Ne yapmalı–1 Savaşın söyledikleri

Mustafa Kutlu, sanayi devriminin götürüsü olan refah anlayışın getirdiği sıkışmışlığı aşmak için pansuman tedbirler yerine, bütüncül(küllî) bir zihin hicretine var olan ihtiyaca dikkat çekiyor.

Ne yapmalı–1 Savaşın söyledikleri

Yirminci yüzyılın iki büyük cihan savaşı, güçlü devletlerin (ittifakların) dünyayı paylaşmak uğruna insanlık tarihinin en vahşi çatışmalarının sayısız ölüm ve işkencenin belgesi oldu.

Paylaşım sonucu kurulan denge, çıkarların muhafazası için bazı kurumların ihdasına yol açtı.

Geçen zaman dengenin bozulduğunu gösterdi. Yeni bir paylaşımın ayak sesleri, homurtuları duyuldu.

Irak ve Suriye’nin yerle bir edilerek milyonlarca insanın katledilmesini bir “havaî fişek gösterisi” gibi seyrettik.

Bu yetmemiş olacak ki paylaşımın kıvılcımı Arap baharlarını, kadife devrimleri, Gürcistan, Libya ve Kırım’ı dolaştıktan sonra; Ukrayna’ya sıçradı.

Pandemi ile Ukrayna Savaşı “medenî (!) dünya”nın günümüzdeki aynası oldu. Çünkü an-be-an takip edildi, görüntülendi, çoğu taraf tutan medya tarafından servis edildi. “Zor zamanda” o medenî, o kültürlü, o gelişmiş ülkeler birbirlerinin “maske”sini çaldılar. Göçmenler konusunda takke düştü kel göründü. Onların gözünde sarı saçlı, mavi gözlü, beyaz tenli olanlar “insan”, kara kaşlı, kara gözlü, esmer tenli olanlar kayda değmez bir mahlûk. Bir de utanmadan “insan hakları”ndan bahsediyorlar.

Bu savaş başka bir gerçeği daha gözler önüne serdi. Dünyanın “gıda ambarı” olan iki ülke savaşa girince, bir “gıda krizi” baş gösterdi. Demek ki ileri, gelişmiş, zengin ülkeler de yeri geldiğinde “açlık korkusu” yaşıyor. Para bu hususta pek işe yaramıyor.

İklim değişmesi ve gıda

BM geçen yıl üç bin sayfalık bir rapor yayımladı. Bu rapor özetle “kıyamet yakın” diyor. Atmosferdeki sera gazları sebebi ile gezegenimiz bir derece daha ısınırsa ortaya çıkacak felaketlerin boyutu insanlığı tehdit edecek seviyede.

Lakin kimse tınmıyor. Kirliliğin başlıca aktörlerinden Çin, ABD ve Avrupa ülkeleri iklim konusundaki anlaşmaları imzalamıyor. Hatta bazıları petrol ve doğalgaz sıkıntısı sebebi ile havayı en çok kirleten “kömür”e döndüler.

Bu sebeple BM raporunun başlığı “170 Yıllık İnsan Hatası” diye konuldu. Bu nedir? Bu “Sanayi Devrimi”dir.

Yani sürekli söylediğimiz ilerlemeci-gelişmeci-kalkınmacı-zenginleşmeci-refah ve konfor paradigmasının itici kurucu gücü. Sahibi: Sermaye. Koçbaşı: Teknoloji.

Sanayileşme bir “put”tur.

İnsanlığa ve gezegene mutluluk getirecek, dünyada iken cennete kavuşturacak bir put. Sonsuz üretim-sonsuz tüketim-sonsuz kâr için insanı ve tabiatı sömüren bir canavar.

Sıkıysa aleyhinde bin söz söyleyin.

Anında çarpılırsınız.

Sizi gericilik, geri zekâlılık, ilkellik, az gelişmişlik ile “çağdışı” ilan eder; sizi medyaya ardından sosyal medyaya verip kepaze ederler.

Burada akla hemen “Ey Mustafa Kutlu, sanayileşmeyi terk edip de güçsüz kalarak güçlülerin kölesi, oyuncağı mı olalım diyorsun” gibi itirazlar geliyor. Ben hiçbir zaman milletimin onurunu çiğnetmem, İslâm’ın izzetini ayaklar altına almam. Elbette ki “Savunma Sanayii”miz başarılarına başarı katacaktır. Benim derdim paradigmayı terk edip, “tüketim toplumu” olmayı reddetmektir. İleride belirteceğim şartlarda, minimal bir “hayat tarzı”nı kurup, dünyaya teklif etmektir.

İklim değişiminin sonucu malum. Kuraklık, kirli hava, kirli su, kirli (zehirli) toprak. Bu şartlarda nasıl gıda üretimi olacak? Gezegenimiz artık gele gele bir duvara tosladı. Yangınlar, seller, nesli kesilen bitkiler, böcekler, havyanlar. Bozulan eko-sistem.

Sürdürülebilirlik

Ortada bir “sıkışmışlık ve belirsizlik” hali var. Geleceği akl-ı selim ile tahmin edenler bir “çıkmaz sokak”a mahkûm edildiğimizi belirtiyor.

Açıkçası şu: İnsanoğlu tabiatı ve hemcinsini bu çılgın tüketime daha fazla âlet edemez. “Harç bitti yapı paydos” demeye kimse cesaret edemiyor. Ne serden geçiyoruz, ne yardan.

Bir yanda mevcut paradigmanın nimetleri (refah ve konfor), öte yanda kandilin tükenen yağı. İstikamet paylaşımın devamı, elde olanın muhafazası, yürürlükte olan düzenin hakimiyeti için “savaş”.

Teklif edilen bir kurt masalıdır.

Eğer anlaşırsak, yani bu yağmacılığı disipline edebilirsek “yeşil enerji”yi yaygınlaştırabilirsek “sürdürülen bir kalkınmayı” sürdürebiliriz.

Nasıl?

Çocukça cevaplar, çözümler, ilaçlar: Geri dönüşüm, çevrecilik, sıfır atık, dişinizi fırçalarken musluğu açık bırakmayan vb.

Bütün bunlar yaraya merhem değil pansuman dahi olamaz.

Önce paradigmayı değiştirmemiz lazım. Bunun için bir “zihnî hicret”e ihtiyaç var. Sonra kalbî-fikrî-ilmî ilkelere istinad eden minimal bir hayat tarzı.

Kolay ama zor.