İlahiyatçı yazar Mehmet Gündoğdu; insan için bir nasihat hükmünde ve hakikat olan ölüm olgusuna dikkat çekiyor.
Yüce Rabbimiz: “Hiçbir kimse Allah’ın izni olmadan ölemez; o, belli bir vakte bağlanmıştır. Kim dünya nimetini isterse ona ondan veririz; ve kim ahiret nimetini isterse ona ondan veririz. Şükredenlerin mükafatını vereceğiz.” (Âl-i İmran,3/145)
“(Ey Muhammed!) Şüphesiz sen öleceksin ve şüphesiz onlar da öleceklerdir. Sonra şüphesiz siz kıyamet günü Rabbinizin huzurunda muhakeme edileceksiniz.” (Zümer, 39/30-31) buyurur.
Bu korona virüs nedeni ile her gün onlarca ölüm haberleri, ölümü sıradanlaştırdı. İnsanlarda ülfet peyda etti. Sadece bazı ünlülerin vefatı dikkat çekiyor, o kadar!
Esasen her canlı ölümü tadacaktır (Âl-i İmran,3/183 ,Enbiya,21/35, Ankebut29/57). Yüce Allah’ın bize verdiği hayat geçicidir. Allah’tan geldik ve neticede her birimiz tekrar O’na döneceğiz ( Bakara,2/46,156 ). Kıyamet günü yüce Yaratıcının huzurunda hesap vereceğiz.
İnsan hayatının farklı aşamaları vardır. Her insan doğar, büyür ve sonunda ölüm dediğimiz gerçekle karşılaşarak geldiği yere döner.
Hayatımız, ölüm denen hakikate doğru durmadan akmaktadır. Kısa bir misafirliğin ardından, biz de her gün binlerce insanı yolcu ettiğimiz ebediyet yurduna adım adım yaklaşıyoruz.
Ölümle dünya hayatının perdesi kapanırken, kabir perdesi aralanır. Ardından ahiret kapısı açılacaktır. Peş peşe takip eden bu sahneler her insanın mutlaka karşılaşacağı yaratılış gerçeğinin farklı aşamalarıdır.
Ölüm, kişiyi yatağından ayırıp toprağa, dünyanın kalabalığından alıp kabirde yalnızlığa terk eder. Çoluk çocuğundan mahrum bırakıp kara toprağın bağrına salıverir.
Ancak şunu unutmamalıyız ki, hepimizin kapısını çalacak olan ölüm, bir son değil, yeni ve ebedî bir hayatın başlangıcıdır.
İnsanlar belirli bir süre kabirde kalır daha sonra mahşer dediğimiz, kalpleri ürperten, nefesleri tüketen, renkleri solduran, kişiye en yakınlarını bile unutturan diriliş günü gelir.
O gün, kişinin canından, malından, yaptıklarından ve yapmadıklarından hesaba çekileceği gündür. O gün, küçük büyük demeden, dünyada işlenen her şeyin yer aldığı amel defterinin açılıp sahibine verileceği gündür.
Ahiret günü, herkes dünyada yaptığının karşılığını bulur. O gün, insanların kimi hazırlıklı, kimisi hazırlıksızdır. Hazırlıklı olanlar müminlerdir. Bu kimseler, dünyada iman etmiş ve imanlarının gereğini yapmaya çalışarak Rablerini razı etmeye, Rablerinin rızası doğrultusunda bir hayat yaşamaya çalışmış kimselerdir.
Hazırlıksız olanlar ise, dünya hayatında imandan yüz çeviren veya inansa bile Rablerinin rızasını kazanma gibi bir talepleri olmayan, ahiret hesabı yapmayan kimselerdir. Her iki kesim de amelinin karşılığını bulur.
Neticede herkes, ne ekmişse onu biçecektir. O gün, orada herkes kendi hesabını vermek durumundadır. Müminler, kâfirler, haklılar, haksızlar, zalimler, mazlumlar, zayıflar ve güçlüler, iftira edenler, iftiraya uğrayanlar birbirleriyle hesaplaşacaklardır.
Herkes kendini haklı çıkarmaya çalışacak, neticede yüce Allah, hükmünü verecek, haklı olan haksız olandan ayırt edilecektir.
Onun için Cenâb-ı Hak âkıbetimiz hakkında şöyle îkaz buyurur:
“Ey îmân edenler! Allah’tan korkun ve herkes, yarına ne hazırladığına baksın. Allah’tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (el-Haşr, 18).
Ölüm hususunda insanlar müşterek olmakla beraber, ölümü karşılama ve algılama biçimi insanların durumlarına göre farklılık arz eder. Her şeyini dünyaya bağlamış, ahiret inancı taşımayan bir kimse için ölüm en büyük korku ve felakettir.
Fakat Allah’a inanan ve bu doğrultuda yaşayan mümin için durum farklıdır. O, her ne kadar bir anlık dünyadaki sevdiklerinden ayrılma üzüntüsü taşısa da onun için ölüm, Rabbine olan vuslattır.
Neticede inansın veya inanmasın hiçbir canlının ölümden kurtulma imkânı olmadığına göre, ölüme hazırlıklı olmalı, hayatımızı imanla, ibadetle, güzel ahlakla geçirmeye çalışarak Rabbimizin rızasını kazanmaya çalışmalıyız.
Zira bir Hadîs-i şerifte de şöyle buyurur Peygamberimiz (a.s):
“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl öldüyseniz öyle dirilirsiniz!..” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, V, 663)
Konuşan dillerimiz konuşmaz, gören gözlerimiz görmez, tutan ellerimiz tutmaz, yürüyen ayaklarımız yürümez olunca, nefeslerimiz tükenip dudaklarımız kapanınca artık ahiret için yapabileceğimiz bir şey kalmaz.
Onun için iş işten geçmeden şu nasihatleri dikkate almalıyız:
Dost istersen Allah yeter.
Yârân istersen Kur’ân yeter.
Mal istersen kanaat yeter.
Düşman istersen nefis yeter.
Nasihat istersen ölüm yeter.
Vesselam.
Kaynak:
D.İ.B, Kur’an’dan Öğütler-II, Ölüm, en büyük nasihat, 244.