Barış Pınarı harekatıyla başlayan ve Ankara/Soçi mutabakatlarıyla tamamlanan Kuzey Suriye süreci dış politikada avantaj ve dezavantajları yeniden tanımlıyor. Türkiye harekat öncesi ve sonrasına kıyasla kazanımlar elde etti ama bütün Suriye iç savaşı parantezine bakıldığında kayıplar olduğu ortadadır. Kayıplardan kasıt gerileme ve rakiplere oranla daha azına razı olmaktır.
ABD’nin Suriye’den çıkıp çıkmadığı belli değil ve çıktıklarını söyledikleri anda bile en büyük operasyonu yaparak IŞİD Lideri Bağdadi’yi öldürüp büyük bir siyasi güç elde ettiler. Ülkede bulunan Rusya, İran, Türkiye ile Esad rejimi ve yerel güçlere rağmen sahadaki istihbarat imkanlarını gösteren bir işe imza attılar.
Rusya her durumda Suriye’de en büyük kazanandır. Ne kazandıklarını detaylı anlamaya gerek yok koskoca bir ülkeyi kazandılar; Suriye’yi kendilerine bağladılar.
İran, Rusya’nın gölgesinde hedeflerinin tamamını gerçekleştirdi. Savaşın kaderini değiştiren askeri hamleleri yaparak Esad’ın iş başında kalmasını sağladı.
Esad, ülkesini mahvetme ve vatandaşlarının üçte birini sürgün etme pahasına ayakta kalmayı başardı ve en sonunda hem ABD’nin öfkesinden kurtuldu hem de Türkiye’nin kendisine yönelik itirazını bitirdi. Sınırımıza da yerleşmeye başladı.
PYD/YPG son harekatla birlikte imkan ve alan kaybetti ama dünyadaki desteğini artırarak yeni Suriye’de statü kazanma yolunda bir adım daha attı. Beyaz Saray’ın ve Kremlin’in gözdesi olmaya devam ediyor.
Türkiye sınırındaki YPG tehlikesini daha uzağa tahliye etmeyi başardı ama hala 3,5 milyonunu üzerinde göçmenin sorumluluğunu taşımaya devam ediyor. Türkiye’yle birlikte Lübnan ve Ürdün ile daha az sayıda olmakla birlikte Irak da bu sorumlulukla yaşıyor.
Bu tabloda Türkiye için çoktandır tersine işleyen “dost kazanmak/ düşman azaltmak” politikasını rayına koymak ihtiyacı açıkça görünüyor. Biliyoruz ki Suriyeli göçmenler ABD ve Rusya’nın öncelikle meselesi değil, Esad’ın hiç değil. Türkiye bu konuda ağırlık olarak Avrupa ile çalışabilecek durumdadır. Harekat ve sonrasındaki gelişmelerle birlikte Avrupa’nın Suriye ilgisi ide arttığı için Türkiye’nin müzakere ve mutabakat için Ankara ve Soçi dışında yeni adresler üretme imkanı doğmuştur. Hem YPG riskinin minimize edilmesi hem de göçmen probleminin yönetilmesi için Avrupa başkentleriyle daha yoğun ilişki gerekli ve mümkündür. Almanya ile yoğunlaşan temaslar ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile İngiltere, Fransa ve Almanya troykasının görüşme planı bu yolun açıldığını da gösteriyor. Avrupa ile ilişki Türkiye’ye ABD ve Rusya karşısında seçenek kazandıracaktır.
Böylelikle, harekat öncesinde ihmal edilen diplomatik temas ve kamu diplomasisi faaliyetini şimdi hızla devreye sokabilir. Yaşanan büyük gerilime rağmen sahip olduğu coğrafi değer ve müttefik gücünün işlevsel hale gelmesi için masaya daha fazla ağırlık verebilir. Bir kez daha görülüyor ki Türkiye ABD ve Batı için vazgeçilmezliğini koruyor ve Rusya için değerli bir adres olarak önemini artırıyor.
Türkiye birçok ülke ve kendisi için aynı anda ”karşılıklı çıkar” kavramını karşılayan potansiyele sahiptir. Hamaseti ve iç politika retoriğini bir kenara bırakıp, hem diplomatik hedefler hem de ekonomik cazibeyi geri kazanmak için daha fazla işbirliğine yönelmenin vaktidir.
Her defasında sözde kalan dost kazanmak prensibinin ne kadar önemli ve gerekli olduğunu son harekatın bütün aşamalarında yaşadık. Daha fazla el sıkmanın ve daha çok temasın bağımsızlığımızı eksiltmeyeceğini bilakis artıracağını bilerek adım atmayı bir kez daha deneyelim.
Taha Akyol ve Mustafa Karaalioğlu ile Ortak Akıl'ı izlemek için: