Nasıl ‘kötü öğretmen’ olunur?

Yusuf Tosun, Yazar ve şair Hüseyin Akın’ın, “kötü öğretmen” profili üzerinden, onun , başta kendi olmak üzere, eğitim ,öğrenci ve eğitime dair yaklaşımını içeren ‘Kötü Öğretmenin El Kitabı’ adlı eserini değerlendiriyor.

Nasıl ‘kötü öğretmen’ olunur?

Sonunda bu da oldu ve kötü öğretmenin el kitabı yayınlandı. Hem de eğitimle ilgili ünlü bir isim ve bilindik bir yayınevinden. Daha önce de eğitimle ilgili birçok şiir, deneme, öykü, makale… kaleme alınmış ve hatta kitap yayınlanmıştı ama böylesi ilk herhalde.

 Eğitimin zaten ağır aksak yürüdüğü bir memlekette bu da nereden çıktı demeyin. Asıl eğitimin o terse giden yönünü doğru istikamete çevirmek için kolları sıvamış eğitimci-yazar-şair Hüseyin Akın: Kötü Öğretmenin El Kitabı… Aslında Akın bu kitapla eserin üst başlığını da oluşturan “bir eleştirel pedagojik tersten okuma denemesi” yapıyor. Yani Akın bir bakıma kiminin Hz. Ali’ye, kiminin Hz. İsa’ya, kiminin Mevlana’ya, Lokman-ı Hekim’e, Yunus Emre’ye atfettiği; “Ben güzel ahlakı ahlaksızdan öğrendim.” sözündeki hikmetin peşinde... Kötü öğretmeni tersinden okuduğunuzda, iyi öğretmen kendiliğinden ortaya çıkıyor zaten. Biraz ironi, biraz mizah ama en önemlisi kitabın ortasından konuşma var Akın’ın yazdıklarında. Zaten biz Akın’ı, hem yaşantısında hem yazılarında böyle biliyoruz/bildik. Onda yazmakla yaşamak farklı şeyler değil. Yazdıklarını yaşayan, yaşadıklarını da yazılarına, şiirlerine ustaca yansıtan özgün bir üslubu var Akın’ın.

Bütün bu anlatmak istediğimizin daha fazlasının kitabının arka kapağında bulmak mümkün zaten: “Bir yıl sonrasını düşünüyorsan tohum ek, on yıl sonrasını düşünüyorsan ağaç dik ama yüz yıl sonrasını düşünüyorsan insan yetiştir. Balık verirsen bir kez doyurursun halkı, balık tutmasını öğretirsen hep doyar karnı, demiş bundan üç bin yıl önce Çinli bir ozan. Kur’an-ı Kerim, insanı meleklerden üstün kılan vasfının öğrenebilmek ve aktarabilmek olduğuna işaret eder. İşte bu yüzden öğretmenlik en değerli meslektir. Ancak her eğitim, öğretim metodu doğru mudur? Öğretim ve eğitim aynı şey midir? Bilgi içselleştirilmediği, eyleme dönüşmediği takdirde ne işe yarar? Efendimiz (sav) faydasız bilgiden niçin Allah’a sığınmıştır?”

Hüseyin Akın’ın Kötü Öğretmenin El Kitabı’nı bu duygularla okuyunca; “evet, tam da anlatmak/anlamak istediğim bu” dedim, kendi kendime. Kitabın ismi zaten her şeyi anlatıyor. Bir de içindekilere baktınız mı, artık sizden daha ‘iyi öğretmen’ yoktur. Ama ben kitabı yazarından imzalı aldığım gibi içindekilerle birlikte arka kapağını da okudum. Çünkü bilirim ki arka kapak; kitabın kalbi, içindekiler de uzuvları gibidir. Ama özenle hazırlanmış kitabın tadını alıp yazılanları hissetmek istiyorsanız mutlaka sayfalarının içine girip sindire sindire okumalısınız. Ben de öyle yaptım. Hatta bununla da yetinmeyip üstüne bir de güzel yazı kaleme aldım. Ama itiraf edeyim ki; daha çok yazı başlıklarından üzerinden yürüdüm.

O halde buyurun kötü öğretmenin dünyasında küçük bir gezintiye çıkalım:

En son söyleyeceğimizi başta ifade edelim: Kötü öğretmenin zerre kadar bir ‘Hikâye’si yoktur. Akın’ın dediği gibi; “…kötü öğretmen olmanın yolu, sadece kötü öğreten olmaktan…” geçmiyor ki… Çünkü hikâyesi olan öğretmenin öğretme biçimi kötü olsa da ‘duruşu, tavrı ve davranışları’ ile öğrenciye umut ışığı olur. Onu sarıp sarmalar ve geleceğe zımba gibi yetiştirir. Yeter ki gönlüne dokunabilsin.
Kötü öğretmenler; “Şartların ve koşulların sürüklemesi ile kendilerini hasbelkader öğretmenlik mesleğinde bulmuşlardır.” Zaten mesleğe düğmeyi yanlış iliklemekle başlamışlardır. Bu nedenle de kötü öğretmen; “sevgisiz, sevmeyen, sevilmeyen, sevinmeyen, sevindirik…” bir tiptir. Bütün öğrenciler ondan kaçar. Bu duruma üzülmek şöyle dursun, keyfinden geçilmez bilakis…

Heyecan yaratmaz hiçbir zaman sevildirik öğretmen. Çünkü “maksat gönülden sevilmenin huzurunu yaşamak değil, görünürde seviliyor manzarası yansıtmaktır.” Kötü öğretmende aslolan da bu değil midir zaten?

Oysa Sezai Karakoç; “Öğrenme kentten ayrılırken kişide kalandır.” demiyor muydu? Aynı şekilde Albert Einstein da; “Eğitim, insanın okulda öğrendiği her şeyi unuttuğunda arta kalandır.” benzer saptamasında bulunmamış mıydı? Peki ya kötü öğretmen için?... Bu durum asla kabul edilemez. Oysa bilmiyor ki yine Karakoç’un ifadesiyle; “Ders bir hayat deneyi, ders kitabı bir müracaat el kitabı, öğretmen ise kılavuzdur.”

Hüseyin Akın diyor ki; “Öğretmenlik en metaforik mesleklerden biridir.” El-hak, doğrudur lakin kötü öğretmene ne bundan!... Çünkü o, sadece kötü olmakla kalmaz aynı zamanda kötümser olmak için de elinden geleni esirgemez. Hem hangi kötü öğretmen “hayattan örnekler” verir ki? Öyle ya, neden iyi örnek verip rahatını derde soksun ki?...

Bu nedenle iyi örnek olma ihtimaline karşı açık olan bütün “kapı ve pencereleri” öğrencinin yüzüne çarpar kötü öğretmen. Kapalı olanı çarpamaz zaten.

Bir de kapı pencere kapanınca; “öğrencinin bakışlarını gün ışığından korumuş olur.” diyor iyi öğretmen Hüseyin Akın.

Tabii bütün bunları yapabilmek kolay bir iş değil hiç şüphesiz. Hem bir maharet gerektirir, hem de bir süreç… Çünkü “negatif öğretmen olmak” öyle sanıldığı kadar kolay değildir. Bir defa her daim yüzü duvar gibi soğuktur. Kimse “Nasılsınız” demeye bile cesaret edemez. Vücudun her tarafında “kötülük çiçekleri” yetiştirir bu duruşuyla. Tıpkı Fransız şair Charles Baudelaire’nin buram buram pesimizm kokan Kötülük “Çiçekleri şiiri” gibi. Oysa o şiirden bile öğrenilecek o kakar çok şey var ki; eğitimle öğretimin arasını depremin oluşturduğu yarıklar gibi açar ve sarsar. O nedenle siz siz olun kötü öğretmenlerle zinhar paylaşımda bulunmayın!

Ama bilin ki; kötü öğretmen için öğrenciyi kıstıracağı en iyi yöntem kopyada yakalamaktır. Bu davranışı –maazallah- madalya bile taktırır.

Elinde sürekli bir kozu vardır kötü öğretmenin. Kalp kıramıyorsa bile hemen notunu kırar. Üstelik bunun hakkı olduğunu da bilir bir kötü öğretmen olarak. Öğrenciyi ağzıyla kuş bile tutsa performans notundan geçirmez. Çünkü bu durum kötü öğretmenin değil, öğrencinin sorunudur.

Üstelik kötü öğretmen bilgisizlikten güç alarak kelimelerin içini bir silgi ile siler ve gün boyu onlarla oynar.

Özellikle de Z Kuşağı ile… A Kuşağı onun semtine uğramaz çünkü. O kelimelerle oyun oynarken de bir türkü tutturur dudakları:

“Mektebin bacaları, özel ders verir hocaları.”
Ne de kulağa hoş geliyor değil mi?

Nihayetinde hakkını teslim edelim: Bir emek veriyor kötü öğretmen olmak için. Çünkü kötü öğretmen doğulmaz, kötü öğretmen olunur! Bu durum tecrübeyle sabittir.

Unutmayın; kötü öğretmen öğrencinin ihtiyacını belirleyebilendir. Ya hu, “öğrenci kendi ihtiyacının ne olduğunu nerden bilsin.” değil mi?

Çünkü her şeyin başı öğretmendir. Bir defa “öğretmen olmazsa kimse öğrenci olduğunu bilmez!” bile. Öğrenci dediğin bir hiçtir (!)…

Öyle ki kötü öğretmen, öğrenci problemlerini nasıl çözeceğini/ çözümsüzleşeceğini de iyi bilendir.

Mesela; teşhis koyar, tanı koyar. Reçete varsa yumruk atar, hatta öğrenciyi oyar bile(!)… Ya da; velisini çağırır, gelmezse akrabalarını ve komşularını zorla getirilme kararı aldırır(!). Hiçbiri olmadıysa bekçinin köpeğini üzerine saldırır(!)… Hüseyin Akın diyor bunları, ben değil!...

Bunun gibi günyüzü görmüş daha birçok yöntemi var kötü öğretmenin.

Siz de artık takdir etmişsinizdir ki kötü öğretmen öyle kolay yetişmiyor(!).

Kötü öğretmenin espritüel olması yetişirken tattığı mayadan kaynaklanıyor, bilesiniz.

Mesela neşelenmek istediği zaman; “Ot kızlarım benim ot!” der ve kahkahayı basar.

Ya da kızdığı zaman; “etkisiz eleman gibi ne duruyorsun öyle, natürmort musun sen!” der rahatlar.

Daha ne latifeler, ne maharetler!...

Ama bu esprilerin tümü; “…parça tesirli ve seyrek gülüşlüdür.”

Peki, öğrencinin hiç mi suçu yok? Var, var da… Hepsi kötü öğretmenin gölgesinde eriyip gidiyor zamanla.

Hem öğrencilerin istekleri bitmez ki!... Ama söz konusu olan kötü öğretmense istekler sınırlanır mutlaka.

Peki, öğrenciler neler isteyemezler kötü öğretmenden?

Tabii ki hiç-bir-şey!...

Kötü öğretmen ile ilgili daha söylenecek çok şey var ama bir önemli yönünü daha ifşa ederek bu bahsi kapatalım müsaadenle hocam:

Kötü öğretmen mutlaka günlük tutar. Hem de öyle böyle değil!...

İdeal kötü öğretmenin özelliklerini ise varın siz düşünün.

Örnek mi?

İşte Büsbütün Hoca, Mükemmel Bey, Bize Yazık Hoca, Dediğidedik Hoca, Sinire Hanım, Bay Boksör,

Zülfüyar Öğretmen, Yetkili Öğretmen…. Yeter bu kadar örnek herhalde!...

Biliyorum yine misal isteyeceksiniz. Buyurun işte kötü öğretmenin günlüğünden bir kesit:

“Sevgili Günlük, espri yaptım bugün, ilk kez espri yaptım. Nasıl oldu bilmiyorum. Öğrenciler korka korka güldüler. Halbuki kaşlarım çatık, benzim atıktı. Öğretmenliğimden taviz verdiğim için nasıl pişman oldum bilemezsin. Aynanın karşısına geçtim, gevşeyen yüzümü ve dudaklarımı yerli yerine yerleştirdim. Sesimi kontrol ettim. Ses tonuma ayar verdim. Sesime eko eklemek için bir süre hançeremi zorladım. Bildiğim çiçek adlarını unuttum. Çok eskiden anlattığım fıkraları yuttum. Öğretmenler odasındaki kapağında yumruklu öğretmen fotoğrafları olan sendika dergisini otuz-kırk kez açıp kapadım. Sevgili günlük, beni bağışla. Beni fabrika ayarlarıma geri döndür. Boşa yanan tüm lambalarımı söndür!”

Fena değilmiş aslında bu günlükler, var bir yazma becerisi!... İyisi mi Kötü Öğretmenin İyi Günlükleri diye bir kitap yazmak… Kimse bastırmazsa öğrenciler mutlaka o günlüğü basar. Basamazlarsa Mona Rosa gibi elden ele okunur, dilden dile dolaşır.

Bunu da bilesin Hüseyin abi.

Yine bilesin ki ey okuyucu! Bütün bu yazdıklarıma sebep Hüseyin Akın’ın Ekim 2014’te Şule Yayınlarından çıkan Kötü Öğretmenin El Kitabı adlı eseridir. Ve dahi yazının dili bile o kitaptan esinlemedir. Dâhili ve harici hiçbir kusurum yoktur.

Hüseyin Akın’ın Kötü Öğretmenin El Kitabı’nın iyi öğretmenlerin yetişmesine vesile olması temennisiyle…