Nasıl bir yakın gelecek?

Süleyman Seyfi Öğün, “devlet”, “ulus” ve “sermâye” arasındaki gerilimlerin tırmanmasının sonucunda finansal, üretim ve salgın üzerinden yaşanan üç katmanlı krizin devâm ettiğine işaret ettiğini belirtiyor.

Nasıl bir yakın gelecek?

Finansal, üretim ve salgın üzerinden yaşanan üç katmanlı kriz devâm ediyor. Henüz gözükmüyor ama, hiç şüphe yok ki bunun siyâsal neticeleri olacaktır. Değerlendirmelerimde kullanageldiğim üç temel değişken; “devlet”, “ulus” ve “sermâye” arasındaki gerilimlerin tırmanması bunu ortaya çıkaracaktır. Daha evvel defâlarca vurguladığım üzere modern târih bu üç yapı arasındaki etkileşimlerin bileşimlerine dayanıyor.

Bu yapıların kendilerine has rasyonelleri vardır. Birbirlerine benzemez. En çok benzeşenler devlet ve ulustur. (Ulusu en geniş ve teknik mânâda teb’a olarak da görebilirsiniz). Her ikisi de, “egemenlik” temelli yapılardır. Devlet klâsik târifi îtibârıyla “ulus”, “siyâsal iktidar” ve “yurt” bileşenlerine oturur. Devlet bunları gerekser ve elde edip, üzerinde kontrolü kurduğu zaman “egemenliğini sağlamış olur. Ulus ise teb’anın farklı bir tipidir. Herhangi bir coğrafyada yoğunluk gösterse de bununla sınırlı değildir. (Feylozof Fichte, ulusun devletten önce geldiğini, devlet olmasa da ulusun varolabileceğini ileri sürerken bu durumu kastediyordu). Nitekim dünyâ, sınırlarını aşan uluslarla yüklüdür. Ulusun devletten farkı da budur. Ulusların varlık sebebi ve herhangi bir kolektiviteden farkı, kadim dünyâda kayıtsız ve şartsız olan tâbî olmayı şarta bağlamasıdır. Bunun ifâdesi egemenliğin ulusa devridir. Ama ben bunu abartanlardan değilimdir. Modern siyâsal hayât, egemenliğin görece kayıtlı ve şartlı olarak devlette kalmasını öngörür. Ulus devlet kavramından çok devlet ulus kavramını tercih etmemin de sebebi budur.

Modern dünyâ târihi bize devlet uluslararasındaki çatışmaları yeterince öğretiyor. Âşinâ olduğumuz diğer husus, uluslar ile devletler arasındaki gerilimlerdir. Ama bu mutândan tablolar, devlet ve ulus içi gerilimleri de unutturmamalıdır. Elit dolaşımında yaşanan gerilimler, devlet içi gerilimlerin sınıf savaşları da ulus içi gerilimlerin tipik göstergeleridir.

Üçüncü değişken olarak sermâye ise, devlet uluslardan çok farklı bir rasyonele sâhiptir. Kendi asimptotunda kendisini sonsuzlaştırmak eğilimini taşır. Devlet modern târihin katı, ulus sıvı formuysa, sermâye de gaz formu olsa gerekir. Sermâye esasta kendisini herhangi bir mekânsal, toplumsal veya siyâsal kayıt altında görmez. Gelin görün ki, ticârî ve sınâî kapitalizm, tutunum sağlamak ve gelişebilmek için devlet ve ulusu gereksemiştir. Merkantilizm’den Keynesyanizm’e bu bağlar, şöyle veyâ böyle kurulmuştur. 1970’lerden başlayarak bugünlere yaşanan süreçler ise bu bağların aşınmasına, neredeyse kopma noktasına geldiğini gösteriyor. Bugün, dijital teknolojinin imkânlarının desteği ile sermâye, devleti ve ulusa en az ihtiyaç duyduğu evredir. Neoliberalizm’in devlet ve ulusları aşındırma süreci 1980’lerden başlayarak hız kazandı. Küreselleşme kavramı bu aşınmanın adıdır. Sermâye artık bütün yatırımlarını devlet ulus dışı ve üstü formasyonlara yapmakta. Yalta düzeni bu üçlü arasındaki bir dengeyi ifâde ediyordu; dünyâ düzeninin işlemez hâle gelmesi ise bu üçlü arasındaki dengesizliği.

Tıpkı devletin ve ulusun mono blok yapılar olmaması gibi, sermâye de değildir. Yukarıda bahsettiğimiz sermâye, onun özel biri türü olan finansal sermâye veyâ mâlî oligarşidir. Reel ekonominin önceliklerini taşıyan sermâye ile finansal sermâye arasında bir ayrışma, aktüel dünyânın temel çelişkilerinden birisini oluşturuyor. Bunu da görmek lâzım. 1980’lerden sonra reel ekonomiyi taşıyan sermâye ya zayıfladı veyâ yatırımlarını hizmetler sektörüne kaydırmak zorunda kaldı. Ağır borçlar altına sokulan çok sayıda şirket el değiştirdi, parçalandı, dağıtıldı. Hâsılı, yatırımcı, üretken sermâye finansal sermâye tarafından beslenmesi bir tarafa; âdetâ cezâlandırıldı. Yatırımcı üretilen sermâye ile lümpen finansal sermâye arasındaki gerilimdir bu. Reel ekonomilerin yerini gölge ekonomiler aldı. Dünyâ ekonomilerinde elyevm yaşanan durgunluğun çok mühim sebeplerinden birisi de budur.

Finansal sermâyenin bu fetişistik gelişmesinin de sonuna gelindi. Bu tablo paranın baronlarının yeni bir sıçrama yapmasını gerekli kılıyor. Varılan aşamada ağır borçlarla sıkıştırılmış devlet ve ulusların çatışması isteniyor. Bu çatışmaların bütün tarafları bîtap düşürmesi; bunun ardından âdetâ bir kurtarıcı gibi gelecek olan uluslar üstü yapıların duruma vaziyet edeceği bir dünya tasarlanıyor.. Buna mukâbil devletler sağ ve sol popülizmler üzerinden uluslarını toparlamaya çalışacak. Bunu başarabilenler ayakta kalacak; başaramayanlar ise dağılacak. Görünen bu. Herkes neticeyi merak ediyor. Doğrusu ben, neticede küreselciliğin kaybedeceğini, reel ekonomiyi önceleyen sermâyenin desteğini de alarak devlet ulusların krizi aşacağını düşünüyorum. Sağlam paraya dayanan, çok kutuplu bir dünyânın siyâsal tasarımı ise bambaşka bir süreç. Bu da popülizmlerin yerini alacak kamucu -katılımcı önceliklere sâhip modellerin tartışılacağı başka ve ileri bir evre olacak. Ama sürecin çok, ama çok çetin geçeceği muhakkak.