Süleyman Seyfi Öğün yazdı;
Türkiye’de siyâset bu gündeme kilitlenmiş durumda. Sâdece Türkiye değil, derece derece dünyânın hâli de bundan farklı değil. Tekmil aktörler, bu toplantıdan çıkacak tabloya göre vaziyet plânlarını gözden geçirecek ve ayarlamalar yapacak. II.Genel Savaş sonrası başlayan Soğuk Savaş devrinin yapı taşlarından birisi olan ve Türkiye’nin de içinde kendisine yer bulduğu NATO’nun, târihindeki en kritik toplantılarından birisini idrâk ediyoruz.
Aslında bu toplantının hayli gecikmeli olduğunu söyleyebilirim. Sovyet Bloku’nun çöküşünden sonra, NATO için hayli sarsıntılı geçen, belirsizliklerle yüklü olan ,çeyrek asrı mütecâviz bir boşluk yaşandı. Trump devri bunun açık krizlerini ortaya çıkardı. Macron’un “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” ifâdesi bu ağır tablonun itirâfıydı. Demek ki her zâferde kazanılanlar olduğu kadar kaybedilen bir şeyler varmış. Biden’ın iddiası ise NATO’nun ayağa kaldırılması gâyesinde odaklandı. Bu toplantı, NATO’nun belki de dramatik bir tarzda, varoluşsal meselelerinin ele alınacağı çok kritik bir aşamaya işâret ediyor.
NATO, coğrafî kapsamı bunun dışına çıksa da, isminden de anlaşılacağı üzere “bahriye” temelli bir oluşumdur. Çekirdeğinde ABD ve Birleşik Krallık yer alır. Buna görece yakın duran diğer devletlerin, Benelüks olarak bilinen Hollanda, Danimarka ve Lüksemburg olduğunu düşünüyorum. Ama bu oluşuma, o zamanlar itibârıyla İtalya, Almanya, Yunanistan ve Türkiye de eklemlenmiştir. Şimdi bir duralım… Evet, Fransa, İspanya ve Portekiz coğrâfî mânâda bir yüzleri ile Atlantik’e bakmaktaydı. Târihlerinin ağırlıklı bir boyutu Atlantik mâcerâları ile yüklüydü. Ama derin rekâbetlerin işlediği bir paylaşım savaşında hepsi de Anglosakson güçlere kaybetmişlerdi. İspanya ve Portekiz içlerine kapandı ve uzun seneler boyunca katı otoriter ve totaliter rejimlerle idâre edildi. Fransa ise, sömürge paylaşımında, kıt’asal olarak yakın durduğu Afrika’da pay elde etmiş, bilhassa Napolyonik devirden başlayarak karasal bir siyâsal kültürün tesirinde kalmıştı. Almanya için kıt’asal kültür îtibârıyla fazladan bir şey söylemeye ihtiyaç olduğunu zannetmiyorum.
Bir “bahriye” oluşumu olan NATO ile onun kıt’asal ayağı olan devletlerarasında dâima bir gerilim yaşanmıştır. Fransa-NATO, Yunanistan -NATO ve Türkiye-NATO ilişkileri dâima krizli seyretmiştir. Almanya ise bastırılmış, statüsü itibârıyla işgâl edilmiş bir devlettir. Almanya’nın “millî” siyâsetleri, bilhassa ekonomik ve siyâsal gücünü kullanarak bu kurt kapanını gevşetmeye hasredilmiştir. Brandt Doktrini üzerinden Sovyet Rusya ile bağlarını derinleştirmesi bunun tipik çıktılarından birisidir. Diğer taraftan târihsel olarak kan dâvâlı olduğu, ama kendisi gibi NATO’dan şikâyetçi olan Fransa ile yakınlaşmış ve AB’yi kurmuştur. Unutmayalım ki AB, NATO’dan nefret eden De Gaulle ile Almanya’nın efsânevî lideri Adenaure’un ortaklığının ve ifâde birliğinin eseridir. AB esasta bir NATO baskısını hafifleten; hattâ ona alternatfi gibi gösterilen bir oluşumdur. Parlak günlerini ise, “genişleme süreci” olarak bilinen, Soğuk Savaş sonrasında, yâni NATO’nun boşluğa düştüğü bir aralıkta yaşamıştır.
2000’li senelerden başlayarak artık Atlantik değil, Pasifik temelli bir başka sıklet merkezinin şekillendiği bir dünyâya evriliyoruz. Çin, bir Pasifik gücü olarak açılımını Asya’da, târihsel “İpek Yolu’nu” canlandırarak,Afganistan ve Türkistan üzerinden kıtasal bir boyuta taşıyor. Diğer taraftan Hind Denizi üzerinden yine târihsel olarak “Baharat Yolu’nu” buna eklemliyor. Burada rakibi olan Hindistan’ı Pakistan üzerinden “by pass” ediyor. Hedefinde ise Avrupa ve Afrika var. Bu açılımın henüz siyâsal ve askerî ayakları oluşmadı. Şimdilik süreç büyük ölçüde Çin’in ekonomik faaliyetleri ile sınırlı. Yakın zamanlarda buna Konfüçyus Enstitüleri üzerinden kültürel ayak eklenmeye çalışılıyor. Askerî sütun henüz yapım aşamasında. Bunun da ilk harcı “Kurt Diplomasisinde” atılıyor. Arkasının önümüzdeki on sene içinde geleceğini tahmin ediyorum.
ABD’nin bu süreçleri durdurmak için bir kaç damarda faaliyet gösterdiğini tâkip edebiliyoruz. Pasifik’de yürüttüğü abluka, Afganistan ve Türkistan coğrafyalarındaki faaliyetleri, İran’ı yumuşatmak, Rusya-Çin bağlarını aşındırmak, Avustralya, Yeni Zelanda, Tayvan vd merkezlerde güçlü bir anti-Çin blok oluşturmak bu zincirin parçaları. Bir diğer ayak ise AB-NATO ilişkilerini pekiştirmek. Sıkıntı da burada. Çünkü Almanya ve Fransa burada bahsedilen katıksız bir Çin karşıtlığı ile şartlanmış değil. Almanya Çin’in kıt’asal açılımında pay almak; Fransa ise Afrika’da Çin ile hem rekâbet etmek hem de işbirliği fırsatlarını değerlendirmek istiyor. NATO ve ABD-AB toplantılarında ABD tarafı, onlara tesirli, doyurucu bir alternatif plân sunmak zorunda. Kolay iş değil. Bir diğer mühim husus ise Birleşik Krallığın , üzerinde güneş batmayan eski imparatorluğu ayağa kaldırmak ihtirasının baskın gelmeye başlaması.. Pasifik’de yanında yer alsa da, ABD’nin Rusya ve AB ilişkilerini geliştirecek adımlarına itirâzı var. Doğu Akdeniz’de ve Ortadoğu’da ABD siyâsetlerinin dışında, yer yer onunla çelişen adımlar atıyor.
Türkiye-ABD ve daha genel olarak Türkiye-NATO ilişkilerinin geleceği biraz da NATO-AB, Birleşik krallık-AB siyâsetleri arasındaki çelişkilerde şekillenecek.