Naheller vurulmaya devam ederken

Sait Alioğlu’nun, hertaraf.com’daki yazısı;

Naheller vurulmaya devam ederken

Çok yakın tarihimizde “örtülü darbe dönemi” olarak bilinen doksanların başında(92 yılı)bir suikast sonucu öldürülen Kürt gazeteci ve yazar Musa Anter, “Hatıralarım” adlı eserinin bir yerinde(*)cumhuriyet’in ilk dönemlerinde askerler tarafından geniş bir alanda olduğu üzere, yaşadığı köye de sık, sık baskınlar yapıldığından, bazı sebeplerden dolayı soruşturmalardan geçirildiklerini ve birçok sıkıntıya uğradıklarından bahseder.

Annesinin de, askerlerin, kendilerinden ne istediklerini bilmek ve öğrenmek için küçük Musa’ya “git Türkçe öğren; bunların derdi ne, bizlerden ne istiyorlar” diye bir istekte bulunduğunu belirtir.

Ve böylece, normal şartlarda öğrenilmesi gereken bir dil, yani Türkçe, yapılan baskıların mahiyetini öğrenmek kasdıyla öğrenilmiş olur.

Tabii ki, o dönemin askerinin “üstlerinde almış olduğu emir icabı” yapmış olduğu baskı(n)lar sonucu bir insanın, yani Musa Anter’in, “neden böyle?” sorunsunun cevabını bulmak için Türkçe öğrenmesi bir yanlışlığa binaen söz konusu ise de, sonuçta aynı topraklarda var olan ve giderek “ortak dile dönüşen” bir dilin talimi vücuda gelmiş…

Gerçi, bu dil başka bir şekilde de öğrenilemez miydi? Tabii ki de “evet”, ama insanlar, mecburiyetten böyle “zahmetli, meşakkatli” bir yolu tercih etmek zorunda kalmışlar, bırakılmışlardır.

Geçmişten dersler ve ibretler çıkararak, ona “geçmiş olsun” diyelim…

Gelelim sadede…

Birbirini, bir silsile içerisinde takip eden edayla; Haçlı seferleri, deniz aşırı toprakları ele geçirme ve oraları sömürgeleştirme politikaları sonuçta Batı’nın, önünde engel teşkil eden Osmanlının tarih sahnesinden silinmesi adına, oluşturulan “Şark(Doğu) Sorunu” gerekçesiyle Osmanlı mülkü peyderpey işgal edilmişti. Bu yüzden toprak kaybeden Osmanlı’nın elinde kalan son(Anadolu) toprakları da, galip devletler tarafından bir, bir işgal edilmişti.

Bu toprakların hemen hepsi ülkenin güneyinde idi; Adana, Maraş, Antep, Hatay(Antakya) ve Urfa…

Sömürgeciliğin şanına uygun olarak, bu topraklarda yaşayan insanların başta dilleri olmak üzere birçok maddi ve manevi değerlerinin, bir daha geri gelmemek üzere ortadan kaldırılması, o insanların tamamen asimile edilmesi bilinen bir gerçektir.

Bu durum, eğer o illerde kalıcı olsaydı devam eder miydi; bilinmez, ama belli bir oranda iz bırakabilirdi.

Şundan dolayı, daha birkaç yıl öncesine kadar Hatay’da o günleri yaşamış bulunan epeyce insanın Fransızca bildikleri medyada dile getiriliyordu.

Dilin bir zararı mı olurdu? Tabii ki de hayır! Aynen Kürtlerin önemli bir kınsının iki dilli bir hayatları olduğu üzere…

Ama bu yanlış durumu, Fransızların Kuzey Afrika(Mağrib) insanına halende yapmaya çalıştıkları “yanlış” durumlarla kıyaslamamak gerekir.

Dedik ya; gelelim “yeniden” sadede…

Nahellerin babaları, dedeleri de Fransız sömürgesi altında kaldıklarından dolayı o dile ve kültüre “istemeseler de” vakıf olmuşlar ve sömürgeciğinin kendi topraklarında “bir şekilde” devam etmesi, buna bağlı olarak “geri bıraktırılış” gibi ontolojik sebeplerden ötürü efendinin topraklarına göçmek zorunda bırakılmışlardı.

İşte, hem sömürgeleştir, onlar başkalaştır ve o insanlar ülkene gelip yerleşince de, onlara oralarda da türlü eziyetler çektir, “öldürülmelerinin makul bir iş olduğunu” çeşitli yollarla dünya, aleme ilan et!

Bu durum, Fransa’nın şahsında öteden beri devam etmektedir. Özellikle de yakın dünya tarihine etki eden Fransız ihtilali sonucunda, kulvar değiştirip Katoliklikten yüz geri edip sekülerizmin hayat düsturu olarak kabul edilmesi ile başlayan bir sürecin sonucu olarak naheller öldürülüp katlediliyor.

Bu durumun devam edeceğimi olayların akışına bakarak belirtebiliriz.

Hele ki, kendini çok öven, dolayısıyla seküler bir anlayışın sahibi olan ve bununla birlikte “üstlendiği görev icabı” Fransız “derin” devletinin emrinde bulunan Emanuel Macron’un dışarı yansıyan şımarıklığı ve kibri kırılacağı güne kadar devam edecek gibi…

Aynı zamanda, Macron’unda az, çok temsil ettiği Fransız solu’nun önemli bir kısmının, soğuk savaş sonrasında, sosyalizmin küresel başarısı için değil de, Avrupa merkezli bir görünümünde olmuş olsa da giderek küresel kapitalizme hizmet eden Fransız seküler(solun bırkısmını da işe teşne kılarak) mantalitesinin bekası uğruna kendini değersizleştirmesi de işin farklı bir yönüne işaret etmektedir.

Macron ve devleti, normalde kendi yapıp ettiklerinin bir cezası olarak başta Mağrib ülkeleri olmak üzere Afrika’dan yüzlerle, binlerce insanın oraya göç etmesi sonucu oluşan bir yaşamı kendilerine bir tehdit olarak görmeye başladılar. Gerçi, sözde bu tehdide karşı Sarkozy’de şiddetle karşı çıkıyor ve karşılık vermeye çalışıyordu.

Macron ise bir “tık” ileri giderek, salt ideolojik saiklerle değil, ama insani, yani fıtrî gerekçelerle, kendi ülkelerine gelip orada yaşamak zorunda kalan göçmenlere sahip çıkan, onlar için eylem yapan kendi “hain(!) solcuları ile bu zavallı insanları aynileştirerek, onlara “İslamogoşist” demeye başladılar. (Bu konuya dair bir yazımız yayınlanmıştı; https://farklibakis.net/yazarlar/sait-alioglu-yazdi-fransa-ve-islamogosizm-bir-tasla-iki-kus/)

Olaylar, herkesin malumu olduğu üzere polisin, Cezayirli Nahel adlı bir gencin, sözde dur ihtarına uymadığı için öldürülmesi üzerine başladı, şiddetini giderek arttırdı ve şimdi de temelinde sömürgecilik olan Belçika ile İsviçre’ye de sıçradı. Nerede duracağı ise şimdilik meçhul.

Meçhul olmayan bir şey var ki, o da, geçmişinde sömürgecilik olan Fransa gibi ülkeler ve onlar gibi “kibir abidesi” toplumlarda; Müslüman, yabancı ve göçmen karşıtlığının, temelinde sömürgecilik bulunmayan bizim gibi ülkelerde de faşizm libasını kuşanmış ve ulusalcılık adı altında düpedüz ırkçı politikaların hayata geçirilmesini isteyen güruhun, fırsat ele geçtiğinde, kendi mülevves emelleri uğruna kötülükleri icra edecekleri gerçeğidir.

Bu tehlikeye karşı dikkatli olmak, uyanık davranmak ve dünyaya “Fransız kalmamak” gerekir. Zira ırkçılık bulaşıcı bir psikososyal ve psikopolitik vb. bir hastalıktır. Ki, ne olursa olsun hastalıkla birlikte yaşamamak gerekir.

(*)https://www.kitapyurdu.com/kitap/hatiralarim/262980.html

 

Kaynak: hertaraf.com