeklerden saklanmadığını, yabancı bir misafiri tek başlarına ev ve çadırlarında ağırlayabildiklerini anlatmıştır. 1923 yılında Kürdler’in toplumsal karakteri üzerine gözlemlerini yazan Britanyalı Kürdolog G. R. Driver, hemen hemen tüm aşiretlerde Kürd kadınlarının çarşafsız dolaştıklarını, büyük bir özgürlüğe sahip olduklarını, kendilerini saklamak için en küçük bir çaba göstermediklerini, evlerinde erkek hizmetçi bile çalıştırdıklarını, yaşam birliğinde ikincil bir rol oynamadıklarını, evin direği olarak görüldüklerini, Türk kadınının köleninkine benzer konumu ile kıyaslandığında, Kürd kadınlarının kocalarından eşit muamele gördüklerini belirtmektedir.

Kürd–İslam Aklı, Arap ve Türkler’in İslam aklından farklı olarak sosyal ve siyasi konularda da kadına görünür bir yer vermiştir. Yunan-Romalı tarihçi Plutarch M.Ö 1. Yüzyılda Roma işgali karşısında kuzey Kürdistan halkının var gücüyle topraklarını savunduğunu, savaşçılar içinde amazon kadınlarının bulunduğunu kayıt altına almıştır. 18. Yüzyılda Zend Hanedanı döneminde bile Kürd kadınları askeri seferlere katılmış, Kerimxan’ın gelini onunla Afgan güçlerine karşı savaşmıştır.[22] Kürd kadınları sadece savaşlarda değil, diplomatik görüşmelerde de erkeklere eşlik etmişlerdir. Nitekim Plutarch Kürd Pontus Kralı Mithridates’e geleneksel Kürd giysileri içerisinde refakat eden bir kadının olduğunu anlatmıştır. Kürd Deylemi Hanedanlığı’nı da 1029 yılına kadar Seyida Mama Hatun adlı bir kadının yönettiği görülmektedir. İlk kadın haham da 17. yüzyıldaki Asenath Barzani’dir.

Kürd kadınlarının Kürd Aklı’nın doğal bir sonucu olarak yöneticilik yapması yakın zamana kadar devam etmiştir. Bu kapsamda Pizdarlı Mama Pura Halime, Şiwanlı Mama Kara Nergiz, Milanlı Mama Perşeng adlı kadınlar Osmanlı yönetimine karşı durmuş, 1916 yılında Ruslar Nehri dolaylarına vardıklarında Şeyh Muhammed Sadık’ın hanımı Mama Meryem ile karşı karşıya gelmişlerdir. Yine 1920’lerde Herkiler’in, 1924 yılına kadar da Caf Aşireti’nin (Adile Hanım) başında Kürd kadınları bulunmaktaydı.

Kadının ikinci sınıf olarak görülmesi, sınırlandırılması ve görünmez hale getirilmesi Kürd Aklı’na ve bu aklın bir alt kümesi olan Kürd–İslam Aklı’na ait bir uygulama değildir. İzady’nin bu konudaki gözlemi hayli dikkat çekicidir: “Bir ironi olarak, son on yıllarda, birçok Kürt erkeği daha baskın etnik komşularının değerlerini modernizasyon adına almaya çalışmakta olup kadının özgürlüğünü evde ve toplumda sınırlama girişiminde bulunmaktadır. Kadınlar kasaba ve şehirlerde daha sık olarak çarşaf giymeye zorlanmaktadırlar. Bunlar hakim devletler kültürünü en fazla özümsemiş kesimi oluşturur.”[23]  

Kürd–İslam Aklı’nın izlerine rastladığımız bir diğer alan da dinin dilidir. Kürdler’de Müslümanlığın dili Kürdçe’dir. Tarih boyunca Kürdler’de hafızlık (Arapça Kur’an metni ezberi) türü uygulamalar yaygınlık kazanmamış, Kürdler Müslümanlığı Kürdçe yaşamışlardır. Bu kapsamda dinin en temel kavramlarının da Kürdçe karşılıklarıyla Kürdler arasında kullanıldığı görülmektedir. Kürdler Allah yerine Xwedê, Resul-Nebi yerine Pêxember, Melek yerine Ferîşte, Vahy yerine Peyxam, Mescit-Cami yerine Mızgeft, Halketme-Yaratma yerine Afırandın, Şerik yerine Hevrê diyerek dinin en temel kavramlarının tamamını Kürdçe’ye özgü sözcüklerle karşılamışlardır. 16. Yüzyılda akide kitabı yazan Kürd bilgesi Şeyh Ahmed-i Xanî Allah’ın 7 sıfatını Xweşî (Tekvin), Şîn (Kudret), Zanîn (ilim), Vîn (irade), Kelam (konuşma), Bihîstin (Semi), Dîtin (Basar) olarak Kürdçe ifade etmiştir. Dinin dile uyarlanması Türkler ve Farslar’da Kürdler’inki kadar güçlü ve yaygın değildir. Bu bile Kürd–İslam Aklı’nın özgünlüğünü ve güçlü bir şekilde kendisini hissettiren varlığını ortaya koymaktadır.

Müslümanlık döneminde Kürd Aklı’nın sistematize ve temellendirmesinde Melayê Cizîrî (1570–1640) aşk merkezli varlık okumasını, Feqîyê Teyran (1561–1660) evren ve doğa ile kurulan ilişki biçimini, Ehmedê Xanî (1651–1709) toplum yapısını ve siyasal vizyonu, Ahmed Dineveri[24] ve Şerefhan Bidlisî (1543–1603) tarih anlayışını, Elîyê Teremaxî (1591–1653) Kürdçe dil yapısını ve gramerini, Said-i Kürdi (1877–1960) barışçıl din yorumunu temellendiren kişiler olarak Kürdlüğün bilinçdışı sahnesindeki yerlerini almışlardır. Sonraki dönemlerde Şeyh Ubeydullah Nehrî, Mir Muhammed, Mir Bedirxan, Şeyh Abdusselam Barzanî, Şeyh Mahmud Berzenci, Seyyid Abdülkadir, Şeyh Said Palevi, Cibranlı Halid, İhsan Nuri Paşa, Qazî Muhammed ve Mustafa Barzani gibi siyasal öncüler de bu aklın pratizesinde rol almışlardır.

Kürd–İslam Aklı’nın İki Teorisyeni

Kürd–İslam Aklı’nın en belirgin iki teorisyeni Ehmedê Xanî ve Said-i Kürdi’dir. Xanî, Kürd tarihinin bilinen ilk toplum ve siyaset tasavvuru olan Mem û Zîn adlı kitabı yazmış ve Kürd Aklı’nı ortaya çıkaran ilk kişi olmuştur. Xanî’ye göre Kürdler’i cihana tanıtıp kabul ettirecek bir yöneticinin çıkmasıyla, Kürdler’in sanat kılıcı ortaya serilecek ve Kürd bilgeliğinin kıymeti bilinecektir. Xanî’nin akide, sözlük gibi temel eserleri çocuklar için yazmış olması da Kürd Aklı’nı çekirdekten çınara inşa etmeyi düşündüğünü göstermektedir.

Kürd–İslam Aklı’nın öne çıkan ikinci teorisyeni, henüz hayatta iken ‘Ehmedê Xanî’nin feyzine mazhar’ olduğu söylenen Said-i Kürdi’dir. Said-i Kürdi, yazdığı eserlerde Kürdler’in ‘binler seneden beri milliyetini ve dilini unutmayan’[25] bir millet olduğunu vurgulamış, İslam öncesi döneme atıfta bulunmakla Kürd Aklı’nda sürekliliği sağlamış, Kürd Aklı’nın köksüzleşmesine ve bölünmesine itibarlı Müslüman bir bilge olarak olanak tanımamış, Kürd Aklı’nda ‘kültürel zamanların çakışması’na imkân vermemiştir.

Said-i Kürdi, Kürdler’in Reçetesi (Münazarat) adlı kitabında bugünkü Kürdler’i geçmiş ve gelecekleriyle yüzleşmeye ve bütünleşmeye çağırmakta, Kürd Aklı’nın sürekliliği ve bütünlüğünü bir buluşma (miting) metaforuyla anlatmaktadır. Kürdi, bu buluşmada Kürdler’in bin sene önceki atalarını ve iki yüzyıl sonraki çocuklarını bugünkü Kürdler’le buluşturur ve bir muhasebe yaptırır. Kendisi, şöyle demektedir:

Ey Kürdler! Acaba şimdi bir miting yapsam, sizin bin sene önceki pirlerinizi ve iki asır sonraki evlatlarınızı bu asrın meclisine çağırsam, sağ tarafta saf tutan eski pirleriniz demeyecekler mi, “Hey mirasyedi yaramaz çocuklar! Hayatımızın ürünü siz misiniz? Yazık! Doğru sonuç vermeyen bir kıyas oldunuz, bizi kısır bıraktınız.”

Ve sol tarafta duran ve gelecek ülkesinden gelen çocuklarınız, sağdaki pirlerinizi onaylayıp demeyecekler mi “Ey tembel pederlerimiz! Hayatımızın küçük ve büyüğü siz misiniz? Siz misiniz şu şanlı dedelerimizle bizim aramızdaki ortak bağ ve ortak nitelik. Yazık! Ne kadar hakikatsiz ve karıştırıcı  ve aldatıcı bir kıyas oldunuz.”

Said-i Kürdi’ye göre geçmiş ve gelecek Kürdler’i, bugünküleri kendi gerçekleriyle uyumsuz, kafa karıştırıcı ve aldatıcı bir durumda olduklarından ötürü protesto etmektedir.

Kürdler’in İslamiyet öncesi Asurlular ve Kiyaniler dönemlerindeki öncü rollerine dikkat çeken Said-i Kürdi, Kürdler’in geçmiş derelerinden, günümüz düzlüklerinden ve gelecek dağlarından oluşan ve Rüstem-i Zal ile Selahaddin Eyyübi gibi dahi Kürd kahramanlarıyla milli kimlik çadırında oturan bir aile olduklarını hatırlatmaktadır.

Kürd Aklı ve bir alt kümesi olarak Kürd–İslam Aklı’nı epistemolojik, teolojik, sosyolojik ve siyasi bakımdan teorize eden iki düşünür olarak Ehmedê Xanî ve Said-i Kürdi, Kürdler’in Arap ve Türkler’den ayrışan akıl yapısını, tarihsel ve güncel gerçekleri göz önünde bulundurarak çok net bir şekilde ortaya koymuşlardır.

Sonuç

Günümüzde Kürdistan’ın güney (Irak) ve doğusunda (İran) yaşanan dindarlık nispeten Kürd–İslam Aklı’na uygundur. Ancak Kürdistan’ın kuzeyindeki dindarlığın büyük oranda Türk ve Arap Müslümanlığı şeklinde ortaya çıktığını görmek mümkündür. Bunun istisnası Kürd Nurculuğu ve tek tük bazı tarikat ve medreselerdir. Genele sirayet etmese de, Türkiye egemenliğindeki Kürdistan’ın kuzeyinde dindarlık olarak Selefilik, İslami Hareket, El Kaide, Hizbullah, DAIŞ gibi din yelpazesinin Türk ve Arap Müslümanlığı kapsamında bir anlayışla organize edildiği görülmektedir. Kürd İhvan-ı Müslimini ise karmaşık bir yapı göstermekte olup melez bir akla sahiptir. Buna karşılık Irak egemenliğinde bulunan Kürdistan’ın güneyindeki Bızutnaweya İslami, Komela İslami ve Yekgırtoya İslami gibi grupların da Arap İslamı’nın etkilerini taşımakla beraber Kürd–İslam Aklı’yla daha uyumlu olduğu anlaşılmaktadır. İran egemenliğinde kalan Kürdistan’ın doğusundaki tarikat türü gruplar da benzer şekildedir.

Kürd–İslam Akıl yapısı dinle samimiyet temelli bir ilişki kurar. Varlık okumasını aşk üzerine bina eder. Doğayla bütünleşmeyi sağlar. Dinin dili olarak Kürdçe’yi benimser. Kürd kültürüne ait motifleri yaşamının her alanında taşır. İslamiyet öncesi kadim Kürd kültürüne aile aidiyetiyle bağlılık duyar. Barışçıl bir din yorumunu esas alır. Ve Kürd halkının somut durumunu gözeterek Kürdler’in özgürleşmesini hedefine koyar.

Bu anlamda dinle samimiyet değil, siyaset temelli bir ilişki kuran hiçbir akıl Kürd–İslam Aklı değildir. Kürdler’in özgürleşmesine endeksli olmayan bir akıl, hiçbir şekilde Kürd–İslam Aklı değildir. Kürd halkının akıl, can, mal, nesil ve din güvenliğini öncelemeyen hiçbir akıl, Kürd–İslam Aklı değildir. Kürdler’i ümmet, cihat, fetih gibi kavramlarla egemen güçlerin askerliğine koşan ve ölüme sürükleyen hiçbir akıl Kürd–İslam Aklı olamaz. Kürdler’i kardeşlik söylemiyle hak davasından alıkoyan, boyunduruk altında kalmaya razı eden hiçbir akıl Kürd–İslam Aklı değildir. Kürd halkının birlik ve dirliğini hedeflemeyen, Kürdler arasında bir şekilde iç çekişme ve çatışmalara hizmet eden hiçbir akıl Kürd–İslam Aklı olamaz. Kürdistan’ın bölgesel ve küresel güçlerin hesaplaşma ve savaş alanı olarak kullanılmasına karşı çıkmayan hiçbir akıl Kürd–İslam Aklı değildir.

Eşya ve olaylar hakkında sistemli konuşma, bazı şeyleri göz ardı edip, bazı şeyleri ön plana çıkarma olarak tanımlanan ‘söylem’ kavramı, bir aklın mahiyetini en iyi yansıtan göstergelerdendir. Söylemde savrulan ve karmaşaya kapılan bir akıl, özgün bir akıl olma niteliğini yitirir. Görüldüğü üzere Kürd Aklı’nın söylemini, karışıklık ve kargaşaya mahal vermeden, ana izlekleri takip etmek suretiyle süregelen teorik ve pratik eserlerden yola çıkarak tesbit etmek mümkündür.

Kürdler, Kürd Aklı’na dayanan güçlü ve yaygın bir aydınlanmaya muhtaçtır. Bu aydınlanma Kürd Aklı’nın arkeolojik kazılarla ortaya çıkarılmasıyla başlayacak (ki bu noktada hayli mesafe alınmıştır), Kürd Aklı’nın sahip olduğu sistematiğe uygun kültürel, sosyal ve siyasal organizasyonlarla kalkınma ve atılım evresine geçecektir. Kürd Aklı’nın açığa çıkarılması ve Kürdler arasında söylem ve eylemde ölçüte dönüşmesi, Kürd bahçesinde ayrık, zehirli ot ve unsurların bitmesine engel olacak, Kürdler’in kendilerini ve ülkelerini mamur hale getirmesinin altyapısını oluşturacaktır.

Kaynakça
[1] Ernest Renan, Ulus Nedir, Pinhan, İstanbul, 2016, s. 46.
[2] Her aslan kendi pençesiyledir.
[3] Her millet kendi aklıyladır.
[4] Her ağaç kendi kökü üzerinde yeşerir.
[5] Tekvinü’l-Akli’l-Arabi
[6] Mehrdad R. İzady, Kürtler, Doz Yayıncılık, İstanbul, 2013, s. 324.)
[7] Bakara 7: Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir.
En’am 25: İçlerinden, seni dinleyenler de var. Onu anlamamaları için kalpleri üzerine perdeler, kulaklarına ağırlık koyarız.
Bakara 93: Size verdiğimiz Kitab'a sımsıkı sarılın; ona kulak verin, demiştik.
En’am 36: Ancak kulak verenler uyar.
Yunus 42: Onlardan sana kulak verenler de vardır. Fakat sağırlara, hele akılları da ermiyorsa, sen mi işittireceksin?
Hac 73: Ey insanlar! Size bir örnek verildi. Şimdi ona iyi kulak verin. Sizin Allah'tan başka taptıklarınız bir sinek dahi yaratamazlar.
Mülk 10: Yine şöyle derler: Eğer kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, şu alevli ateştekilerden olmazdık.
[8] 2/127, 2/137, 2/181, 2/224, 2/227, 3/34, 4/58, 5/76
[9] Mani kralı Asur kralına ilettiği diplomatik bir talepte ‘Asilzadeler, yaşlılar ve ülkesinin meclis üyeleri’nden bahseder.
[10] Vekil’el-ruaya
[11] İslamiyet’in gelişinden önce son bağımsız Kürd hanedanlığı olan Kayos Hanedanlığı M.S 380 yılında yıkılmış, bundan sonra Sasaniler’in 651 yılındaki çöküşüne kadar Kürdistan’da bağımsız veya özerk bir Kürd devletine rastlanmamıştır. Bu dönemde İran Sasanileri ve Bizans imparatorluğu Kürdistan’a egemen olmuştur. (Bkz. Mehrdad R. İzady, age, s. 95, 96.)
[12] Nitekim Kürdler 12. Yüzyıla kadar da Nizamülmülk, Ebu Mansur el Bağdadi ve İbni Athir gibi etkili Müslüman yazarlarca Müslüman olarak kabul edilmemişlerdir. İbni Athir Kürdler’in müşrik, yani çok tanrılı olduklarını savunmuştur. Bu da Kürdistan’da İslamiyet’in ideolojik bir yayılım göstermediğine ve Kürd–İslam Aklı’nın ideolojik bir akıl olmadığına işaret etmektedir.
[13] Arap-İslam Aklı’nın Oluşumu, Muhammed Abid el-Cabiri, Kitabevi, İstanbul, 2001, s. 388, 389.
[14] El-Cabiri,age, s. 328.
[15] El-Cabiri, age, s. 218.
[16] İbn-i Hişam, Sireti’n-Nebeviyye, c. 1, s. 147.
[17] Said Nursi, Divan-ı Harb-i Örfi
[18] Bu dönemde Kürdler arasında ilmi yetkinliğiyle öne çıkan çok isim olmuştur. Ebu’l Fida, İbni Athir, İbni Şeddad ve İbni Qutayba gibi tarihçiler, Sühreverdi ve Aynel Kudat Hemedani gibi filozoflar, İbni Fadlan gibi gezginler, Safiyüddin Urmevi ve İbni Katib Erbili gibi müzikologlar, İbrahim Mavsili, İshak Mavsili ve Ziryab gibi müzisyenler, Munis gibi mimar ve mühendisler, Muhyiddin Ahlati gibi matematikçi ve gökbilimciler bu dönemde yetişmiştir. (Bkz. Mehrdad R. İzady, age, s. 97, 98.) Ancak tüm bu isimlerin köken dışında Kürdlük ve Kürd Aklı’yla ilişkisi bugüne kadar incelenebilmiş değildir.
[19] Mehrdad R. İzady, age, s.106.
[20] “İster Müslüman ister Müslüman olmayan, Kürdler’in büyük çoğunluğu, mistik sufi tarikatlardan birine mensuptur.” Mehrdad R. İzady, age, s. 281.
[21] İzady’nin de dikkat çektiği bir hususu belirtmekte fayda vardır: Kürdler erken dönemde Müslüman olmalarına rağmen Kürdistan’da eski dönemlerden kalma camii sayısı bir hayli azdır.
[22] Bkz. Mehrdad R. İzady, age, s.119.
[23] Mehrdad R. İzady, age, s. 340.
[24] İzady, ‘İslam topraklarında o güne kadar ortaya çıkmış en büyük beyin’ olarak bahsettiği Ebu Hanife Ahmed Dinawari’nin “Bir Kürd’ün bakış açısı ile dünyaya baktığı”nı ve “İslam tarihinde, Kürtler’in de ikinci büyük kolunu teşkil ettikleri İrani halkların bakış açısı ve çıkarları bakımından ele alan ilk tarihçi” olduğunu özellikle vurgulamıştır. (Bkz. Mehrdad R. İzady,age, s.98, 100)

Dineveri (820–896), sadece tarihçi değil aynı zamanda bitkibilimci, matematikçi, zoolog, coğrafyacı, filolog, edebiyat eleştirmeni ve etnografyacıdır. Flora Kitabı’nda Kürdistan’ın yerli bitkileri için Kürdçe terimler kullanan ilk yazardır. Dineveri, kendi döneminde ve sonrasında milliyetçi olmakla damgalanmış ve tarih çalışmaları Arap–İslam tarihçileri tarafından dışlanmıştır.
[25] Said Nursi, Mektubat, Zehra Yayıncılık

Kürd Araştırmaları Sitesi