NATO Toplantısı nihâyete erdi. Toplantı üzerine sayısız spekülasyon yapılıyor. Tabiî ki odakta aşırı yorumlarla yüklü ABD-Türkiye ilişkilerinin geleceği var. Bir defâ vurgulamak gerekir ki, bu toplantı ABD-Türkiye odaklı bir “ikili ilişkiler” toplantısı değildi. Son yazımda bunun NATO’nun 2030 Vizyonu olarak bilinen bir gündemi olduğunu belirtmiştim. Şöyle de anlayabiliriz: Eğer ABD-Türkiye ilişkilerinin izini tâkip etmek istiyorsak, bu yeni vizyonun ne olacağına bakmak gerekecek. Eğer bir vizyon şekillendiyse, bu ABD-Türkiye ilişkilerinin de belirleyicisi olacaktır. Değilse, ABD-Türkiye ilişkisi bu vizyonu belirlemeyecektir.
NATO, tekrar edelim; sert çekirdeği olan Anglosakson dünyâyı, Kıt’a Avrupa’sına eklemleyen bir oluşumdur. Aktörleri de ulusdevletlerdir. İçeriğinde derin çelişkileri barındırır. Türkiye bu oluşumun en aykırı unsurudur. Birincil çelişki bizzat sert çekirdeğin içinde yatar. Bu, hegemonik gücünü kaybeden Birleşik Krallık ile onu devralan ABD arasındadır. Hegemonik bir gücün tahtını bir diğerine terk etmesi, bir zorunluluk olsa da, tahmin edilebilir ki “güle oynaya” olmayacaktır. Hatırdan çıkarılmaması gereken diğer bir husus, ABD’nin varlığını, bir zamanlar nüfuzu ve ağır vergilerinin ağırlığı altında yaşadığı Birleşik Krallık’tan bağımsızlık elde etmesine borçlu olmasıdır.
NATO’nun ikinci çelişkisi, aralarında târihsel husûmet bulunan Fransa ve Almanya gibi iki Kıt’a Avrupası gücünü eş anlı baskılayarak kurulmuş olmasıdır. Zâten Birleşik Krallığın ABD ile Anglosakson sert çekirdekte buluşmayı ona hazmettiren unsur da, Ada Avrupası olarak, yanına Benelüks devletlerini de alarak Kıt’a Avrupası’na koyduğu bu üstençci mesâfedir.
Diğer çelişkiler, siyâsal kültürel gelenekleri hayli farklı olan İspanya, İtalya, Portekiz, Yunanistan vb Akdenizli devletlerinin varlığında yatar. Bu coğrafyada, içinde Opus Dei, P2 Locası ,Gladio gibi zaman içinde NATO’nun en kirli yapılarının yığıldığı ve faşizan operasyonlarını yürüttüğü, bir “gri” alana dönüşmüştür.
Türkiye ise NATO’nun en aykırı varlığıdır. Bir defâ Hristiyan ortak paydanın dışındadır. Bir Batı paktı olan NATO’nun en “Doğulu” ve tek Müslüman unsurudur. Doğulu olsa da Batılı olmaya azmetmiş bu aykırı devlet Gri NATO’ya dahil edilmişti.
NATO’nun bir “askerî” yapı olduğu âşikârdır. Bu, NATO’nun merkezde yer alan, belki de ana sütunu idi. Askerî sütunu destekleyen ikinci sütun ise anti-komünizm odaklı “ideolojik” sütundur. Zâten yapının içinde yer alan bütün çelişkileri, fay hatlarını etkisizleştiren de odur. Diğer iki sütun, “siyâsal” ve “ekonomik“ sütunlar diğerlerine göre hayli bodur kalmaktadır.
Ama NATO’nun kuruluş aşamalarını esasta tamamlayan Varşova Paktı’nın kuruluşudur. Analitik bakış ile bunun anlaşılabilmesi mümkün değildir. Burada diyalektik bakışa ihtiyaç var. NATO’yu esasta var eden, daha sonra kurulacak olan Varşova Paktı’dır. Şöyle de ifâde edebiliriz: NATO aslında Varşova Paktı’nın kurulduğu gün kurulmuş oldu. Bu değerlendirmeyi biraz daha ilerletecek olursak, Varşova Paktı’nın yıkıldığı 1990’lar, NATO’nun zaferi gibi agılansa da aslında NATO’nun da, yıkılmasa da onu boşluğa düşüren ağır bir sarsıntı geçirmesine, aşınmasına işâret eden bir olgudur. 1990’ların, bizzat Kıt’a Avrupası’nın üzerindeki Anglosakson baskıyı hafifletmek için kurulmuş olan AB’nin yıldızının parladığı bir devir olması tesâdüf değildir. Trump devrinde en fazla vurgulanan husûsun NATO’nun işe yaramazlığı olduğu dikkâtten kaçmamalıdır.
Şimdi toplantıdan çıkan bildirine bir bakalım. En kaba değerlendirmeyle bu, NATO’nun küreselleştirilmeye çalışıldığı bir metin olarak tezâhür ediyor. NATO’nun iklim, karbon salınımı, uzay ve sibernetik açılımlar kazanması isteniyor. Ayrıca, askerî harcamaların arttırılmasından, yoğun silahlanmalardan dem vuruluyor ve Asya ve Afrika açılımlarından bahsediliyor. Temenniler, içi boş, iri iri bir sürü lâf.. Soğuk Savaş refleksleri harekete geçirilmek isteniyor. Ama nâfile ..İdeolojik sütunun yerinde yeller esiyor. “Light” bir otokratiklik- demokratiklik farkı vurgusu NATO’ya ideolojik bir getiri sağlamıyor. Askerî yapıların güçlendirilmesi..Evet ama kime karşı, ne için? Belli değil. Çin ilk defâ odağa alınıyor. Ama burada coğrafya kayıyor. Atlantik aklını Pasifik aklının, Avrupa aklını Asya aklının yerine koymak o kadar kolay mı? Biraz da ironi yapalım.. Macar askerlerini Afganistan’da tahayyül edebiliyor musunuz? Kapitalizmin ultra modellerinin laboratuarına dönüşmüş olan Çin bir ideolojik düşman olabilir mi? Mesele otokratiklik ise, İran ile yakınlaşmanın esbab-ı mûcibesi ne ola ki? Suudlarla sızlanarak da olsa yakınlığın devâm ettirilmesi, Tâlibân ile iş tutmak ne mânâya gelmektedir ?
NATO, II.Genel Savaş sonrası ekonomik gücü elinde tutan ABD’nin liderliğinde, Dolar’ın gücü ve baskısı ile kuruldu. Bugün karşımızda ekonomik kriz yaşayan, sahte rakamlarla baskılan bir enflasyona ve ağır işsizlik rakamlarına mâruz kalan, Çin karşısında ağır ekonomik ve teknolojik kayıplardan muzdarip, alt yapısı eskimiş, kamuoyu kutuplaşmış bir ABD var. Başının çâresine bakmaya çalışan ve gerek Rusya, gerek Çin ile belâ istemeyen, kendi açılımlarının peşinde yaşlı bir Avrupa var. Birleşik Krallık ikili hesaplarını yapıyor. ABD son bir hamle peşinde.. Nâfile.. Târihin çarkları geriye doğru çalışmıyor. Flû bir vizyon…Bir söylem.. İçi boş… NATO, ölmüş, ağlayanı yok..