Ne çektik be!

Tam Kürtçenin medeniyete uygun olmadığına ilişkin salvoyu savuşturmuşken şimdi de pedagojiye uygun olmadığını duyuyorsun.

Ne çektik be!

Vahdettin İnce yazdı;

Evin yaşlı kedisi son nefesini vermek üzere iken başını dizlerinin üzerine koyup ağlayan oğluna yaklaş diye işaret etmiş.

Genç kedi kulağını ölmek üzere olan babasının ağzına iyice yanaştırmış. "Oğlum" diye miyavlamış, yaşlı kedi, yukarı doğru çekilen ruhu göğsünü aşıp boğazına yaklaşmış vaziyette iken, hırıltılar eşliğinde, "Bir gün başın derde girerse ormana git, orada bizim kuzenlerimiz var, Rus ayılarının işgali sırasında her birimiz bir tarafa kaçmıştık. Duyduğuma göre ormanda bir krallık kurmuşlar. Artık bizim adımızı da kullanmıyorlarmış. Aslan diyorlarmış kendilerine. Ormanın özgür ortamında pek serpilip boy salmışlar. Onları görürsen korkma, o haşin görünümlerinin altında merhametli bir kedi yatar. Onlar sana yardım ederler" demiş ve son bir mırnav çekerken başı yana düşmüş…

Gel zaman git zaman, evde uğradığı dayanılmaz hakaretler genç kedinin canına tak etmiş.

İnsanoğlunun elinden nasıl kurtulurum diye düşünürken yaşlı babasının can verirken kulağına söylediği sözler aklına gelmiş ve başını alıp ormana kaçmış.

Evden kaçmış delikanlı tedirginliğiyle ormanın derinliklerinde dalgın dalgın dolaşırken tam da yaşlı babasının can verirken söylediklerine benzeyen bir aslan ailesine denk gelmiş.

Ormanların kralı yüksekçe bir yere kurulmuş etrafını keskin bakışlarla kolaçan ederken ailenin diğer fertleri emrine amade el pençe duruyorlarmış.

Birden bütün haşin bakışlar zavallı kediceğizin üzerine dikilmiş. Bu garip yaratık da kimdir diye bakarlarken, kedi, kayıp kıtayı bulmuş bilim adamı kadar sevinerek soyunun kayıp kabilesinin fertlerine sarılmak istemiş.

Ancak kurulduğu yerde kralın kükremesini duyunca patilerinin bağı çözülmüş. "Kuzenler sadece boy atmamışlar, sesleri de pek bir gür çıkıyor, acaba nereden almışlar bu pedagoji eğitimini" demiş.

"Orda dur" demiş aslan, "kimsin ve ne işin var burada?" diye sormuş. Kedi babasından duyduklarını ve yaşadığı evde uğradığı baskıları anlatmış. "Yani anlayacağınız biz emmioğluyuz" demiş.

Aslan kral korkudan saçmalıyor diye düşünmüş tabi. "Hadi diyelim tipin benziyor bize, ama şu yere yakın boyunu ne ile izah edeceksin?"

"Fazla uzattın" demiş. "Yakalayın bana bu sahtekarı, zaten çıkardığı ses de benim bütün pedagojik kuantumumu bozuyor!"

Kedi, can havliyle son bir kez atılmış, "efendim", demiş;

Siz benim insanoğlundan çektiklerimi çekseydiniz, Allah bilir belki bu kadarcık da boyunuz olmazdı, yılan gibi sürünürdünüz. Ormanı titreten bu kükremeniz gider yerine bir yılan tıslaması kalırdı!


Aslan kralın tecrübeli ve yaşlı bir veziri varmış. "Ekselansları, ben babamdan böyle bir hikayeyi duyduğumu hayal meyal hatırlıyorum" demiş.

O da bizim, insanlar arasında yaşayan kuzenlerimiz var, tıpatıp bize benziyorlarmış, ama zavallıların pedagojisizlikten pek cılız çıkıyormuş sesleri ve haliyle boyları da güdük kalmış, diyordu.

Evet, bu zavallının boyu posu hele o miyavlaması (iyyy!) bize benzemese de anlattıkları gerçek olabilir. Neticede İsviçreli bilim adamları da geçenlerde bizim aslında kedigiller familyasından olduğumuzu açıkladılar. CNN ASLAN'da alt yazı geçti.


Aslan bir yandan rüzgardan gözlerinin önüne dökülen alevden yelelerini savururken, "Ama sayın vezirim, bunun çıkardığı ses benim yukarı yalıkavak ormanlarında aldığım pedagojiye pek uygun değil" demiş.

Vezir, aslan kralın pek anlayışlı olmadığını, kafayı kuantum pedagojisiyle yediğini bu yüzden kediyi parçalayıp yiyeceğini bildiği için, "Ekselansları, acele etmeyelim. Bizim gözü açık delikanlılardan birini onunla birlikte gönderelim, bakalım dedikleri doğru mu yalan mı?" demiş.

'Hay senin bu temkinli davranalım tavırlarına' demiş içinden aslan kral, 'babamın emaneti olmasaydın, şimdi onun yerine seni yiyecektim ama neyse…' ve kekremsi bir kükreme eşliğinde "Hadi bakalım, dediğin olsun" demiş.

Kedi yanına refakatçi verilen genç aslanı almış kaldığı evin bulunduğu köyde her gelişmeyi görebileceği bir dulda sundurmaya gizlemiş.

Sonra evin bahçesine adım atar atmaz kendini beş on metre havada bulmuş, evin haylaz delikanlısı sırf zevk olsun diye yumuşacık karnına topun dibine abanır gibi bir tekme aşk etmiş, kediyi minare gibi dikmiş havaya.

Dört ayak üzerine yere düşen kedi sersem bir vaziyette eşiğe konmuş süt pakracına çarparak dökmüş, evin hanımı elindeki merdaneyi sırtına indiriverince kedi galaksideki bütün yıldızları saymış gündüz vakti.

Baygın halde yatarken haylaz çocuklar kuyruğuna bir konserve kutusunu bağlamışlar. Kedi kaçtıkça teneke ses çıkarmış, ses çıkardıkça kedi kaçmış ve zar zor kendini aslanın beklediği dulda sundurmaya atmış.

Aslan kükreyip şu hadsizlere hadlerini bildirmek istemiş; ama korkudan kedininkine benzer cılız bir miyav sesi çıkmış ağzından.

Bir an önce sesini bulmak için ormana dönmek istemiş telaşla. Kediyi de alıp aslan kralın huzuruna çıkmış. "Ekselansları, bu kedinin dediklerinin eksiği var, fazlası yok" demiş, nefes nefese.

Gördüğüm dehşeti, vahşeti anlatamam. Bu kedi bizim özbeöz kuzenimizdir. Bugüne kadar nasıl dayanmış hayret doğrusu!

Sonra gördüklerini bir bir anlatmış.


Amcamın dediğine göre ormanlardaki vaşaklar bu kedinin soyundan geliyormuş. CNN VAŞAK'ta böyle bir alt yazı geçti mi bilmiyorum.

Geçenlerde bir arkadaşım, "Pek de gençsin (altmış bu arada yaşım) sakalların niye bembeyaz" diye sorunca rahmetli amcamdan dinlediğim bu hikaye aklıma geldi.

Pedagojisizlikten dedim. "O nedir, vitamin gibi bir şey mi? eczanelerde satılıyor mu?" dedi. Canımı sıkmıştı, yok yalıkavağı ormanlarında yetişiyor! diye çıkıştım.

Yedi yaşında ilkokulun çocuklarla cıvıl cıvıl kaynayan bahçesine ilk adımımı atar atmaz karnımın en yumuşak yerine bir tekme yemiştim.

Böğrümü tutup kıvranırken sonradan öğretmen olduğunu öğrendiğim devasa adam, "Bir daha aslında olmayan bu dili konuşursan kemiklerini kırarım" demişti. 

Ortaokul ikliminde Türkçe, Arapça ve Farsçanın karışımı bu dili konuştuğum için avuçlarıma vurulan cetvelin sesi hala kulaklarımda çınlıyor, hikayedeki kedinin kuyruğuna bağlanan konserve kutusu gibi.

Üniversitede Farsçanın bozuk bir lehçesine dönmüştü dilim. İsimlerinin önünde gürbüzleşen unvanların gölgesindeki adamların özgüvenli yalanları sırtıma bir merdane dehşetiyle iniyor gibiydi.

Tam Kürtçenin medeniyete uygun olmadığına ilişkin salvoyu savuşturmuşken şimdi de pedagojiye uygun olmadığını duyuyorsun.

"Sen olsan benim yerimde bırak sakallarının bembeyaz olmasını altmışlı körpe yaşlarında, alimallah köpköse kalırdın" dedim arkadaşıma.

Dil pedagojisiz kalınca yine de derdini anlatır, ama beyin vitaminsiz kalınca sulanır ve artık hiçbir kuantum onu kurtaramaz, deyi de ekledim.

Kürtlerde bir deyim var, hayatları boyunca beyinsiz adamlardan çektikleri eziyetleri anlatmak için kullanırlar

Weeee! Me çi kişand!

(Ne çektik be!)