yle ya da böyle bir tanrının varlığına herkes inanmak zorunda olduğu için, özellikle Mekke döneminde inen surelerde Allah’ın varlığından çok, birliği üzerinde durulur.
Allah (cc), ikisi üçü olmayan tek başına birdir. Bu ifade ‘vahdehü la-şerike leh’ şeklinde Kur’an-ı Kerim’de ve Resulüllah’ın (sa) dualarında çokça geçer. Yani O ‘bir’ olduğu gibi, her işinde her tasarrufunda da tek başınadır, hiçbir ortağı ve yardımcısı yoktur. O’ndan bağımsız kimsenin tasarruf gücü olamaz.
Müşrikler de Allah’a inanıyorlardı ama putlarının da bazı şeyleri yapabildiğini söylüyorlardı. Yani Allah’ın her şeyi görme, bilme, koruma, yaratma gibi sıfatlarının onlarda da bir nebze bulunduğuna, onların da kâinatta bazı tasarruflarının olacağına inanıyorlardı. Şu ayet bu düşünceyi sildi:
‘Allah tek başınadır dendiğinde ahirete iman etmeyenlerin kalplerinde nefret uyanır. Ama O‘nun dışındakiler de anılsa hemen yüzleri güler’ (Zümer 45). Yani Allah vardır ama bizim büyük bildiklerimiz de bazı şeyleri yapabilirler. Şimdi bile bazı ‘müminler’ bazılarının kâinatta tasarruf yetkisinin bulunduğuna inanırlar. Bu sebeple Allah’ı bir bilmede bu ‘vahdehü lâ-şerike leh’ cümlesinin anlamını iyi kavramak gerekir. Resulüllah Efendimiz’in (sa) bu cümlenin yer aldığı duanın sabah akşam namazların ardından on kez söylenmesini tavsiye etmesi çok anlamlıdır.
Buna benzeyen ve yine Kur’an-ı Kerim’de çokça geçen, ‘tevhid’ açısından böyle anlamlı ifadelerden biri de ‘Sübhanellahi ve-bihamdihi’ cümlesidir. ‘Sübhanellahi’, Allah’ın her türlü eksiklikten, zandan ve yaratılanlara benzemekten tenzih edilmesini, ‘ve-bihamdihi’ ise, her şey O’ndan olduğu için teşekkür ve övgünün yegâne sahibinin de O olduğunun ilan edilmesidir. Yani Allah mükemmel ve benzersizdir ve her nimet O’ndandır. O halde sadece O’na minnettarız.
Allah’ın varlığının ve birliğinin bilimle değil ama akılla bulunabileceğini söyledik. Ancak bu, akla bir yanlış bilginin bulaşmamış olmasını gerektirdiği için zor bir iştir. Bu sebeple Ehlisünnet akidesini anlatmada iki büyük imam olan Eş’arî ve Matüridî bu konuda farklı düşünürler. Birincisi tek başına aklın bunu başaramayacağını söylerken, diğeri başarabileceği kanaatindedir. Her ikisinin de haklı yönleri vardır. Evet, akıl Allah’ın varlığını ve birliğini bulabilir ama böyle saf akıl/aklıselim çok fazla olmadığı için bu neredeyse yok hükmündedir. Yine de bizim gibilere İmam Matüridî’nin görüşü, prensip olarak daha isabetli gözüküyor.
Bundandır ki, Kur’an-ı Kerim’de sayısız ayetler bizi kâinattaki delilleri düşünmeye çağırır. Kısaca bunun anlamı şudur: Aklıselimle kâinattaki düzeni ve mükemmelliği görüp anlayabilirseniz bunu var edenin varlığını ve birliğini de bulabilirsiniz. Bu aynı zamanda bilime de teşviktir. Allah bilimle bulunmaz ama tarafsız bilim bu mükemmellikleri görmenin rehberi ve ilk adımı olur. Aklımız fikrimiz yanlış bilgilerle ve ön kabullerle bulanmamışsa bu mükemmelliklerin her şeye kadir bir yaratıcının varlığını ve birliğini göstermemesi mümkün değildir.
Ama aklıselim O’nun varlığını ve birliğini anlayabilse de şeriatı anlayamaz. Onun için peygamberler gönderilmiştir. Mesele, O’nun varlığı ve birliği konusunda ikna olduktan sonra O’na karşı nasıl olmamız gerektiğini bilip öyle davranmamızdır. Yoksa bu sadece bir akıl eksersizi değildir.
Kısaca Allah her vasfında mükemmeldir, ezeli ve ebedidir. Hiçbir şey yokken O vardı ve O’ndan başka her şey bir gün yok olacaktır. Atom altı kuantlara kadar her şey her an O’nunla var olmaktadır. O hiçbir şeye benzemez, yaratılanlar gibi cisim değildir. O’nu bir şeye benzetme/teşbih, insan gibi düşünme/tecsim O’nu yanlış anlama olacağı için şirktir. O mekândan ve zamandan münezzehtir. Bu sebeple ‘Rahman’ın Arşın üzerinde olması ya da O’nun semada bulunması’ yön ve mekân itibariyle olamaz. Çünkü sadece O varken ne arş vardı ne de sema.
Böyle ayetlere ‘müteşabih ayetler’ denir ve bu konuda Ehlisünnetin iki temel izahı vardır: Birinci ve asıl olanı, böyle ifadeleri biz anlamayız, bununla Allah neyi kastetmişse ona inanır geçeriz. İkna olanlar için en garantili yol/eslem tarik budur. İkincisi, bunların bazılarına olduğu gibi/sözel anlamıyla inanmak doğru olamayacağına göre en azından böyle olanları tevil ederiz. Mesela, ‘bir gün Allah’ın yüzünden başka her şey yok olacak’ denmişse, ‘yüz’ ifadesini O’nun zatı olarak anlarız.
Dolayısıyla Allah, yukarı anlamında semadadır, ya da Arş diye bir mekân vardır onun üzerinde oturmaktadır diye düşünmek Allah’a mekân nispet etmek/tecsim ve O’nu yaratılanlara benzetmek/teşbih olduğu için yanlıştır. Çünkü ‘O hiçbir şeye benzemez’.
Birkaç mesele kaldı.