“Müslüman Kürt halkına bu ağır şiddetle dayatılan değişim ne getirmiştir? Toplum özgürleşmiş midir? Soru budur.”
Bu ifadeler TRT Kurdî Koordinatörü Mustafa Ekici’ye ait.
Sadece bu sorular değil. Onlarcası Ekici’nin yeni piyasaya çıkan kitabında cevaplarıyla birlikte yer alıyor.
Ekici’nin kitabının ismi: Gerçek ve Hayalin Kavşağında Kürtler.
Bir gazeteci ve televizyon yöneticisi olarak yıllardır iletişim kurduğu insanlardan, gezdiği Kürt coğrafyasında edindiği bilgi, birikim ve tecrübesini aktaran Ekici, Kürt sorununa bakışını ve çözüm önerilerine ilişkin değerlendirmelerine yer veriyor kitabında.
Türkiye, Irak, İran ve Suriye’de yaşayan Kürtlere ve onların yaşadığı sorunlara da kendince parmak basan Ekici, bir konuda çok iddialı.
O da şu: Çözüm süreci ortaya net bir gerçek koymuştur. Türkiye’de Kürtlere dair gerçekçi ve milletin gönlünde karşılığı olan tek proje Müslüman, muhafazakâr elitten çıkmıştır.
Ekici de birçok insan gibi çok kıymetli görülen çözüm sürecinin heba edilmesine itiraz ediyor. Silahlara veda edilmemesi, çözüm sürecinin barışla sonuçlanmasının birçok nedeni olduğunu ise izah eden Ekici, ümidini ise kaybetmek istemiyor ve yakın gelecekte ocaklara ateş düşmesinin önüne geçilecek gelişmelerin yaşanmasını temenni ediyor.
Dayatma ideolojilerle harmanlanan ham hayallere kapılmama konusunda gençlere çağrıda bulunan Mustafa Ekici ile Kürtlerin hangi gerçek ve hayallerin kavşağında olduğunu konuştuk.
“Kürt milliyetçiliği de benzer bir serencam izlemiştir”
“Gerçek ve Hayalin Kavşağında Kürtler” isimli kitabınızda dikkati çekmek istediğiniz “gerçek” ve “hayal” ne?
Bu soruya memleketteki milliyetçilik fikirlerinin serencamını izah etmeden verilecek bir cevap eksik olur. Çünkü büyük kitleler adına ve çoğu zaman onlara rağmen kurulan hayaller ve bu hayalleri çevreleyen gerçekler tam olarak, bir şehir ve modernleşme ideolojisi olan milliyetçilikle ilgilidir.
Milliyetçilik ideolojisi, ilkel ırkçılıktan kültürel milliyetçiliğe uzanan geniş bir yelpazede büyük bir çeşitlilik arz eder. Genel olarak geriye doğru yazılmış kurgusal ve romantik bir tarih anlatısına dayanan bu ideolojik yaklaşımlar hemen her zaman bir tür toplum mühendisliği ajandasını içkindir. Fransız devrimi ile belirginleşen ve o güne kadar çoğunlukla din veya geleneksel yetkeye dayalı bir zeminde varlık bulan siyasette güçlü bir argüman haline gelen milliyetçilik, birinci dünya savaşı ve özellikle İkinci dünya savaşı sonrası Avrupa’da bozulan güçler dengesinin tetiklediği devletler arası çatışmanın temel siyasi söylemi oldu. 1930’lar dünyası özellikle Avrupa ve periferisinde milliyetçilik, İspanya iç savaşında olduğu gibi ülke içinde veya Alman Nazizm’inde olduğu gibi ülkeler ve bölgeler arasında çok yıkıcı sonuçlar doğuran çatışmaları tetiklemiştir.
İslam coğrafyasında ise 1900’in başında ortaya çıkan Türk milliyetçiliği, hemen hemen aynı zamanlarda görülemeye başlanan Arap milliyetçiliği fikirleri batıdan farklı bir seyir ve muhtevaya sahiptir. İlk Türk milliyetçilerinin sembol isimleri sayılabilecek Gaspıralı İsmail, Yusuf Akçura, Ziya Gökalp gibi yazarlarda milliyetçilik, etnik ve ırki bir fikirden çok merkezinde İslam’ın olduğu bir kültür ve medeniyet mefkûresidir. Dağılmakta olan büyük imparatorluğun ve sönmekte olan medeniyetin nasıl kurtarılacağına dair bir çabadır büyük oranda. İlk Arap ve Kürt milliyetçileri de bundan farklı değiller. 1930’lar Türkiye’sinde, dönemin dünya siyasi modasından ve uluslararası güç dengelerinden kaynaklanarak veya daha başka ideolojik saiklerle Osmanlıdan arta kalan nispeten küçük toprak parçası üzerinde yine Osmanlıdan arta kalan ahaliden modern bir Türk ulus devleti yaratma projesinin en temel argümanı ve motivasyonu milliyetçilikti. Bugün yeni nesillerin aşina oldukları milliyetçilik kavramı birbirinden oldukça farklı muhtevalara sahip birçok milliyetçilik anlayışlarının tortuları ile harmanlanmış halidir aslında. Takip eden dönem boyunca devletin zaman zaman şirazeden çıkan uygulamaları olmuş olmasına rağmen Türk milliyetçiliğinde etnik ve ırk temelli yaklaşım hala temel aks olmaktan uzak yan kollar mesabesindedir.
Kürt milliyetçiliği de benzer bir serencam izlemiştir. İlk Kürt milliyetçileri, yine merkezinde İslam’ın olduğu, elimizden kaymakta olan büyük devlet ve medeniyete nasıl sahip çıkılacağına dair bir fikir çilesidir olsa olsa. 80’lere kadar medrese ağının aurasında kutsal alanla harmanlanan Kürt milliyetçiliğinde etnik ve ırki vurgular önemsiz küçük detaylardır. Büyük oranda Kemalist rejimin dayattığı seküler anlayışa Kürtçe bir direnç olarak okunabilir. Bu topraklarda milliyetçiliğin ırkçı bir zemine kavuşamamasının temel nedeni İslam’dır. İslam, en basit kültürel kalıntı düzeyinde bile bir insanın ırkçı olmasına mâni bir ontoloji üretmektedir. Bu yüzden Arap, Türk veya Kürt milliyetçileri ırk ve etnik konularda hemen her zaman mahcup bir düzeydedirler. Kürtlerin hemen her zaman bir öteki üzerinden kendini tanımlayan etnik-ırkçı milliyetçilikle tanışmaları büyük bir ironi olarak, kendisini sosyalist olarak tanımlayan ve etniği her fırsatta aşağılayan PKK eliyle olmuştur. Geriye doğru yazılan bir tarih anlatısına dayandırılan dört parça Kürdistan anlatısının, bir dönem devletin, arkaladığı çetelerin ve terör örgütünün adeta el ele yarattıkları ağır ve kanlı süreçte oldukça revaç bulduğu, bir kuşağı büyük oranda enfekte ettiği vakıa. Kitabın adında başlığa çıkardığım ve her iki taraftan milliyetçilerde bir iç gıdıklanmasına yol açtığını düşündüğüm kavşak tam olarak burada. Kürt nasyonalistleri kurgusal ve romantik anlatıları üzerinden Kürt toplumunu ağır ve tehlikeli bir maceraya sürüklemek istiyorlar ancak hemen her zaman olduğu gibi kurgu gerçeğin karşısında tehlikeli ama önemsiz bir detaydır. Toplum sağduyulu ve gerçekçidir.
Mustafa Ekici / Fotoğraf: AA
“Kürt kendisine dayatılan kurguya büyük bedellere rağmen hendeğe gömerek cevap verdi”
Kitapta bir yazı başlığı olarak ifade ettiğim gibi Kürt’ün, sadece Türkiye’de yaşayan Kürt’ün değil genel olarak Kürt varlığının Türkiye’den kopmak diye bir korkusu vardır. Kurtuluş savaşında Kürt’ü burada tutan budur, üzerinde bu kadar ağır, kanlı operasyonlar icra edildiği halde sağduyusunu asla kaybetmemesine sebep bu korkudur. Çünkü Kürt, muhayyel dört parça Kürdistan kurgusunun ipleri emperyalizmin ellerinde kötü bir proje olduğunun gayet bilincindedir. Kürt havsalasında vatan, modern ve gelişmiş bir devlet olarak Türkiye’nin sağladığı imkanlarla birlikte İstanbul’u, İzmir’i Diyarbakır’dan, Zaho’dan, Hakkâri’den, Kamışlı’dan ayırılmayan bir gerçektir. İşte Kürt kendisine dayatılan bu kurguya 6/8 Ekim’de evine kapanarak, büyük bedeller rağmına Hendek eylemlerinde hendeklere gömerek cevap vermiştir.
“‘Solcu değilsen Kürt değilsin’ dayatması Kürtler arasında sır değil”
Hangi gençlere ve neye karşı direnme çağrısı yapıyorsunuz?
Geçmişte Kemalist rejim kadrolarının dayattığı tek tipleştiren, ayrıştıran politikaların benzerini şimdi Kürtler adına siyaset yaptığı varsayılan ve bunu kanlı bir terör eşliğinde dayatan örgüt ve çevreler Kürt toplumunu daha da paralize etmek amacıyla dayatıyorlar. Mesela solcu değilsen Kürt değilsin, belirli bir partiye oy vermiyorsan Kürt değilsin, dayatılan yaşam tarzına uygun yaşamıyorsan Kürt değilsin dayatması Kürtler arasında sır değil. Onlar bu dayatmaya direniş diyorlar, oysa 21 yüzyılın ilk çeyreğini devirdiğimiz bu süreçte, geçmişte Öcalan yakalandı diye kendisini yakan 60 civarında Kürt gencinin yaşamakta olduğu mesiyanik baskı artık ilkel bir bakış açısıdır. Geçmişte örgütün rahatlıkla mobilize ettiği, dağlarda kurda kuşa yem ettiği, bir mezar taşından bile yoksun gençlerin aksine, yeni nesillere Kürtlüklerini bir kompleks konu yapmadan, onurla ve başı dik biçimde, kim ve ne adına dayatılırsa dayatılsın her tür şiddete, çocuk bedenleri üzerinde tepinme siyasetine, devrim maskeli vandallığa, barış maskeli kirli savaşa, Kürt maskeli marjinal solculuğa, İslam maskeli fanatizme direnmeliyiz diyorum. Kürdü ve Türkü birbirinin ötekisi olarak konumlayan, böylece her birimizi emperyalist oyun ve planların ucuz piyonu yapma siyasetine direnmeliyiz. Eskiden beylerin avlakları olurdu. Avlaktan sorumlu görevliler kuşların yumurtadan çıkma zamanı geldiğinde avlağın üzerine ağ gerer ve yavru kuşlar uçmayı öğrenmek için her hamle yaptıklarında bu ağa takılarak düşerlerdi. Böylece bir süre sonra kuşlar insiyaki olarak ağın altında uçmaya başlar ve av zamanı geldiğinde görevliler ağları kaldırır ve beyler konforlu biçimde avlanırlardı. Bu konuları konuşmak için zihnimize gerilmiş olan bu avlak ağlarından kurtulmamız gerektiğini düşünüyorum öncelikle.
Yayın hayatına TRT 6 (Şeş) olarak başlayan kanal daha sonra TRT Kurdî adını aldı / Fotoğraf: Independent Türkçe
“TRT Kurdî devletimizin değerli bir hizmettir”
TRT Şeş olarak yayın hayatına başlayan kanal çözüm sürecinde simge olmuştu. Yöneticisi olduktan sonra ismi TRT Kurdî olarak değiştirilen kanal, gelinen noktada bir amaca hizmet etti mi?
TRT Kurdî, 11 yıllık yayın hayatı ile sadece Türkiye’de değil hemen hemen dünyanın her yerindeki Kürtler için adeta bir nefes borusu mesabesindedir. Şirin Kürtçenin gelişimine, bin yıldır bu topraklarda oluşan ortak kültür ve değerlerimizin yeniden ve çağdaş imkanlarla üretilmesi ve aktarılmasına, 11 yılda oluşturduğu etnografi ve kültür arşivi ile bir hafıza kaydına, yüz akı kurumlarımızdan TRT’nin muazzam birikim, profesyonellik ve imkanları ile Kürt’ün sesi soluğu olmaya gayret eden devletimizin değerli bir hizmettir. Halkımızın büyük bir teveccüh gösterdiği TRT Kurdî, hemen hepsi ideolojik kapalı devre yayın yapan, eski bir Diyarbakır Belediye Başkanı’nın deyimi ile, aile içinde izlenemeyecek kadar provokatif ve ajitatif yayın yapan, sürekli dağ, çatışma, şiddet, nefret söylemi yayan örgüt kanalları ve profesyonellikten uzak, boğucu bir ideolojik dil kullanan diğer Kürtçe kanallarının yanında gerçekten bir nefestir. Kimin nasıl bir amacı olduğu tartışılır ancak TRT Kurdî’nin amacı, milletimizin önemli bir kesimini oluşturan Kürtlere, Kürtçe dili ile haber, siyaset, kültür, müzik, din, kadın, spor ve yaşamın hemen her alanında, herhangi bir arka plan, bir ajanda taşımaksızın yayıncılık yapmaktan ibarettir. Devletimizin, halkın vergileri ile desteklediği bu kanalın ve Kürtçeye hizmet eden üniversitelerdeki Kürtçe bölümlerinin, Kültür Bakanlığı’nın Kürtçe yayınlarının, Milli Eğitim Bakanlığı’nın sunduğu Kürtçe eğitim imkanının ve benzeri daha birçok çabanın temel çıkış noktası, Kürt toplumuna duyulan saygının nezaketli bir ifadesinden ibarettir. Yaptığımız işteki başarı ölçütümüz de halkımızın teveccühüdür. Bunun teknik karşılığı olan reyting ölçümleridir. Bu gerçekleri baz aldığımızda Kürtçe yayıncılık yapan bütün kanallar arasında toplamda çok açık ara ile önde olduğumuz vakıa.
“Türkiye’de Kürtlere dair gerçekçi tek proje Müslüman, muhafazakâr elitten çıkmıştır”
Çözüm sürecini kim sabote etti? Sizce barış neye kurban edildi?
Çözüm süreci ortaya net bir gerçek koymuştur; Türkiye’de Kürtlere dair gerçekçi ve milletin gönlünde karşılığı olan tek proje Müslüman, muhafazakâr elitten çıkmıştır. Türk ve Kürtler adına milliyetçi fikirler taşıyan birbirinden farklı milliyetçi/ulusçu çizgideki sağ ve sol elitlerin bakışıcıları bu meseleye dair makul bir olgunluk ve özgüven düzeyine sahip değildir. Kökleri 2005’e uzanan, 2009’da bakan düzeyinde dillendirilen ve 2014’de devletin en üst düzeyinde dile getirilen siyaset esas olarak Kürt’ün Türkiye’yi oluşturan kültürel ve toplumsal varlığın temel bileşeni olduğunun ifadesiydi. Buradaki sorun projeyi kurgulayan siyasi elitin Kürt varlığı ile onun iradesine çöreklenmiş terör örgütünü ve siyasetini tek bir taraf olarak algılamış olmasıydı ki bu tarihi bir hataydı. Çünkü örgütün her zaman farklı bir ajandası ve öncelikleri vardı, İslam ortak paydasında bu coğrafyada oluşan ve binyıla yaslanan kader birliği ve ortaklığın, modern ve medeni bir siyasete evirilmesi Kürt ve Türk varlığının gönlüne uygun gerçekçi bir yaklaşımdı. Ancak nasyonal sosyalist bir ideoloji olarak PKK ideolojisi ve organizasyonunun Kürt’ten daha önemli öncelikleri ve ajandasında Kürt’ten farklı planları vardı. Nitekim çok kısa bir süre sonra Amerikan emperyalizmi ile kola kola küçük şehir kantonlarında devletçilik oynamayı Kürt’ün Türkiye gibi daha büyük ve muazzam bir devlet ve siyasetin onurlu, saygın parçası olmasına tercih etti. O günden beri de Kürt halkının bu ideolojiye karşı kuşkuları her gün artarak devam ediyor. Nitekim Diyarbakır Anneleri ile uç veren bu kuşku artık marjinal ve kör şiddet uygulayan bir terör örgütü olarak PKK ile Kürtlerin yolunun ayrıldığını, PKK’nın ABD’ye ucuz asker ve lojistik sağlayacak kanton devletçiği için Kürtlerin kaderi ile oynamaya kalkıştığını ve tasfiye edildiğini söylemek kehanet değildir.
Ekici’nin kaleme aldığı kitap piyasa yeni çıktı / Fotoğraf: Independent Türkçe
“Kürt çocuğunun cesetleri üzerinde tepinen marjinal solculuk…”
Kürtlerin temsilcisi olduklarını iddia eden bazı siyasi yapı ve örgütler, Kürtlere ne vaat ediyor?
Cevabı Suriye’de genel olarak Müslüman ahaliye ve tabi Kürt’e dayatılan zulümlere imza atan Amerikan kantonlarında, cevabı Kürtlerin şehirlerinde kazılan hendek ve çukurlarda, cevabı milletin verdiği muazzam desteği milletin hizmetine sunmak yerine batılı devletlerin istihbarat örgütleriyle kol kola millete kurulan kumpaslarda, cevabı dağ başlarında kurda kuşa yem ettikleri on binlerce Kürt çocuğunun cesetleri üzerinde tepinen marjinal solculukta. Geçmişte Kemalist rejim kadrolarının dayattığı inkâr ve asimilasyon politikalarına itiraz anlamında halkta bir karşılık bulan bu siyasetin Kürt’e vaadi sonu gelmeyecek bir devrimdir(!) Örgütün ve devlete yaslanan çetelerin geçmişte el ele yaşattığı katastrofidir.
“Kürt’ün haysiyeti ile Türk’ün endişesi…”
Yakın gelecekte Kürt sorunun çözümü için yine “Güzel şeyler olacak” cümlelerini devletin tepesindeki insanlar tarafından dillendirilir mi?
Meselelere konjonktürün getirdiği gerçeklerden bağımsız bakmamak lazım. Sosyoloji ve sosyolojinin dayandığı kültür ve değerler esastır. Toplumların üzerinde varlık kazandığı kurumlar içten dışa doğru çok uzun ve zor değişimlere tabi sıralı bir nitelik arz eder. Mesela ekonomi, siyaset, bürokrasi, değişim hızı açısından toplum varlığının temeli olan inançlar, gelenekler ve genel anlamda kültür ile kıyaslandığında çok daha hızlı değişim gösteren daha çeper ve periferi kurumlardır. Toplumu ve değerlerini esas aldığımızda Kürt varlığının öncelikle bir sorun alanı olarak tanımlanması en hafif deyimle bir gerçeğin çarpıtılması sayılır. Elbette sağduyu dediğimiz büyük sosyal gerçeklik, bütün diğer gelişmelerin ve konjonktürün zaman zaman can yakan özelliğinden daha kalıcı ve esas yapıdır ve bu makul, insani bir çizgide kendi yoluna devam edecektir. Siyasetin ve diğer elit merkezli kurumların bu gerçeğe bigâne kalmaları işin doğasına aykırıdır.
Bu meselenin özünde Kürt’ün haysiyeti ile Türk’ün endişesini birlikte ve eşit ağırlıkta dikkate alan bir siyasi ve kültürel yaklaşım önem arz ediyor. Kürt’ün onur ve haysiyet meselesi olarak gördüğü varlığına saygı ve yasal güvenceler ile Türk’ün Balkan harbi ile başlayan, İngiliz destekli Arap ayrılıkçılığı ile can yakan parçalanmalardan kaynaklı haklı endişeleri birlikte ve bir arada sağaltacak bir siyasi söylem, örgütler ve dış devletlere yaslanan maksatlı projelerden çok daha verimli sonuçlar doğuracaktır. Tekrar etmek gerekirse sol veya sağ, Türk veya Kürt nasyonalist ideolojik bir izlekten akan siyasetin bu konulara dair bir vizyon koyacak olgunluk ve özgüvenleri yoktur. Bütün cumhuriyet tarihinde bu vizyonu ortaya koyabilen tek siyasi elit Müslüman duyarlılığı ile hareket eden kesimler olmuştur. Geri kalan bütün siyasi kesimler için bu konu onurla seslendirilecek değil, siyasi kullanım değeri kadar sömürülecek, saklanacak ayıplı bir mevzudur. Bu nasyonalist ideolojilerin ontolojisinden kaynaklı bir nakısadır. Nitekim bakınız bugün siyasetteki temel gündemlerden biri, Kürt maskeli solcu parti ile ortaklarının bu ortaklığı faş etme veya gizleme telaşıdır.