16.10.2018 Salı
Dış politikanın ne kadar çok titizlik isteyen bir alan olduğunu kısa zamanda yaşadığımız tecrübelerle bir kere daha anlamış durumdayız. Hep ifade etmeye çalıştığımız bir gerçek var; dış politikada konuşmadan önce susmayı başarmak önemlidir. Çünkü söz bağlayıcıdır. Geri dönüşü çok zordur. Dönülse bile derin izler bırakır. İç politikayla kıyaslandığında ödenen bedeller daha ağır olur. Ayrıca dış politikadaki artı veya eksi sonuçlar bir ülkenin geleceğini dolaylı falan değil doğrudan etkiler. Böylesine önemli bir alanda atılacak adımların, alınacak kararların kılı kırk yararak hayata geçirilmesi gerekir. Bu alana kumanda edecek irade de tabi ki seçimlerle işbaşına gelir. Ancak dış işlerinde görev yapan diplomatların, bürokratların şahsi siyasi tercihleriyle değil, uzmanlıklarını içeren ehliyet ve liyakatleriyle öne çıkmaları esastır.
Neden böyle bir giriş yaptık? Malum Brunson serbest kaldı ve Beyaz Saray´da neredeyse devletin anahtarlarını teslim alacak şekilde üst düzey bir seremoni ile karşılandı. Brunson gitti ama bizdeki tartışmaları devam ediyor. Bu olaydan da anlaşılacağı gibi bu toplum özellikle son 15-20 yıldan beri her şeyi uçlarda yaşıyor. Böyle yaşamaya da aslında alıştı. Bazı insanlarımız birbirine taban tabana zıt konuları savunurken hiç de acemilik çekmiyorlar. Brunson´da da aynısını gördük. ?Popüler siyaset? anlayışının revaçta olduğu, aklın, mantığın popülariteye kurban edildiği bir dönemi yaşıyoruz.
İyi de bu alanda popüler bakış açısıyla nereye kadar gidebiliriz? Şurası çok açık ki, dış politikadaki başarısızlıkların etkisi ilk anda hissedilmez. Bunu da atlattık diye rahatlama oluşturacak bir zemin bulursunuz ama ilerleyen süreçte mevzi kaybını çok acı sonuçlarla test etmiş olursunuz. Hâl böyleyken dış politikanın partiler üstü anlayışla bir ülkenin gözü gibi koruması gereken bir alan olduğunu idrak etmek zorundayız. Bir diplomatın ülkesinin seçilmiş hükümetinin aldığı kararların aksine adımlar atması ne kadar kabul edilemez bir şey ise, aynı o diplomatın bir iktidarın tetikçiliğine soyunması da o kadar kabul edilemez bir durumdur. Bugün dış politikadaki temel sorunumuz, kurumsal aklımızı kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalmışlığımızdır. İster kabul edelim, ister reddedelim ama bilelim ki, mutfakta aşı pişirecek, sıkıntılı süreçleri yönetecek, gerekli altyapı oluşumuna katkı sağlayacak uzman sıkıntımız var. Haksızlık etmeyelim; belki de yetişmiş insanımız var ama siyasi irade onlara ihtiyaç duymuyor olabilir. Mesela Brunson meselesinde son sözü söylemesi gereken makamlar sözlerini söylemeden önce eğer varsa böyle bir mutfağın çalışmalarından doğru şekilde istifade etmiş olsalardı, en azından kendi içlerinde anlaşılması güç tenakuza düşmemiş olurlardı.
Siyasette büyük konuşmak değil tutarlı olmak önemlidir. Bazen olaylar istendiği gibi gelişmeyebilir. Bu durum hayatın her alanı için geçerlidir. Bunu yönetebilmenin ana koşulu eylem ve söylemlerde bir uçtan bir uca gidip gelerek zikzaklar yapmamaktır. Eğer böyle hareket edilirse siyasete olan güven son bulur. Aileden tutunuz da devlete kadar bir yerlerde sıkıntılardan bahsediliyorsa sorunların kaynağı için çok neden aramaya gerek kalmaz. Çünkü problemlerin kaynağı kesinlikle bu güvensizlik ortamıdır.
Özellikle dış politikadaki her gelişmeyi, sormadan, sorgulamadan ?vardır bir bildikleri? diye kabul etmek, anlamsız ve temelsiz bir şekilde mantığa uydurmaya çalışmak, bu ülkenin geleceği için büyük bir tehdittir. Bu tehditleri göğüslemek için en önemli mekanizma, dış politikadaki görünmeyen yüzünüzün gücüdür. Bu gücünüzü tahkim etmek, ayaklarınızı yere daha sağlam basmanızı sağlar. Bunu başarmak için de dış politikanızın mutfağını doğru bir plan çerçevesinde organize etmeniz şarttır.