Seçimlerde partiler tartıya çıktı. Yurttaş hayatından memnunsa, Erdoğan’ın temsil ettiği siyasi iradeye desteğini sundu; memnun değilse, “Başka bir yaşam mümkündür” diyenlere desteğini verdi.
Bu kadar basit aslında, “Tamam mı, devam mı?” sorusuna verilen yanıt bundan sonra da Türkiye’nin geleceğini belirleyecek. O yüzden partiler açısından önümüzdeki sürecin iyi değerlendirilmesi hayati önemdedir.
Roman yurttaşlarımızın anlamlı bir deyişi var: “Evde kalan ölür.” Agorafobi, siyasetin en kötü korkusudur. Meydan korkusunu aşamayan siyasette sınıfta kalır. Yurttaşla, koruma ordusunun arkasında ve özel seçilmiş mekânlarda temas kurabilenlerin korkusu üzerinden siyaset yapılamaz.
Bugüne kadar Erdoğan taraftarları hep “Erdoğan karşıtlığı yapmayın” dedi durdu, halbuki temel dert bu düzenle ve sistemle, taşıyıcılarıyla değildi. Dert, kişilerle değil, haramilerle, Muaviye düzeniyle, kleptokrasi eğilimiyle. Dünyanın her yerinde seçimler olurken, siz hiç duydunuz mu “Trump, Macron karşıtlığı yapmayın” gibi tuhaf bir söylem?
“Karadeniz ormanlarını imara açmayın” diyorsunuz, el cevap: “Erdoğan karşıtlığı yapmayın.”
“Kanal İstanbul saçmalığından vazgeçin” diyorsunuz, taraftar korosu hemen başlıyor: “Erdoğan karşıtlığı yapmayın.”
“Enflasyon, işsizlik” diyorsunuz, “Aman karşıtlık yapmayın”.
Bu aslında siyasetten korkma durumu. Siyasette kimse emir kulunuz, kapı kulunuz değil. Bir düzeni, rejimi ve o rejimin sahiplerini eleştirmeden nasıl dönüşümü gerçekleştireceksiniz?
Siyaseti kişiselleştirmek doğru olmadığı gibi, kişisel karşıtlıklar üzerinden siyaset yapıp bu kutuplaşmalardan nemalanmaya izin vermek de doğru değil. Türev siyaseti değil yaratıcı, kurucu siyaseti başat kılmak gerekiyor. Nitekim seçim sonrası siyasi iklimde gerilimin azalması, rövanşizme tenezzül edilmemesi, siyasi dile gösterilen özen çok kıymetli oldu.
Anayasa müzakerelerinin de bir siyasi mücadele biçimi olduğu ortada. Baykal döneminde CHP iktidarla anayasa görüşmelerine yanaşmazken; Kılıçdaroğlu, TBMM’de Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda yer almayı kabul ederek bu negatif siyaset hattından önemli bir kopuş gerçekleştirmişken, şimdi müzakerelere itiraz etmesi tuhaf kaçtı. İktisadi sorunların çözümü konusunda mücadele etmek anayasa müzakerelerinin dışında kalmayı gerektirmiyor. Pekâlâ ikisi bir arada yapılabilir. Mekanik yaklaşımlar yerine yaratıcı önerilerle siyaseti işlevselleştirebiliriz. Siyasette de yürürken sakız çiğneyebilmek mümkün. Siz geçmişte Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda 66 maddeyi müzakere ederken iktisadi sorunlar yok muydu diye sormazlar mı insana?
Bazı kurşun askerler de zaman zaman televizyonlarda “Hani partili cumhurbaşkanlığına karşıydınız, aynısını yapıyorsunuz” diye atıp tutmaya meraklıydı. Bu sorunun yanıtı belli, bu parti devleti sistemini mutlaklaştırmamak gerekiyor, tersine tarihselleştirerek bir geçiş sürecine tabi kılmakta fayda var. Öyle bir sistem yaratıldı ki bir günde bu dönüşümü sağlamak da mümkün olmuyor maalesef!
Başkanlık sistemi, iktidar partisinin genel başkanlığının da cumhurbaşkanı tarafından üstlenilmesini gerektirmiyor ki. Bu konuda bari esnek bir tutum alabilme becerisinin gösterilmesini bekliyor kamuoyu.
Kılıçdaroğlu’nun adaylık döneminde CHP’nin grup toplantısına son defa katıldığını söylemesinin simgesel önemi tam idrak edilememişti. Parti amblemini kapatıp, üstüne Türk bayrağı konulmasının anlamı anlaşılamamıştı; ama bu temel farklılığın önemini yurttaş çok iyi anladı ve takdir etti.
“Biz asla sizin gibi olmayacağız” tutumu muhalefet açısından önemliydi, yani “Cumhurbaşkanı gençlerle toplanıyor” deyip AK Partili gençlerle yapılan ve bütün anaakım kanalların canlı yayınladığı partizan yayıncılık dönemine; AK Partili kadınlarla toplantıların “kadınlarla buluşma” diye takdim edilmesine; Cumhurbaşkanı olarak parti faaliyetlerini kamusal faaliyet gibi de takdim etmeye karşı tavır göstermek gerekiyordu. Yurttaş belli ki bu tür işlerden sıkılmıştı artık.
Zamanında CHP’yi devlet partisi ilan ederek eleştirenler benzer bir konuma düşünce inandırıcılık krizi oyların düşmesine neden oldu. Mesele adayların performansı, “çok çalıştık, az çalıştık” meselesi değildi.
Son seçimlerin ardından, şimdi artık yeni şeyler söylemek zamanıdır. Siyaset sözü örgütleme faaliyetidir, sözünüz yoksa sadece kendinizi örgütlersiniz, onun da çare olmadığını yaşayıp gördük.
Artık topyekûn siyaseti, devleti, kişileri tapınma, kalıba sokma konusu olmaktan çıkarma zamanıdır.
Ya otokratik siyaset ya demokratik siyaset, bunların ikisinin arası yoktur. Biraz ondan biraz bundan, ortaya karışık siyaset olmaz.
Şahsa bağlı mutlak bir devleti değil, demokratik, sosyal ve laik devleti savunmak, devleti hukukla taçlandırmak gerekir.
Depremde de gördük, hayatta en kutsal şeylerin başında gelir insan yaşamı, insanın can güvenliği. Yurttaşın bekasını sağladığınızda, devletin bekasını da sağlamış olursunuz.
Demokrasiyi bir güvenlik sorunu gibi gören zihniyet bu ülkeye en büyük zararı vermiştir. Bugün seçim sonuçlarının meşruiyetini kabul etme noktasında buluşmak bile önemli bir demokratik eşiktir.
Bu heterojen coğrafyayı tektipleştirmeye artık izin vermemek gerekir. Herkesin birbirine benzediği sıkıcı bir ülke olmaktan elbirliğiyle çıkaralım memleketimizi.
Öldükten sonra hepimizin yeri aynı olacaktır; ama yaşarken hayatımızın mezarlığa dönüşmesine izin vermemeliyiz. Hele ki çocuklarımızı kendimize benzetmeden bunu başaralım, benzersiz insanımızın yaratıcı enerjisini törpülemeyelim.
Yerel seçimlere 36 parti katılmaya hak kazanmıştı, ne güzel, eskiden 20 civarında parti katılırdı, sayı artmış diye de bakılabilir, bu durum partikülleşmenin işareti de olabilir. Bu seçimlere katılımın yine de yüksek olacağını düşünüyordum. Katılımın daha da yüksek düzeyde olmasını bundan sonra da hedefleyelim, çaba gösterelim, seçimin ardından güzel bir sinerji yaratıldı, moral eşikler aşıldı, ama yine de elde var bir gibi bakıp, gevşememek gerek.
Bir olalım, iri olalım, diri olalım. Gün güçleri dağıtma değil, toparlama ve bir arada siyaset yapma zamanıdır. Negatif rekabet yerine pozitif yarışma zamanıdır.
İki filozof kırda rekabetin anlamı üzerine tartışırken, bir ayı bunları kovalamaya başlamış. Yaşlıca olan “Boşuna koşuyoruz, ayıdan hızlı koşmamız mümkün değil” deyince, diğeri biraz önce rekabetin önemini anlatıp duran filozofa, “Ayıdan hızlı koşmama gerek yok, senden hızlı koşmam yeterli” demiş. Kastettiğim böylesi bir rekabet değil, Frenklerin “rat race” dedikleri sıçan yarışının insanlığı ne hâle getirdiğini, bütün değerler sistemimizi nasıl çökerttiğini, her gün talihsiz örnekleriyle görüyoruz.
Sadece doğruları söylemek yetmiyor, habire prospektüs okumak hastayı iyi etmiyor; ama doğruları hayata geçirerek, yaşatarak, güzel örnekleri artırmamız lazım. Hayatta örnekleri çoğaltılmamış doğrular, doğru olma vasfını da yitiriyor. Siyasetin sorun çözme kapasitesini her alanda artırmak gerekiyor.
Oscar Wilde’ın dediği gibi, “Tarihe olan borcumuz, onu yeniden yazmaktır”.
Türk siyasetçi ve akademisyen. 1996 yılında ÖDP’nin kurucu genel başkanı oldu ve 5 dönem, 10 yıla yakın süre genel başkanlık yaptı. 2007 genel seçimlerine bağımsız aday olarak katıldı ve İstanbul 1. Bölge’den Türkiye Büyük Millet Meclisi 23. Dönem üyeliğine seçildi.