Ahmet Taşgetiren yazdı;
BİRİNCİ ŞOK: 7’si NATO ülkesi, 6’sı AB üyesi 10 ülkenin büyükelçileri “AİHM kararı gereğince Osman Kavala serbest bırakılmalı” şeklinde bir açıklama yaptılar.
İKİNCİ ŞOK: Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Dışişleri Bakanına ‘bu adamları istenmeyen adam ilan etmeleri için’ talimat verdim” dedi.
Tansiyon bir anda tavan yaptı,
Türkiye gerçekten 10 büyükelçiyi “istenmeyen adam” ilan edecek miydi, bu gerçekleştiği takdirde zaten kırılgan bir vadide seyreden ekonomi ne olacaktı?
Dolar 9.85’e kadar tırmandı.
İktidar cenahından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çıkışına benzer tepkiler geldiyse de, özellikle Dışişleri camiasında işin “Persona no grata” noktasına evrilmemesi için ne yapılacağına dair yoğun bir çabanın içine girildiği haberleri geldi.
İşin ciddiyeti Cumhurbaşkanı’na anlatılabilir miydi?
Büyükelçilere yaptıkları işin Cumhurbaşkanı Erdoğan kişiliğinde birisi için ne kadar irrite edici bir mahiyet taşıdığı izah edilir, onlardan durumu düzeltecek, en azından Cumhurbaşkanı’na “geri adım” diye izah edilebilecek yeni bir tavır gelebilir miydi?
Belli ki dün ikindi üzeri ABD Büyükelçiliği ile böyle bir zemin bulundu. ABD Büyükelçiliğinin “Viyana Sözleşmesinin 41’inci maddesine uymayı teyid ediyoruz” yollu bir açıklama geldi. Bu madde “Büyükelçilerin içişlerine karışmama ilkesi”ni vaz’ ediyordu. Almanya ve Fransa dışındaki ülke büyükelçileri, ABD’nin öncülük ettiği bu açıklamayı retweetlediler.
Hemen peşinden Beştepe’den bu açıklamanın “Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından olumlu karşılandığı” bilgisi medyaya ulaştırıldı.
Bu bilginin paylaşılmasının ardından Dolar kurunda gerileme başladı, 9.60’lara kadar indi.
Böylece Türkiye, hukuk - dış politika - ekonomi alanında sarmala dönüşen bir gerilimi daha yaşamış ve bir ölçüde azaltmış oldu.
“Ne olacak şimdi?” sorusunun tam sorulacağı zamandır, zemindir.
10 Büyükelçinin çıkışı, asıl olarak bizde, içerde tedirginlik oluşturmuştu. Çünkü bizzat biz “tecrit - izolasyon” endişesi yaşıyorduk. Bizzat biz, Mısır, İsrail, Körfez ülkeleri vs ile ilişkilerdeki problemli zemini gidermeye çaba sarf ediyorduk. Cumhurbaşkanı’nın çıkışından bizzat iktidar çevreleri tedirginliğe düşmüştü. İktidara yakın medya (Mesela Mehmet Barlas, mesela Abdülkadir Selvi) bu tedirginliği açık açık ifade ediyorlardı. New York’ta gerçekleşemeyen Erdoğan – Biden buluşmasının en çok bizi üzdüğü açıktı ve Roma’da gerçekleşecek buluşma, bir tür telafi mekanizması gibi algılanmıştı.
Ekonominin dış kaynak sorunu vardı ve bunun için de hukukun üstünlüğüne riayet, ön görülebilir olmak hayati önemde bulunuyordu. 19 Büyükelçi, Türkiye’nin dış ticaretinde en önde gelen ülkelerin büyükelçisi idi.
Ve hukuk. Türkiye’nin sancılı alanıydı. Batı kamuoyu açısından bakıldığında da bu noktada Kavala ve Demirtaş gibi sembol isimler vardı. Buradan, Kavala veya Demirtaş’a ilişkin en tepeden “Soros’un artığı”, “terörist” gibi suçlamalar yapılıyor olsa bile, bu suçlamalar bile “Siyasi müdahale”, “Yargısız infaz” ve “hukuk sancısı”nın göstergesi olarak görülüyordu.
İster birilerimizin yaptığı gibi Osman Kavala’ya ait “günah dosyaları” sayıp dökelim, ister başka şey yapalım, ortada Türk adaletinin önünde yargılanmakta olan bir insan var. Bu adam kim olursa olsun, en kin duyduğunuz, en büyük düşman olarak gördüğünüz kişi bile olsa, size düşen bağlılığınızı kabul ettiğiniz kanunlar ile ve yargı düzeni içinde “Adil yargılama” gerçekleştirmektir. Belli ki burada problem var. Belli ki mahkum etmek istiyorsunuz, elinizdeki yasalarla mahkum etmek zor görünüyor, verilen kararlar, meşruiyetini kabul ettiğiniz üst yargı mercilerinden dönüyor.
Ne olacak bu durumda?
10 Büyükelçiyi susturduk, sorun bitecek mi?
Bizim hem de Osman Kavala ile sınırlı olmadığını herkesin bildiği “Yargıdaki sancımız” bitecek mi?
Diyelim sizin mahkum edilmesini istediğiniz kişiye takipsizlik kararı veren savcının coğrafi güvenliği var mı? Ya da sizi eleştiren bir yazara en galiz küfürleri savuran birisine takipsizlik kararı veren savcı savcı mı?
AYM’nin kararını uygulamayan alt derece mahkemesi hukuk mu icra ediyor?
AYM’nin iktidar ortağı simalar tarafından “şöyle karar verirsen…” diye başlayan cümlelerle tehdit edildiği bir zeminde “Hukukun üstünlüğü”nden bahsedilebilir mi?
Yargısı devam eden bir kişinin en tepeden “Soros artığı”, bir başkasının “terörist” diye suçlanabildiği bir ülkenin, dünyadan görüntüsü nasıl olur? Bu açıkça ifade edilse ne edilmese ne?
Her neyse, Büyükelçi krizi donmuş gözüküyor. Ama hukuk bize lazım. Dışardan görülse de görülmese de, ülkeyi yönetenler, kendi vatandaşlarına adaleti yaşatmak zorundalar.