Ne Amerikancı ne de İrancı olmak zorundayız

Mili Gazete'den İdris Cevahir'in, İran'ın bugünkü durumunu, çok net bir şekilde ele alan yazısı...

Ne Amerikancı ne de İrancı olmak zorundayız

Ne Amerikancı ne de İrancı olmak zorundayız. İlla bir taraf olacaksak, biz her durumda mazlumdan yanayız. Amerika’nın Müslüman toprağında Müslüman bir komutanı hele efsane ve devlet nezdinde kıymeti olan bir komutanı öldürmesi asla kabul edilemez. Hiçbir amalı cümle bu hakikati yumuşatamaz. Bu konuda ilkesel bir duruş sergilemek zorundayız. Birinci ilke; ehl-i kıblenin tekfir edilemeyeceğidir. İkinci ilke ise hiçbir ahval ve şerait altında bir Müslüman’ın kâfir tarafından öldürülmesine sevinilemeyeceğidir. İran’ı sevmek zorunda değiliz. Zira devlet ilişkileri romantik ilerlemez. İran’dan nefret etmek zorunda da değiliz, zira İran bizim için Müslüman bir ülkedir, hatası ile sevabı ile bizdendir. Ancak bizim için merkezi ve hayati bir öneme sahip değildir. Bir Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyetiz. Bu topraklarda düşünmek ve bu topraklar için hayal kurmak zorundayız. Kuru bir kavmiyetten bahsetmiyorum. Tarihi bir misyona atıf yapmak istiyorum. İran’a sevdalanamayız. Tekrar ediyorum, bizim Selçuklulara dayanan bir devlet ve millet mefkûremiz var. Bunu yük değil, güç görmek zorundayız.

Son günlerde İran konuşulur oldu. İran’ın efsanesi öldürülünce romantik zihinlerimiz hemen meseleden bir hikâye çıkarmak derdine girdi. Esasında halk sembollerle düşünür, sembollerle yönlendirilir ve sembollerle kandırılır. İran’ın son dönemde yüzüne gözüne bulaştırsa da yapmak istediği tamamı ile budur. Tarih boyu bilinir ki İran bir abartma geleneğine sahiptir. Bu yüzden Sanat ve Edebiyat öyle ya da böyle İran menşelidir yahut İran’dan beslenir. Sanat ve Edebiyat da sembollerle yapılır. Hakikati değil hakikatin insanca kavranmış halini ifade eder. Sembolleri hakikat zannetmek kadim dünyada putperestliği doğururken modern dünyada gerçekliğin yerini algının almasına neden oldu.

Olayı hatırlayalım.

Rejimin iki numarası, gelecekteki başkanı, efsanesi, idolü haince katledildi. İran ortalığı cehenneme çevireceğine dair edebiyat yaptı. Herkes umutlandı. İlk defa yıllardır tehditler savuran, güç gösterisi yapan, en son bir maymunu uzaya gönderen, bilmem kaç yüz yıllık devlet geleneği olan İran haklı bir fırsat ele geçirmişti. İran’ın o efsane gücü, İran’ın o efsane kadim devlet aklı ABD’nin başına bela olacaktı. Her şey hazırdı. Cenaze bir İran geleneği olarak şehir şehir gezdirildi. Kötü organize ve aşırı kalabalıktan yüzü aşkın vatandaşı öldü ama olsun, onlar da şehitler kervanına katıldı! Sonrasında cenaze defnedilmedi hatta meşhur üslerin vurulmasına kadar bekletildi. Üsler vurulduğunda defin başladı. Yani Kurtlar Vadisi vari “Defin etmeden öcünü aldık Memati” dediler akıllarınca.

Olayın heyecanı ortadan kalkınca gördük ki; İran belirlenmiş üsleri vurmuş. Dediği kadar değil, tam tersine nispi oranda füze atabilmiş. Attığı füzelerin büyük bir kısmı üslere dahi isabet etmemiş. Yani en az 35 füze dedi İranlılar, ancak 12’den çok 20’den az diyor bağımsız kaynaklar. Ancak isabet eden füze sayısı havaalanı dâhil 7 yani geri kalanlar başarısız oldu. İran’ın da doğruladığı isabet sayısı esas alındığında attığı füzelerin beşte biri ancak hedefe ulaştı. Hatta birçoğu İran toprağına düştü. Bu, askeri açıdan bir başarısızlıktır.

Ayrıca Amerika hiçbir kayıp yok dedi. Bu konuda netlik yok hâlâ. Ancak ABD’nin seçimde olduğu dikkate alındığında, Trump’ın azli meselesi bu kadar ciddi iken,  hiçbir başkan kalkıp da eğer bir kayıp varsa kayıp yok yalanını söyleyemez. Bu şu anlama geliyor: Ya anlaştılar, boş üsler vuruldu ya da ABD önceden haberdar edildi, üsler boşaltıldı ya da ABD tedbir aldı ve zayiat vermeden kurtardı. Ancak netice şu ki, henüz bir kayıp haberi, görüntü yok. Bağımsız kaynaklar olmadığı noktasında ısrarcı ve ABD seçimler öncesinde böyle bir haberi saklayamaz. Zaman gösterecek ancak İran yine yalan diyor sanırım.

Son olarak uçak meselesi, İran önce biz vurmadık dedi, sonra kara kutuyu vermeyiz dediler, nihayetinde yanlışlıkla vurduk dediler. Bu da rezillik ve çok sorunlu bir durum zira Kaddafi’nin meşhur uçak vurma hadisesini hatırlayın, yaklaşık 2,5 milyar dolara mal olmuştu. Ancak uçak vurma olayının başka bir yönü var. Bu olay vuranlar tarafından hükümetten saklandı. Yani iç siyasi dengeler açısında çalkantılı günler İran’ı bekliyor.

Kasım’la birlikte İran’ın 234 tane vatandaşı öyle ya da böyle öldü. Bunun iç siyasette yansıması olacak. Bakınız rejim sallanabilir. Hele gösterilere Kasım’ın ailesi katılırsa her türlü sıkıntı… Ne bekliyorduk. İran’ın intikamını zamanla ancak derinden alır bekliyorduk. Keşke öyle yapsalardı. Kavgada ağzı iyi laf yapan değil, pazısı güçlü olan kazanır. Ne yazık ki…

Zihnim netleşmeye başladı. Ümmet kavramının tarihini yazmamız gerekiyor. Ümmetçilik fikrinin tarihini yazmamız gerekiyor. İslam Birliği söyleminin tarihini de yazmamız ve imkânını da tartışmamız gerekiyor. Yeniden yola koyulup yeniden fikirler noktasında derinleşmemiz gerekli.

Yazıyı bir fıkra ile bitirelim. Dursun büyük bir top yapıp Rusya’yı vurmaya karar vermiş. Topu yapmışlar, sonrasında millet köy meydanına toplanıp bu tarihi olayı yani Moskova’nın vurulma anını seyir etmek istemiş. Top doldurulmuş ve ateşlenmiş, gel gör ki olduğu yerde patlamış. En az 150 ölü. Sağ kalanlar Dursun’a sormuş “Ula Dursun nettun ne oldi şimdi?” Dursun şöyle bir etrafına bakmış, ula demiş “haburda 150 zayiat varsa varun siz Moskova’yı düşünün.”

Aklımızı vehimden ve hayalden arındırmamız lazım. Duygusal değil akılcı ve realist düşünmemiz lazım. Aksi takdirde siyaset değil, edebiyat yapar olurduk.