Hani Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir sözü vardı Tekirdağ’da “Ayasofya’yı ne zaman açacaksınız?” diye soran vatandaşa:
“Ayasofya’nın yanı başındaki Sultanahmet Camii’nin içini doldurduk mu?” Ayasofya’yı açmakta ortaya bazı sorunlar çıkabileceğini ifade eden, bir tür “provokasyon ihtimali”ni ortaya koyan öbür sözlerini, bugün hatırlamak hem işin neşesini kaçırabilir, hem “kararı didikleme” gibi anlaşılabilir. Demek ki her şey göze alındı, uluslararası konjonktür uygun bulundu ya da “Türkiye bunu göğüsleyebilir güce ulaşmıştır” diye düşünüldü ve karar verildi. Artık kararın arkasında durma zamanıdır.
Ama diğer söz önemlidir. Artık Sultahamet Camii’nin içini doldurmak gibi Ayasofya’nın içini doldurmak diye bir mesele vardır.
Hatta sabah ve yatsı namazlarında yaşını başını almış bir – iki kişiden ibaret cemaatlerle namaz kılınan mahzun köy camilerinin içini doldurmak diye bir mesele vardır.
Ezanın asli ifadelerle okunması önemlidir. Bunlar “İslam’ın şiarları”dır. Sembol değerlerdir. Onların özgürlüğünün engellenmesi, üzerlerinde tasarrufta bulunulması müminleri yaralar.
Aynı şekilde “sembol” bir cami üzerinde onun kimliğine yakışmayacak tasarrufta bulunulursa, o da yüreklerde bir sancı odağı haline gelir, bir “Dava”ya dönüşür. Tek Parti döneminin iki alandaki kararı, toplum – devlet ilişkilerini yaralayan ve bana göre Milli Mücadele’nin oluşturduğu büyük heyecanı sarsarak, yeni dönemin arkasındaki millet desteğini azaltan stratejik hatalar olmuştur.
Ezan da fay hattıdır devlet – toplum ilişkilerinde, Ayasofya da.
Başörtüsü de böyleydi.
Bakılsın, CHP, son süreçte, tüm bu alanlardaki duruşunu revize etmeye çalışıyor, ama bazen kendi içinde sorunlarla karşılaşıyor, çünkü, sembol isimlerin yaptığı icraatın zihinlerde bıraktığı izleri revize etmek de kolay olmuyor.
Bunlar parantez içinde ifade etmek istediğim hususlar.
Asıl sayın Cumhurbaşkanı’nın o sözüne gelmek istiyorum, çünkü benim “artı” olarak söyleyeceğim şeyler var.
“Sultanahmet’in içini doldurmak” meselesi. Ayasofya’nın içini doldurmak yani.
Ben de diyorum “ bu” diye bir meselesi olmalı asıl inanan insanın.
Aslında Kur’an’ın uyarısından bahsettiğimi hemen anlayacak namaz hassasiyeti olanlar.
Kur’an’da Maûn Suresindeki “Yazıklar olsun o namaz kılanlara…” diye başlayan ve “ki onlar namazlarından habersizdirler…. Ki onlar gösteriş yapmaktadırlar ve en küçük bir yardımı da engellerler” diye devam eden ayeti. Surenin namaza gelinceye kadarki ilk ayetlerinde ise “yetimi itip kakan, yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen insan”ın aynı zamanda “Din gününü de yalanladığı”na işaret edilir sorulur: “Gördün mü sen o adamı… O adamın yaptığını… O adamın nasıl bir adam olduğunu… İçi boşalmış bir namazın, insanı savurduğunu anlarız bu ayetlerden. Kur’an’da, “namaz kalitesi” üzerinde duran daha pek çok ayet vardır. “Namazın hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyması istenir” mesela Kur’an’da. (Ankebût suresi, 45)
Niye?
Çünkü, her namazda Allah’ın huzuruna çıkıyorsun, vasllında her zaman o Huzur’dasın ama, namazla, daha bir bilinçle çıkıyorsun Huzur’a, abdest alıp, yani temizlik hassasiyetini kuşanıp çıkıyorsun, elin – yüzün temizlik duygusu kuşanmış halde çıkıyorsun, ellerine bakıyorsun, sabahtan öğleye kadar kirlenmiş mi, “Böyle çıkılmaz Rabbin Huzuruna” diyerek çıkıyorsun…
İşte “Namazın içini doldurmak” dediğim şey bu.
Bazen camileri dolduramazsın, camiler mahzun kalır, bazen camiyi doldurup namazın içini dolduramazsın namaz mahzun kalır.
Başörtüsüne özgürlük sağlandı, yasakken yasağın getirdiği dirençle – tutku ile ona sarılanların bir kısmı, yasak kalktıktan sonra farklı etkenlerle iç coşkuyu kaybetti ve “Bu nasıl tesettür?” denilecek savrulmalara tanık olundu.
Çok uzunca zamandan beri “kişilik aşınması” var mü’min camiasının gündeminde. Hatta “inanç aşınması” var.
“Ahlaki duyarlılığımıza ne oldu?” soruları sorulmuyor mu?
Sadece namazın içi boşalmıyor demek ki, bir boşalma başladığında bu, ibadetten ahlâka kadar tüm alanlara ulaşıyor.
Mescid-i Nebi çok mütevazı bir mekandı Rasulullah (s.a.v.) zamanında. Mekke’de iken bir mescidleri bile yoktu Rasulullah’ın etrafında toplanan mü’minlerin. Dar’ül Erkam diye bir mekan her şeydi. Zaten “Yeryüzü mescid kılınmıştı.”
Çalıştığı inşaatın tepesinde secdeye kapanan işçinin namaz coşkusuna imrenmiştim.
Ayasofya olsun kuşkusuz, Sultanahmet olsun, milyonlarca mü’mini kucaklayan Kabe, Mescid-i Nebi olsun, ama onların içini dolduran mü’minler de olsun bir, yüreklerini namazla dolduran mü’minler de olsun iki…
Asıl mesele “Güzel Müslüman”ı inşa etmek. Rasulullah’ın “Güzel Müslüman” cdiye tanımlayacağı insanı inşa etmek…