Anadolu ortamında kalındığı dönemlerde, Müslümanların düşünce dünyasına hitap eden, onların ilgi alanına giren birçok düşünce adamına; ya baştan çok popüler, ya hamasi duygularla önplanda olan, tabiri caizse 'asıp, kesen´ ya da ideolojisine bakılmaksızın, belli mahfillerce insanın gözüne, gözüne sokulan bir kimliğe sahip olması söz konusuydu?
Bu türden insanlara, aşina olmamak, o tür insanlar açısından rastlamamak pek olası değildi. Mutlaka hayatınız bir noktasında, siz istemeseniz de onlar, bir yolunu bulur dahil olurlardı. Daha doğrusu, birileri tarafından dahil edilirlerdi.
Bir de bunun yanında, öteden beri düşünce dünyasında kendine bir yer bulmuş, birçok çalışması ve uğraşısına kıyasla mütevazı bir noktada duran insanlar da yok değildi?
Mustafa ağabey, yani Mustafa Miyasoğlu da böyle bir insandı. Kendisiyle yolumuz, doksanlı yıllarda Cağaloğlu´nda, kitap piyasasında çakışmıştı. Biz, okumaya meraklı garip bir "kitap" işçisi olarak o piyasada ?ekmeğimizi kazanırken´ o da Türkiye Gazetesi´nin kültür sayfasında kendine ayrılmış köşesinde, edebiyat ağırlıklı olarak yazılar yazıyordu.
Galiba, o dönem kaleme alınan yazıların, faks (ya da teleks) dışında iletilecek bir aletin olmadığı 'ki o dönem mail/eposta henüz semtimizde uğramamıştı- dönemdi. Yazı, çizi işi ile uğraşan hemen herkes, yukarıda belirttiğimiz araçları, yoları kullanırlardı?
Mustafa ağabeyde, sanırım o araçları ve yolları kullanıyordu.
İşte bu tür vesilelerle o da, zaman zaman Cağaloğlu´na uğruyor, Türkiye Gazetesi´ni ziyaret ediyordu. Bizde, tanışıklığımızdan dolayı, Mustafa ağabeyle zaman, zaman görüşüyor, tartışıyor, çay kahve içip muhabbet ediyor ve onun derin ?edebi´ düşüncelerinden ve hayatla ilgili oluştura geldiği kanaatlerinden istifade ediyorduk.
Onun şu an markasını unuttuğum, mütevazı bir arabası vardı, yani Düldül´ü. Onunla gazeteye her geldiğinde, eve gitmek istediğinde, evinin bulunduğu E-5 istikamette olan dostları varsa, onları da alır, yol boyunca, birçok konu çerçevesinde çoğu kez eleştirel, ama ?nitelikli´ konuşmalar, sohbetler olurdu?
Bizde, ağabeyin Düldülüyle birkaç kez, o yol istikametinde onunla birlikte yolculuk etmiş, konuşup tartışmış, eleştirel, ama ?nitelikli´ olmaya çalışmıştık. Ne de olsa muhatabımız hem' sevdiğimiz bir ağabeyimizdi ve hem de kaygısı olan, kaygısı İslam olan bir düşünce ve edebiyat adamıydı?
Dediğimiz gibi, bu niteliklere sahipti, sahip olmamsına rağmen, aynı zamanda da gayet mütevazı idi.
O Türkiye Gazetesi´nde yazdığı için, millici bir noktada değerlendirilebilirdi, ama geriye dönüp baktığımızda, iktidarın/iktidarların nimetinden yararlanmak gibi bir tavır ve tutum içerisinde olmayışı; kendi el emeğinin dışında bir metaya heveslenmemesi vb. onu, kendi nazarımda günümüzde 'maalesef ' az örneği kalmış türden İslamcı olarak vasfedilebilirdi.
Onun İslam´a olan´derin´ inancı ve kimlik haline getirip yanında taşıdığı kaygısı, onu bizim nazarımızda onu İslamcı kılıyordu.
Ki İslamcılık, elbetteti Batılı anlamda değil, ama kendi bağlamında bir ideoloji olduğu kadar, aynı zamanda, İslam´ın, yaşanılan çağlarda, Müslümanların önünü aydınlatan bir dünya görüşü idi ve Miyasoğlu´da o minvalde İslamcı idi?
Kendisiyle bir nitelik içerisinde yaptığımız tartışmalarda, dönemi açısından söylersek, örtülü darbe yılları olması hasebiyle doksanların o kasvetli havasındanı hissediyorduk.
Okunulardan birisi, elbette Kürt sorunu idi. Bir sorundan bahsediliyordu. Haddzatında böyle bir sorun var mydı, yok muydu; şayet varsa, kim ve kimler çıkarmıştı;temel maksat neydi? Bu soun nasıl ve hangi yol ve yönemle çözülebilirdi? Konu üzerinde birçok düşünce üretiliordu. Çoğu da aadra şifa olmayan cinsten...
Konu Kürt sorunu olunca, birçok kişinin,hem kendi konumuna bakmadn ve hem de o dönem devleti yönetme sadedinde bulunan zevatın ideolojik durumuna bakmadan egemen güçten, güçlerden yana tavır almalar da oluyordu.