Namık Kemal’in Paltosu

Yusuf Tosun, Beşir Ayvazoğlu’nun, meşrutiyet dönemi edebiyatçılarından ve aynı zamanda dönemin muhalif İslamcılarından olan “vatan şairi” Namık Kemal’e yönelik kitap çalışması üzerinden bir değerlendirmede bulunuyor.

Namık Kemal’in Paltosu

Beşir Ayvazoğlu ismini daha çok portre kitap çalışmalarından tanıdım. Zor bir yazarlık görevini icra ediyor. Zira portre çalışmaları diğer türlerde yazı yazmaya benzemiyor. Olay sadece malzeme toplamakla alakalı değil tabii. Asıl önemli olan işin işçilik, alın teri, emek,… boyutu. Sadece sanatını değil işin içine ruhunu da koymak gerekiyor. Tıpkı enva-i çeşit çiçekten topladığı özü bal yapmak için didinen arı gibi… Portre çalışmaları da bir bakıma böyledir. Topladığınız vesikaları tamı tamına yerinde kullanıp içine bir bakıma ruh da üfleyerek bir şahsiyet inşa ediyorsunuz. Olabildiğince objektif olacaksınız ve de hissi davranmayacaksınız. Bir nevi o şahsiyeti siz de yaşayarak oluşturacaksanız. İşte işin zor tarafı da bu ya!…

İşin doğrusu Beşir Ayvazoğlu, portre çalışmalarında hakkını vererek yapanlardan biri. Her ne kadar Kapı Yayınları’nda Eylül 2024’te yayınlanan Namık Kemal‘i konu alan Kemal isimli son çalışması tam bir portre çalışması olmasa da son derece önemli donelerle dolu bir kitap. 

Zaten kendisi de girişte; “Kemal ne bir Namık Kemal biyografisi ne de onun edebiyat anlayışının ve fikir dünyasının analizdir.” diyerek bu durumu peşinen ifade etmiş oluyor. 1935 yıllarında Peyami Safa ile Nazım Hikmet arasında cereyan eden kavga bu kitabın ana gövdesini oluşturuyor. Aynı şekilde Nurullah Ataç ile ilgili araştırmalar ve Habib Sevük‘ün Namık Kemal ile ilgili yazısı böyle bir kitabın yazılmasına önayak oluyor. İyi ki de olmuş. Çünkü bu vesileyle biz de Namık Kemal ile ilgili yaşananlardan bir dönemin tarihini yeniden başka bir gözle okumuş oluyoruz. En önemlisi de Namık Kemal’den mütevellit Kemal ismini alan Atatürk’ün Namık Kemal’le ilgili duygularının arka planını öğrenmiş oluyoruz. Türk Ocağı’nın açılış töreni öncesi Hamdullah Suphi ile aralarında geçen heykel olayı bu arka planın en somut hadiseleri olarak önümüze konuluyor. Ve tabii Atatürk’ün vefatından sonra Namık Kemal ile ilgili yaşananlar da ayrı bir gözle okunmayı hak ediyor.  

Nitekim kitabın arka kapağında da bu durum sarih bir şekilde özetleniyor:

Kemal ve Namık isimlerinin çocuklara “vatan şairi”ne hayranlık duyanlarca verildiği, özellikle Kemal’in Mustafa Kemal’le birlikte daha da fazla benimsendiği bir gerçektir. Atatürk de Kemal’ini ona borçluydu. Ancak isminin gençlik yıllarında şiirlerini ezberlediği Namık Kemal’le birlikte sık sık anılmasından rahatsız olmaya başlamıştı. Aydınlar da artık Namık Kemal’in vatan, millet ve hürriyet anlayışını Cumhuriyet’in değerlerine aykırı buluyorlardı, bu sebeple onun eserlerini “kanon” dışına atmak için büyük bir kampanya başlattılar. Ancak İsmet İnönü cumhurbaşkanı seçildikten sonra kurulan hükümetin ilk işlerinden biri dört farklı renkte Namık Kemal pulları bastırmak oldu. Böylece Adıvar çifti gibi Namık Kemal de ülkesine geri dönmüş, Rauf Orbay ve Kâzım Karabekir gibi İstiklâl Mahkemelerinde yargılanmış Milli Mücadele kahramanlarıyla birlikte onun da itibarı iade edilmişti.’

Vatana Askerlik Kadar Hizmet Eden Edebiyat

Namık Kemal, Abdülhak Hamid’e yazdığı bir mektupta “edebiyatın vatana askerlik kadar hizmet ettiğinin” altını çizer. Çünkü o, edebiyatla hayat arasında bağ kuran ve eylemleriyle de bunu gerçekleştiren ender şahsiyetlerdendir.

Namık Kemal’in hayatında önemli değişiklikler yapan en önemli kişi şüphesiz ki, Şinasi’dir. O, Şinasi ile tanışıncaya kadar eski tarz şiirler yazmıştır. Şinasi, Namık Kemal’in yeni tarz şiirler yazmasında etkili olmuştur. Çünkü Şinasi, Namık Kemal için yepyeni bir ufuk olmuştur. Namık Kemal, yeni Türk Edebiyatı için sık sık; “Edebiyat-ı Sahiha” (Gerçek Edebiyat) tabirini kullanmıştır. Özellikle edebiyatı, sosyal amaçlar için kullanma konusunda Şinasi’den etkilenmiştir.

Namık Kemal, Şinasi’nin üslubundan da istifade etmiştir. Yazı dili ile konuşma dilini olabildiğince birbirine yaklaştırmıştır. Ancak yazıda söz güzelliğine de çokça önem vermiştir.

Üslubu; dinamik, renkli ve akıcıdır. O, kafası batıda, kalbi doğuda ilginç biridir. Aynı zamanda onda, “Toplum için sanat” düşüncesi hâkimdir.

Namık Kemal, kendinden sonra da birçok edebiyatçı, aydın ve düşünürün yetişmesine vesile olmuştur. O nedenle birçok Türk aydını Nâmık Kemal’in paltosundan çıktı dense yeridir. Bu durumu Süleyman Nazif şöyle ifade eder. “Asar-ı Kemal’i yalnız kitaplarda, gazete ve mecmua koleksiyonlarında aramayınız. Recaizade Ekrem’den, Faruk Nafiz’e kadar hepimiz, edib-i azamın kendi istidat ve kabiliyetimize göre, büyük küçük birer eseriyiz. Bizi yaratan Allah, yetiştiren de Namık Kemal’dir.” Haksız da değil…

Temennimiz; Beşir Ayvazoğlu’nun olaylar üzerinden yola çıkarak değerlendirdiği/anlattığı Namık Kemal adlı bu çalışmanın önyargıların kırılmasına ve Namık Kemal’in doğru anlaşılmasına bir adım olması…

Namık Kemal kendi tabiriyle; “Ben Allah’ımın huzuruna terliklerimi giyerim de şıpır şıpır koşarım.” diyecek kadar ölümden korkmayan biridir. Nitekim fikirleri uğruna sürgünden sürgüne gönderilmiş gene de hak bildiği davadan vaz geçmemiştir. Ve sonunda böyle bir hal üzere ruhunu teslim etmiştir.

Namık Kemal’i vefat yıldönümünde (2 Aralık 1888), fotoğrafının arkasına yazdığı son şiiriyle yad edelim;

“Namus ile irfanı yetişmez mi mükafat?
İkbal yolu gerçi Kemal’in kapanıktır;
Çok ak görmesem de saçında, sakalında,
Elminnetülillah yüzü ak, alnı açıktır.”

 Namık Kemal’e rahmetle…

 

Kaynak: Dibace.net