Tarih: 05.07.2022 14:17

NATO-Madrid Zirvesi’nin Ardından

Facebook Twitter Linked-in

Bu yılın NATO Zirvesi geçtiğimiz 28-30 Haziran tarihleri arasında İspanya’nın başkenti Madrid’de gerçekleştirildi. Geçen yılki zirve, Ocak 2021’de göreve başlayan Amerika Birleşik Devletleri ( ABD) Başkanı Joe Biden’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yüz yüze görüşüp görüşmeyeceği tartışmalarıyla geçmişti. Hatırlanacağı gibi öncesinde ilk temas da 24 Nisan 1915’in yıl dönümünden bir gün önce telefonla gerçekleşmiş ve ertesi gün ise Biden, ABD başkanı sıfatıyla ilk defa Ermeni tehciri ile ilgili “soykırım” ifadesini kullanmıştı. Brüksel’de yapılan 2021 NATO Zirvesi genel hatlarıyla bu değerlendirmeler üzerine şekillenmişti.

Bu yılki NATO Zirvesi ise Rusya– Ukrayna Savaşı sonrası toplanan bir zirve olması hasebiyle bütün dünyada çok önemsendi. Toplantının merkezinde Rusya tehdidi ile kendilerini NATO koruma kalkanı içine dâhil etmek isteyen Finlandiya ve İsveç’in üyelik müracaatlarıyla ilgili gündem vardı. Öyle ki belki de NATO’nun Çin’e, Rusya’ya bakışının önemli ipuçlarını içinde barındıran “stratejik konsept” bile bu konunun gerisinde kaldı. Türkiye’nin, terör örgütleriyle olan yakın ilişkileri üzerinden bu iki ülkenin üyelik taleplerine karşı, çeşitli vesilelerle veto açıklamaları yapması bütün gözleri bu müzakerelere çevirmiş oldu. Aslında Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şahsında ortaya koyduğu sert cümlelerden geri adım atacağına dair genel bir kabul vardı. Beklendiği gibi de oldu. Peki, Türkiye bu geri adımdan ne kazandı?

İlk önce PYD/YPG ve FETÖ yapılanmalarının imzalanan memorandumda isimlerinin geçmesi önemlidir. Ancak bu örgütlerin doğrudan terör örgütü olarak tanımlandığına dair net bir ifade metinde yok. Bu örgütlerin adının geçtiği dördüncü maddede Finlandiya ve İsveç’in bunları desteklemeyeceği yazıyor, doğru. Beşinci maddede ise PKK ve uzantılarının yasaklanmış terör örgütü olduğu ve faaliyetlerinin engelleneceği ifadesi geçiyor. Ancak uzantıları kimlerdir sorusunun cevabı ile ilgili PYD/YPG’ye atıf yapılmıyor. Eğer öyle olduğu kabul ediliyorsa neden aynı maddede değil de ayrı maddelerde yazma ihtiyacı hissedilmiş olabilir? Üzülerek ifade edeyim ki, metni objektif kriterlerle masaya yatırdığımızda iç kamuoyuna mesaj verme endişesinin belirgin olduğu ortaya çıkıyor. Finlandiya Cumhurbaşkanı tarafından imza sonrası yapılan açıklamalar maalesef bizim gördüklerimizi teyit etmiş oldu. Cumhurbaşkanı Niinistö, YPG’ye terör örgütü demediklerini, NATO üyelerinin bu konuda Türkiye’den farklı düşündüğünü, Türkiye’nin bu örgütlerin metinde yer almalarını önemsediğini ancak insani yardımlara devam edeceklerini söyleyerek, imzalanan metinden Türkiye’nin beklentileri ile kendi bakışları arasındaki farkı kendince ortaya koydu. Zaten Türkiye’den bu açıklamalar sonrası verilen mesajlar da sertleşmeye başladı. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, “Bu belgeye uymak zorundalar. Uymazlarsa bunları NATO’ya almayacağız” demek durumunda kaldı.

Şimdi bu anlaşma ülkelerin parlamentolarına gelecek. Bu sürenin 5-6 ay alabileceğine dair genel bir kanaat var. Bu sürede Finlandiya ve İsveç nasıl hareket edecek önemli olan bu. Umarız bu iki ülke -bazı ifadeler top çevirme gibi olsa da- Türkiye’nin bu anlaşmadan beklediklerine dönük adımları atarlar.

Bununla birlikte bilindiği gibi 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası NATO’nun askeri kanadından ayrılan Yunanistan’ın, 20 Ekim 1980 günü Kenan Evren geri dönüşlerine onay vermişti. Önü-sonu düşünülmeden ve gerekli müzakereler yapılmadan verilen bu onayın ne kadar büyük bir yanlış olduğu bugün daha net ortaya çıktı. Kenan Evren, dönemin NATO Avrupa Kuvvetleri Başkomutanı Bernard Rogers’ın verdiği sözlere güvenip Yunanistan’ın dönüşüne evet demişti. Eğer bundan sonraki süreç doğru ve sağlıklı bir anlayışla yürütülmezse Yunanistan’ın girişine verilen onayın sonuçları ne ise Finlandiya ve İsveç için de aynısı hem de yakın gelecekte ortaya çıkacaktır. Temennimiz günü kurtaran değil, dünü, bugünü ve yarını düşünen bir anlayışla sürecin yönetilmesidir.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —