Nasıl bir STK, sahi nasıl bir sivil toplum?-

Sait Alioğlu yazdı...Nasıl bir STK, sahi nasıl bir sivil toplum?-

Nasıl bir STK, sahi nasıl bir sivil toplum?-

Türk ulus fikri ile öne çıkan sosyolog Ziya Gökalp, normal şartlarda seküler bir anlayışa ve yaşam şekline sahip olduğu halde, söylemsel prototipi ta Sultan Alparslan´a ait olduğu, ama günümüze kullanımı açısından yeniden uyarlandığı bilinen ?Minareler Süngümüz? başlıklı beyitinde şunları söylemektedir;?Minareler süngümüz, kubbeler müğfer, Camiler kışlamız, müminler asker/ Bu ilahi ordu dinimi bekler Allah u ekber, Allah u ekber.?

Yukarıda da belirttiğimiz üzere, ümmet fikri yerine ihdas edilen Türk ulus fikrinin banisi olarak bilinen Ziya Gökalp´in yukarıda belirtilen beyitte dile getirdiği olgu, ?kendine özgü bir bağlamda´ bu topraklar, bu topraklarda öteden beri varolan devlet ve millet/ümmet açısından bir anlam ifade ediyordu. Bununla birlikte, bu dizelerde dillendirilen ve giderek etkin bir söyleme dönüşen bu olgunun, kendi asliyetinden ve bağlamında kopartılmış bir şekilde ulusçuluk fikrine hizmete koşulduğu ne yazık ki söz konusu olacak ve burada koca bir milletin ve değerlerinin teslim alındığı görülecekti. Ki bu bir açıdan, ulus temelli olarak tasarladığı bilinen modern devlete, batılı paradigmaların sunamayacağı bir meşruiyeti alabildiğine sununmuş oluyordu. Bir meşruiyet meselesi açısından bir şiirin, modern ve modern olduğu kadarıyla da başlangıcı açısından totaliter temellere dayandırılmış bulunan cumhuriyet uygulamalarına konu edildiğini müşahede edilmektedir. O günden bugüne birçok iktidar, kendisini sağlama almaya yönelik olarak, gerek Türk-İslam tarihi´nden gerekse de Kemalist uygulamalardan birçok veriler elde etmeye ?azami gayret´ göstermişti denilebilir.

2002´de iktidara gelen ve üst üste on´un üzerinde seçim kazanıp birinci parti olan Ak Parti´nin, gerçek anlamda salt İslamcı olmasa da, süregelen modernleşme trendinde bu işi muhafazakâr kalıpları kullanma yoluyla politika üretme uğraşısında, bir takım ?dinî ve ?millî´ donelere ek olarak, İslâm dünyasında reel bir karşılığının bulunup bulunmadığı ve aynı zamanda temelinin varolup olmadığı hep tartışıla gelen, menşe itibarıyla da Batı´ya özgü olan, içerik olarak da ?devlete karşı toplum? konseptine sahip sivil toplumun, kurum bazında ?bize özgüleşen´ bir temelde iktidarın meşruiyetin maddi temelleri ile birlikte, bir açıdan da, belki başka iktidarlardan esirgenir oranda  ?manevî´ temelleri(!) ile birlikte işe koşulduğunu görmekteydik.

Öyle ki devlete karşı toplum olgusu, yine devletin kurucu felsefesine ?cidden´ halel getir(t)meden, içeriği ile oynama yöntemiyle bir anlam kaymasına uğratılarak mevcut iktidarın, bir açıdan altıncı kuvveti olarak kendine yer buluyordu. Kendisi 28 Şubat´ın kasvetli döneminin şartlarında, elden giden(Refahyol) sağcı/muhafazakâr iktidar deneyimine başka boyut kazandırmak adına, daha sonra Ak Parti olarak partileşen ?Erdemliler Hareketi? adlı yapı, ortaya bir nevi STK olarak çıkıp arz-ı endam ediyordu. Varolan konjönktürün de el verdiği oranda iktidar sahibi olan Ak Parti´nin, ceberut devletin elinin altında tutmaya çalıştığı ve büyük çoğunluğu Kemalizm´le bir nevi kanka hükmünde bulunan ve yaklaşık aynı ideolojik vetirelere sahip laik ve seküler STK´ların(ör. TÜSİAD, DİSK vs.) rejimi ilgilendiren hemen her alanda çehre değiştirerek ve?devlete karşı toplum? esprisini bir kenara bırakıp devletleşerek sisteme payanda oluyorlardı. Laik ve seküler çerçevede bunun pek istisnası hemen hemen yok gibiydi. Zira rejimle birlikte hareket edilmediğinde, ulusalcı, laik, seküler ve modern paradigmalara sahip bulunan kurucu felsefe yerini ilkel(!) ve gerici(!) bir felsefeye bırakabilirdi. Ki bu da nereden bakılırsa bakılsın, onlar açısından olası bir yıkım demekti!

Mevcut iktidar STK´ları altıncı kuvvet olarak mı görüyordu?

Doğrusu, yanlışı, eğrisi ve doğrusuyla, yüzü Ak Parti´ye ve dolayısıyla da mevcut iktidara dönük olan, ama gerek iktidarın yaptıkları, yapamadıkları ve gerekse de muhafazakârlık bulaşmamış İslâmcı düşünce ve söyleme sahip çeşitli çevrelerde yapılan konuşmalarda, Ak Parti iktidarının, topluma kabul ettirmek için ortaya koyduğu, koymaya çalıştığı politikaların benimsenmesine yönelik olarak, bir nevi altıcı kuvvet olarak gördüğü ve hemen her açıdan kendisine yakın olan/duran birçok ?muhafazakâr STK´lar üzerinden işi kotardığı dille getirilmektedir. Dedik ya, doğru ya da yanlış, böyle bir algı var; mahut bir çerçevede kalsa da. Ki ateş olmayan yerden dumanın çıkması pek mümkün değildi. Sistem içerisinde, kendinse verilen yetki açısından uğraşı alanı belirlenmiş bulunan ve sistemin ilk elden sacayağı sayılan; yasama, yürütme ve yargıya ek olarak, örneği bizde de görülen ve bir baskı aracına dönüştürülen ordu ile birlikte, diğer bir kuvvetin medya olduğunu biliyoruzdur. Sahnede olması modern devlet açısından gereklilik olan(yasama, yürütme ve yargı)yasal kuvvetlere, ordu ve medyadan sonra STK´ların da dâhil edildiğini görmekteyiz?

Gerçi Ak Parti iktidarından çok önceleri Kemalist kurucu felsefenin, adı sivil topluma da çıkmış olsa, devlete karşı toplum olgusundan ziyade, totaliter devletin, toplumu kendi amacı istikametinde bir dönüşüme tabi kılma çabalarının önemli bir kısmının, bizzat laik STK´lar tarafından üstlenildiği görülecektir. Keza, 28 Şubat postmodern askeri darbesi yapılırken alınan toplumsal(!) desteğin önemli oranda bu laik STK´lardan alındığı bir yakın tarih sancısı olarak hafızamızda varolan tazeliğini korumaktadır. Ki buna, 27 Mayıs darbesinde ?etkin? olduğu üzere, önemli bir dönüştürme kurumu olan üniversiteyi de eklemek gerekecektir.

Baştan beri hangi parti iktidarda olursa olsun, ipleri kendi elinde tutan Kemalist/bürokratik devletin kendi şartları içerisinde oluşan laik STK´lara bir değer biçmişti ve o değerler muvacehesinde onlardan,´yerine getirilmesi gereken´ istekleri vardı. Bunlarında hiç aksatılmadan yerine getirildiğini görmekteyiz?

Yaklaşık on beş yıllık Ak Parti iktidarında da, başta Kemalist sisteme ve onun seküler payandalarına karşı bir sinmişliği seçen muhafazakâr yapıların oluşturduğu STK´ların, daha sonra; bir, ya kendinden istenen iktidarî amaçlar, ya da bu iktidarî amaçları, bir açıdan kendisinin öteden beri düşlediği bir hayat telakkisine uygun düşmesi açısından uygulanabilir bulması, iki gücü de bir araya getirip, onları, karşılıklı çıkarlar konusunda konsensüse yönlendiriyordu.

Bu konsensüsten kaynaklanan durumun giderek ağırlık kazanması, kendini alabildiğine tahkim kılarken, peşinden de, önceleri kendilerini düşünceleri ve söylemleri açısından STK formunda görmeyen birçok İslâmcı yapıyı da etkiliyordu.

Özellikle de Arap baharı olarak tanımlanan sürecin akabinde patlak veren Suriye iç savaşı bağlamında, ya kendini çok net olmasa da Suriye´de taraf olduğunu ?kanırta kanırta? dillendiren İran´dan dolayısıyla da kendine özgü bir ?antiemperyalizm´ den yana koyduğu zehabına kapılan sözde İslâmcı, ama mezhebi çerçeveye oturduğu görülen çevre/ler ile yine İslâmcı çevrede bulunduğu bilinen, ama ?yanlışı ve doğruyla- kendini hep İslâmcı olarak tanımlayıp tanıtan öbür çevre ve çevrelerin, çoğu kez acelecilik içerisinde hiçbir zaman İslâmcı olmamış bulunan birçok çevre ve grup ile birlikte mevcut iktidardan yana tavır takınmaları, temelinde bazı gereklilikleri içeriyor olsa da bir garabet örneği olarak, manzarada kendine yer oluşturuyordu.

Gerçi, burada, salt muhafazakâr olan ve her ne şart altında bulunursa bulunsun mevcut iktidarı eleştirmeyi asla ve asla hiç düşünmeyen ve onun icraatlarını ?peşinen´ kabullenmiş görülen çevrelere kıyasla, tek tük İslâmcı grubun ?yerine göre´ eleştiri oklarını iktidara karşı yönelttiklerinin de altını çizmek gerekirdi, ama bu yeterli miydi sonuçta? Kesinlikle hayır!

Gönüllü STK fenomeni?

Ziya Paşa´nın;?Âyinesi iştir kişini /lafa bakılmaz/Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde?? deyişi misali, muhafazakâr STK´ların neredeyse tamamına yakınının Ak Parti iktidarı ile birlikte, kendine o konseptte bir yere oturttuğunu ve yaptığı işlerden ötürü, yapıla gelen işleri tanımlama ve kendi konumunu belirleme açısından kendine ?gönüllü kuruluş, ya da STK dediği gerçeğini görmekteyiz. Bu aslında iktidarın arayıp da bulamadığı ve meşruiyet arayışında elini güçlendirdiği bir manzaraya tekabül etmekteydi.

Ak Parti ile işlerlik kazandığı görülen bu gönüllülük olgusu, salt gönüllü olmanın yanında, bir yanını iktidarın oluşturduğu, diğer yanını ise, bu gönüllülüğe teşne olduğu, sıcak ortamlarda ve pratiklerde vuku bulan hadiseler açısından, bilinçaltının zahir olmasıyla bilebildiğimiz yapılar nezdinde kendini ortaya koymaktadır.

Bunda bir yanlışlık,  ya da hata var mı? Zahiren bakıldığında hayır, ama ilkesel olarak, eğer sivil toplum, batının kendisini, geçmişinin tortularından arındıracak oranda yenileme sürecinde bulduğu ve formüle ettiği devlete karşı toplum anlayışının bize yansıması ise, bu gönüllülüğün yanlış bir kulvarda seyrettiğini çok rahatlıkla söyleyebilirdik.

Bu, işin birinci faslı. İkinci fasla gelince; eğer bu yapılar, salt muhafazakâr form içinde değil de, İslâmcı formu benimsemiş iseler, ne adına olursa olsun; ister mevcut iktidardan, isterse de bizzat rejimden yana tavır alıp kendini gönüllülük içerisinde değerlendiremezdi ve tanımlayamazdı!

Birde öyle değil de, Ak Parti iktidarına denk düşen bir ortamda, yaklaşık yetmiş seksen yıllık bir geçmişi olan Kemalist zorbalığın içte kendi vatandaşına yaşattığı sancılı durumlar ve Osmanlı´dan neş´et eden İslâm dünyasına yönelik ?kurtarıcı rolü´nün çeşitli iç ve dış lobi ve baskı gruplarınca engellenmesine koşut olarak, bu oyunu boşa çıkarma adına Ak Parti´nin kendine biçtiği görülen role ortak edilmesi sonucu bu yapılar, çoğu kez iktidar bazında yapıla gelen yanlışları da görmemekte, görememektedir. Bunu yaklaşık on beş yıllık bir iktidar sürecinde alabildiğine gözlemledik.

 Bu açıdan güvenlik yasasının onaylanması aşamasında, olayın salt ?güvenlikçi konsept´ içerisinde değerlendirilmesi, ya da FG cemaatinin, anti demokratik ve yasal olmayan bazı yollar vasıtasıyla, sistem içinde yuvalanıp palazlanmasında, ta 17 Aralık darbesine kadar uzun sayılacak bir zaman diliminde, iktidarın yapıla gelen yanlışlarının bile isteye es geçilmesi konunun önemi açısından örnek verilebilirdi.

Mutlaka bardağın, alışılageldiği üzere hep boş tarafından bakılmaması gerekir, ama dolu tarafa bakmak içinde yelkenleri suya indirircesine ve kendine özgü ilke ve söylemlerden de ?işleri kotarıyor? diye iktidar adına vazgeçmek de olmazdı.

Toplum adına baskı grubu olmak mı zor, gönüllü kalmak mı zordur?

Normal şartlar altında, devlet olgusunun oluştuğu ve bir aygıta dönüştüğü vasatta, onun karşısında olması gerektiğinden maada, devleti değil de,toplumu öncelemesi gereken sivil toplumsal yapıların, devlet karşısından, çoğu kez de toplumun büyük çoğunluğundan verilmesi gereken destekten yoksun bir şekilde işlevsizleştiğini ve baskı grubu görevini yerine getiremediğini tarihi örneklerden bilmekteyiz.

En bilineni, İslâm tarihinde, başta iyi niyetlerle başlayan, ama daha sonra totaliter devletin, adeta tek tek toplumu oluşturan insanların, hemen her şeyi ile birlikte ruhunu da teslim aldığı bir ortamda, ilkesel olarak yapılan kıyam gerçeğine rağmen, sonucun hüsran olduğunu bilmekteyiz. Kaldı ki bu hüsran modern dönemde de kendini doğuda da ve batıda da hissettirmektedir.

Batıdan ziyade, doğuda, daha açıkçası İslâm dünyasında, yönetimin şura temellinden saltanata evrildiği vasat, zaman içerisinde kıyama gerek duymasa bile, sivil yapıların, yönetim dönük baskı olgusunu rafa kaldırmıştır. Bununla birlikte, saltanat yönetimine kıyasla nispeten daha ?iyi´ ve hem çoğulculuğa ve hem de söz söyleme, arzulanan şeyin elde edilmesine imkân tanıması, tanıyabilmesi açısından parlamenter sistemde baskı gruplarının önünün, hiçbir resmî ve ?ulusal´ gerekçeyi öne sürmeden ivedi bir şekilde açılması gerekmektedir oysa?

Batıda gelinen noktayı bu açıdan olumladığımız halde, İslâm dünyasında ve özellikle de Türkiye´de bunun pek de işe yaramadığını, STK´ların kendilerini, öyle bir şeye mecburiyetleri ve hakları olmadığı halde tevessül etmeleri nasıl izah edilebilirdi acaba?

Görünürde, yaklaşık yüz yıllık Kemalist vesayeti gerilettiği varsayılan Ak Parti iktidarı sürecinde, bunun olumlu oranda bir yansıması beklenirken, adeta devlet olmadan yaşama şansını kendinde bulamayan birçok STK´nın, bu işi gönüllülük çerçevesinde ıskaladığını görmekte ve böyle bir sürece ve mantaliteye ulaşma konusunda geçmişimizdeki bazı yanlışlara dikkat çekmeliyiz sonuçta?

Böyle olunca?

Her ne kadar sivil toplumu devlete karşıtlık içerisinde değerlendirip onu, görünenden yola çıkarak batılı paradigmalara bağlamaya çalışsak ve İslâm tarihi içerisinde, tabiri caize ?çalıyı dolaşarak´ kısmî orandan vücut bulduğu bilinen ve kendine özgü bir siviliteye nazire yaparcasına; maddi finansmanının bir kısmının Ebu Hanife tarafından karşılandığı bilinen Emevi saltanatına karşı yapılan kıyamlardaki İslâmî duruşu pek âlâ kendine özgü bir sivil olgu olarak tanımlayabilirdik.

Bugüne kıyasla, gerek yönetimde ve gerekse de halk/toplum katmanında yapıla gelen yanlışlara rağmen daha henüz saflığını yitirmemiş bir anlayış, el´an mevcut olan ve İslamiliği, bir keyfiyete binaen tali planda tutulan muhafazakâr iktidar karşısında, karşı duruşu gerektirdiği halde, sanki laik sistemden behemehalvazgeçilmiş ve yerine ?İslâm´a uygun? bir yapı varmışçasına, onu hiçbir eleştiriye tabi tutmadan, desteği olanca ağırlığıyla sunmak ve ne günümüz Batılı anlamda ve ne de yorumu gerektirmeyecek kadar net bir İslâmî anlamda sağlıklı durmaktadır.

Sağlamasını yaparsak şayet?

Tamam, kabul delim ki, eski devirleri yaşamıyoruz ve Kemalist sistemde yolun sonuna geldi; bunun yerine mutlaka, ama mutlaka bir iktidarın konulması gerekecektir, buna rağmen yönü Ak parti´ye dönük olan kitlenin büyük çoğunluğunu bir an es geçersek bile, bir kısmının muhafazakâr çevrelerle birlikte mevcut iktidarın gönüllüsü olduğu bir vasatta; iktidarın kotarmaya ve galiba sonuçlandırmaya çalıştığı muhafazakâr modernleşme konusundan tutunda, gerek Kürt sorununa yönelik deruhte edildiği düşünülen çözüm süreci ile, iktisadi, yani ekonomik alanda, liberal kapitalist bir işleyişin devam ettirileceği mi, yoksa bu alanda referansının İslâm´dan alınacağına kanaat getirilecek yeni bir sistem mi oluşturulacak? Bu iki konu, içeri açısından önemli olmakla birlikte muğlaklığını korumaktadır ne yazık ki?

Manzaraya bakıldığında gönüllük esasına dayandığı bilinen ve o minvalde oluşan bu tür bir STK anlayışının sahipleri olan muhafazakâr ve buna ilaveten bazı İslâmcı çevrelerin en başta, iktisadî kalkınma konusunda nasıl bir yol ve yöntem takip edilmesi meselesi, çevreden merkeze aktarılamamıştır. Bizce, önemli bir görüngü olan bu konu, aynı zamanda, o STK´ların, diğer konularda, işi oluruna bıraktıklarını da, maalesef ki ele vermektedir.

Tamam, baştan ayağa bir vesayet sistemi olan Kemalist bürokratik devletin çeşitli uygulamalarına karşı verilen ve vesayeti bitirmeye yönelik çabaları görmekle ve ortaya konulan politikaların, çabaların hakkını teslim etmekte birlikte, kendine özgü bir biçimde seyrede gelen sivil toplumun genleriyle oynamadan, ikisini de iki ayrı güç, iki ayrı anlayış ve iki ayrı uygulama olarak görüp hakkın vermek çağdaş bir yaklaşım olsa gerek.

Bu, iki ayrı olguya -ki mevzular sadece bunlardan ibaret değil- Ak Parti dışında kalan siyasi partiler nasıl yaklaşıyorlar, bu ayrı bir konu olmakla birlikte, ?ikimizin de eli birbirine mahkûm? ikilemi içerisinde gerek mevcut iktidarın, gerek, eskiden olduğundan daha fazla bir şekilde toplumu kucaklaması, her şeyden ziyade anayasal bir görevi olan Erdoğan´ın ve gerekse de, toplumun tümünü olmasa da, bir kısmına erki geçen sivil yapıların, kendilerini bu mahkûmiyet felsefesinden sıyrılıp arındırmaları gerekir ki, yine söyleyelim; gerek Batılı anlamda ?devlete karşı toplum´ ve gerekse de ?İslâmî anlamı itibarıyla´ toplumu, işi bağlamından koparmadan, kendi sivilliğini yaşamasına imkân sunmak daha yararlı ve daha sağlıklı olurdu.

Kaynak: Üç aylık Kriz ve Kritik Dergisi, 2. Sayı