Tarih: 09.12.2020 14:31

Mustafa Öztürk, İbni Rüşd ve linç kültürü

Facebook Twitter Linked-in

Muhammed Abid el Cabiri, “Arap-İslam Medeniyetinde Entelektüeller: İbn Hanbel’in Mihnesi ve İbn Rüşd`ün Çilesi” adlı kitapta bu dünyadaki aydınların yalnızlığını anlatır. Faslı filozof, İslam’ın rasyonalist mezhebi olarak kabul edilen Mutezile’nin Abbasi Halifesi Memun dönemindeki kısa iktidarında Kuran’ın yaratılmışlığını kabul etmeye yanaşmayan Hanbeli Mezhebinin kurucusu Ahmed ibni Hanbel’e yaptığı işkence ve eziyetleri anlatarak kitabına başlar. Kitabın ana teması olmasa da bir yan tema olarak Edward Said’in “Entelektüel”inin ya da Gramsci’nin organik aydınının iktidara direnmesinin Arap-İslam uygarlığında nadiren rastlanan bir şey olduğunu anlatmaya çalışır.

Çalışmanın odaklandığı ikinci örnek ise döneminde Avrupa’yı derinden etkileyen ve Averroizm (İbni Rüştçülük) akımının başlamasına neden olan filozof İbni Rüşd’dür. İbni Rüşd, hakkındaki suçlamalar nedeniyle sürgün yemiş, saraydaki makamından tabiri caizse kovularak müthiş bir itibar suikastına uğramış bir filozoftur. Aslında İslam ortaçağında ya da Müslüman imparatorluklarında kalemiyye ya da seyfiyye sınıfından birinin tepetaklak yuvarlanması, iftiraya maruz kalması, kaderinin anında değişerek sürgüne ya da idama gönderilmesi, malına mülküne el konulması çok da şaşılacak bir durum değildir. Ancak İbni Rüşd örneğinde bu, sıra dışı bir durumu temsil etmektedir, zira ona yönelik suçlama, dini ve itikadi kriterlere uymayan felsefi aforizmalar serdetmektir. İbni Rüşd’ün Aristo’yu şerh ettiği kitaplarından birinde “Tanrılarından biri de Venüs’tür” ifadesini sanki bu sözler, Aristo’dan aktarılmamış da doğrudan İbni Rüşd kendisi söylemiş gibi Halife’ye aktarılmıştır.

Ama işin garip tarafı ona yönelik suçlamayı resmi düzeyde yapan Endülüs Muvahhidin Devleti’nin kurucusu Ebu Yakup Yusuf bin Abdülmümin ve oğlu Ebu Yusuf Mansur’un felsefeyi destekleyen, Yunanca eserlerin Arapçaya çevrilmesini ve felsefenin yaygınlaştırılmasını teşvik eden, bunu yapması için de İbni Rüşd’ü saraya davet edip ona maddi manevi her türlü desteği veren kişiler olmasıdır. Dolayısıyla İbni Rüşd’e resmi olarak yöneltilen felsefe üzerinden zındıklık yapma ya da İslam’la çelişen eserler ortaya koyma suçlaması anlamını yitirmektedir.

Cabiri, İbni Rüşd’e yapılan haksız suçlamalarla ilgili tarih kitaplarında geçen bütün rivayetleri tek tek ele alır ve bunların anlamsızlığını ortaya koymaya çalışır. Ünlü filozofa yapılan bir başka suçlama ise yazdığı başka bir kitapta dönemin halifesinin adını zikretmeden “Barbarların Kralı” veyahut “Berberilerin Sultanı” diyerek onu dolaylı olarak aşağılamasıdır. Cabiri, rivayetleri tek tek ele alır ve bunların da gerçeklikle ilgisinin olmadığını aktarır. Ona göre resmi suçlamaların arkasında yatan gerçek neden, İbni Rüşd’e atfedilen siyasi tavrıdır.

Cabiri’ye göre meşhur filozofumuzun bu tür suçlamalara muhatap olmasının altında yatan asıl neden, onun kısa bir dönem için devletin başındaki Ebu Yusuf el Mansur’un kardeşi Yahya’yı desteklediği yönündeki iddialardır. İbni Rüşd’ün yazdığı bir kitabı, adını doğrudan zikretmeden Yahya’ya ithaf etmesi, onun iktidar çekişmesinde Halife el Mansur’dan değil, kardeşi Yahya’dan yana olduğu izlenimini güçlendirmiştir. İbni Rüşd’ün sarayda taltif edilmesini, itibar görmesini ve nimetlere gark olmasını hazmedemeyen bazı ulema ise bunu İbn-i Rüşd’ün ayağını kaydırmak ve itibarsızlaştırmak için büyük bir fırsat olarak görür ve hemen hareket geçerler.

Platon’un ‘Cumhuriyet’ kitabını Arapçaya tercüme etmekle yetinmeyip onu şerh eden İbni Rüşd, bütün bu günahların yanı sıra (maalesef bu çevirinin orijinal nüshası günümüze kadar gelmemiştir ama şans eseri İbranice yazma günümüze ulaşmıştır) bu kitapta Platon’un devlet türlerini tasnif ederken kullandığı demokrasi, tiranlık, oligarşi, timokrasi ve aristokrasi gibi beş kategoriyi aktarırken bunları tek tek açıklar. Belki de halifenin şimşeklerini üzerine çekmesinin bir diğer nedeni bir taraftan Arap dünyasından somut örnekler verirken diğer taraftan da siyasi olarak akla ve dine en yatkın yönetim biçimiyle ilgili görüşünü serdetmekten çekinmemesidir. Müslüman filozof, demokrasinin yozlaşmasıyla nasıl tiranlığa dönüştüğünü anlatır ve Endülüs’ü buna örnek olarak verir. Muhtemelen Endülüs’le ilgili verdiği örnek de yönetici sınıfın tepkisini çekmesine yol açmıştır.

Peki tüm bunların geçtiğimiz hafta, iki yıl önce yaptığı bir konuşması servis edilerek linçe maruz kalan ve üniversite yönetiminden emekliliğini istemek zorunda bırakılan Prof. Dr. Mustafa Öztürk’le ne ilgisi var diyebilirsiniz. En büyük benzerlik bu olayın tıpkı İbni Rüşd olayında olduğu gibi dini bir kılıf giydirilmeye çalışılsa da aslında asıl nedenin siyasi olması. Birilerinin düğmeye basması ve kamuoyunu harekete geçirmenin arkasında Mustafa Hoca’nın Kuran’la ilgili akademik çerçevede tartışılabilir mülahazaları yerine onun muhalif bir mecrada yazılar kaleme alıyor olması. Her ne kadar Mustafa Hoca geçmişte hükümete yakın Kanal 24’te uzun süre programlar yaptıysa ve hatta başta Afrin operasyonu olmak üzere iktidara gereğinden fazla güzellemeler yaptıysa da bugün durum farklı. Hoca artık muhalif bir mecra olarak kabul edilen Karar gazetesinde köşe yazıları yazıyor ve bu yazılarında Ehli Sünnet’le sağcılık ve dolayısıyla sağcı iktidar arasında paralellikler kurarken bir başka yazısında ise ülkede yargıya güvenin yerlerde süründüğünü ifade ediyor. Bu, muhtemelen bazı devletlular nezdinde kabul görmemiş olacak ki düğmeye basıldı ve garip bir operasyonla Mustafa Hoca sahanın dışına itilmiş oldu. Operasyon başarılı oldu, Mustafa Hoca şu an sahadan diskalifiye edildi. Yalnız geriye bir soru kalıyor, kısa vadede emellerini gerçekleştirdiğini düşünenler, böyle bir dertleri varsa tabii, uzun vadede sürecin nasıl gelişeceğini öngörebiliyor mu acaba? İbni Rüşd’ü aforoz edenlerin ismini şu an kimse hatırlıyor mu? Peki ya İbni Rüşd'ü hatırlayanlar?




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —