Mustafa ÇAĞIRICI; “Onun ahlakı Kur’an’dı” (1-2)

Ay takvimine göre 11 Rebîulevvel’i 12’sine bağlayan gece (8-9 Kasım gecesi) Peygamberimizin kutlu doğumuna sahne olmuştur.

Mustafa ÇAĞIRICI; “Onun ahlakı Kur’an’dı” (1-2)

Ay takvimine göre 11 Rebîulevvel’i 12’sine bağlayan gece (8-9 Kasım gecesi) Peygamberimizin kutlu doğumuna sahne olmuştur. Bu gecenin içinde bulunduğu -yeni adıyla- Mevlid-i Nebî Haftası’ındayız. Hayırlara vesile olsun inşaallah! Bu haftanın Diyanet İşleri Başkanlığınca belirlenen özel konusu “Hz. Peygamber ve Aile”dir. Bu münasebetle ilgili kurumlarca çeşitli etkinlikler düzenliyor. Ben de bu ve sonraki iki yazımda aziz Peygamberimizin aslında aile ve diğer sosyal konularla ilgili düzenlemelerin de ruhunu oluşturan üstün ahlakından bahsetmek istiyorum. Çünkü tarih bize ahlaksız ahkâmın başarılı olamayacağını gösterdi.

***

Kanımca Peygamberimizin ahlakı hakkında Kur’ân-ı Kerîm’in en kuşatıcı ifadesi “Kuşkusuz sen çok yüce bir ahlâka sahipsin” (Kalem 68/4) ayetidir. Klasik kaynaklarımızda ayetteki “hulukun azîm” (yüce ahlâk) ifadesi “edebü’l-Kur’ân” (Kur’an edebi, ahlâkı) şeklinde açıklanır; delil olarak da en başta Aişe validemizin, Resûlullah’ın ahlâkı hakkındaki bir soruya verdiği, “Onun ahlâkı Kur’an’dır” şeklindeki cevap zikredilir.

Kaynaklarda yine Kur’an’dan hareketle Resûlullah’ın sahip olduğu ‘yüce ahlak’ın kapsamına giren ve tamamı sosyal hayata ilişkin olan erdemlerden de bahsedilir. Meselâ İbn Kuteybe (ö. 276/889) Teʾvîlü Müşkili’l-Kurʾân’da okuyucusuna şöyle der: “Allah’ın (Peygamberine yönelttiği) ‘Af yolunu seç, iyi olanı emret, kendini bilmezlere aldırma’ (7/199) sözünü iyi düşün ve Allah’ın burada ‘yüce ahlâk’ın kapsamına giren bütün erdemleri nasıl topladığını gör! Şöyle ki:

(a) ‘Af yolunu tut’ buyruğunda, akrabalarından kopanlarla dahi ilişki kurmaya, zalimlere karşı bile ılımlı davranmaya, kimseye hayrı dokunmayanlara bile iyilik etmeye çağrı vardır.

(b) İyi olanı emret’ ifadesi Allah’a saygı, akrabalık bağlarını yaşatma, dili yalandan koruma, haramlardan sakınma gibi ödevleri içerir. Böyle davranışlara (arafebilme fiilinden) örf ve ma‘rûf denir. Çünkü herkes bunları iyi olarak bilir; her vicdan bunların yapılmasından memnun olur.

(c) Kendini bilmezlere aldırma’ buyruğu ise sabırlı ve yumuşak huylu olmak (hilim), küstah ve hoyrat kimselere uyarak onlarla itişip kakışmaktan kendini korumak gibi hasletleri içerir.”

İlk sufi âlimlerden Sehl et-Tüsterî (ö. 283/896) ise tefsirinde “Kuşkusuz sen çok yüce bir ahlâka sahipsin” anlamındaki âyeti açıklarken okuyucusuna, Hz. Peygamber’in “Kur’an edebi/ahlakı” ile donandığını, Kur’an’ın koyduğu kuralları asla çiğnemediğini hatırlatır. Ardından onun edep ve ahlakına örnek olarak “Allah adalet ve iyilik yapmayı emreder; hayasız ve çirkin davranışları, azgınlığı yasaklar…” (16/90), “Allah’ın sana bahşettiği şefkat ve merhamet sayesinde iyi ki çevrendeki insanlara yumuşak davrandın…” (3/159) mealindeki ayetleri zikreder.

Mezhep imamımız Ebû Mansur el-Mâtürîdî (ö. 333/944) de Teʾvîlât adlı ünlü tefsirinde Resûlullah’ın ‘yüce ahlâk’ıyla Kur’an’ın ona kazandırdığı edep ve ahlâkın kastedildiğini belirtir; buna örnek olarak ‘Af yolunu seç, iyi olanı emret, kendini bilmezlere aldırma’ ayetiyle birlikte ‘(Sana gelebilecek) kötülüğü en güzel karşılıkla sav’ (41/34); ‘Müminlere karşı alçakgönüllü ol’ (15/88) anlamındaki ayetleri zikreder. Mâtürîdî’ye göre, Resûlullah’a yöneltilen “Af yolunu tutiyi olanı emret, kendini bilmezlere aldırma, kötülüğü en güzel karşılıkla sav”; “Müminlere karşı alçakgönüllü ol” gibi emirler, en başta verdiğimiz ayetteki ‘yüce ahlâk’ı oluşturan erdemleri içermekte olup, Hz. Peygamber, Kur’an’ın kendisini eğitmesi sayesinde bu erdemlerin tamamını kazanmıştır.

***

Bu bilgilerden şu sonuca varıyoruz: Hz. Peygamber’in ahlakı etrafında Kur’an’ın geliştirdiği öğreti, aileden uluslararası ilişkilere kadar bütün insanî alanlarda barışın ve ahlakın hâkim kılınmasını gerektiren kuşatıcı bir ilke koymaktadır. Bu nedenle Kur’an, Hz. Muhammed’i (a.s.) bize ahlak modeli olarak göstermiş; ayrıca onu, “âlemlere rahmet”, “Allah yolunun davetçisi” gibi ifadelerle insanlığa yönelik kurtarıcı misyonuyla da tanıtmıştır. Fakat Müslüman toplumlar şimdilerde onun sunduğumuz öğretisinden, örneklik ve rehberliğinden kopmanın doğurduğu sorunlarla boğuşmakta; aslına bakarsanız insanlık âlemi de onun ahlak ve erdem dünyasının uzağında kalmanın manevi sefaletini yaşamaktadır.

 “Onun ahlakı Kur’an’dı” (2)

Asıl konuya girmeden, bir önceki yazım üzerine yapılan iki eleştirel yorumun hatırlattığı birkaç noktaya değineyim.

a. İslam kaynaklarına -gerektiğinde- zamansal, coğrafî ve toplumsal şartlardaki değişimlere göre, aklım ve bilgim yettiğince, geleneksel anlayışlardan farklı yorumlar getirebilirim, getirmeliyiz. Fakat bir Müslüman olarak, Kur’an’ın ve Peygamberimizin öğretisini nihai referans kaynağı olarak almak zorundayım. “Gavura kızıp oruç bozulmaz”; bazılarının İslam’ın kaynaklarını yanlış anlamaları/anlatmaları, türlü menfaatleri için kullanmaları, benim İslam’ın öğretisine sırt çevirmemi gerektirmez; tersine ona sahip çıkmam, doğru bildiklerimi anlatmam gerektiğini düşünürüm.

b. İslam’ın Allah, vahiy ve peygamber öğretisine temelden karşı çıkanlarla tartışmaya girmem; ahlak ve terbiye ölçülerine uymayan sataşmalara karşılık vermem. Kur’an’da buyurulduğu gibi “İsteyen inansın, isteyen inanmasın” (18/29) der geçerim. İslam bilginleri, bu tür karşı çıkışlara “küfr-i inâdî” derlerdi. Alman düşünürü I. Kant buna “dogmatik ateizm” demiştir. Böyleleri karşısında sadece -bir önceki yazımda sunduğum- “Kendini bilmezlere aldırma” şeklindeki Kur’an buyruğuna uyarım. Bu yalın ve hikmetli buyruğun, geçmişteki gibi günümüzde de ne kadar değerli olduğunu, buyruğun ihlalinin, aileden uluslararası ilişkilere kadar her alanda doğurduğu yıkıcı sonuçlarıyla göstermekteyiz. “Öfkeyle kalkan zararla oturur.”

***

Konumuza gelirsek, Kur’an’ın Hz. Peygamber için kullandığı ‘yüce ahlâk’ nitelemesinin insan ilişkileri yönünden anlamını bir önceki yazımda sunmuştum. Konu Peygamber olunca elbette bu ahlakın bir de risâlet ve tebliğ sorumluluğu boyutu vardır. Hz. Aişe’nin “Onun ahlâkı Kur’an’dır” sözü, Hz. Muhammed’in peygamberlik davasındaki güvenilirliğini göstermesi bakımından da çok önemlidir. Nitekim iki ayette (11/112, 42/15) Resûlullah’a, “Sana emredildiği şekilde dosdoğru ol” buyurulmuştur. Çünkü dürüstlük güvenilir olmanın, güvenilirlik de peygamberliğin şartlarındandır.

İman’ (inanma) ve ‘emîn’ (güvenilir kimse) aynı kökün türevleridir. Emîn olmayana iman edilmez; güvenilir olmayana inanılmaz. Onun için Kur’an’da “doğru, dürüst” anlamındaki sâdık ile emîn kelimeleri peygamberlerin sıfatı olarak defalarca zikredilir. Akaid kitaplarında, ikisi de ahlâkî fazilet olan sıdk ve emânet, peygamberlerin temel nitelikleri arasında gösterilir. Meselâ Mâverdî, Aʿlâmü’n-Nübüvve’sinin “Peygamber’in üstün ahlâkı ve mükemmel faziletleri” başlıklı kısmında Hz. Muhammed’in en üstün ahlâkî erdemlerle donatılmış, en faziletli işler yapmaya yatkın kılınmış olduğunu, bu meziyetleriyle Allah ile kulları arasında elçilik (sefâre) gibi yüksek bir göreve lâyık görüldüğünü belirtir. Mâverdî’ye göre, “Kuşkusuz sen çok yüce bir ahlâka sahipsin” ayetinde bu liyakatin esası olan ahlâkî donanıma işaret edilmiştir. Çünkü her yönden mükemmel bir ahlâk ancak peygamberlerde görülebilir. Ragıb el-Isfahânî de ez-Zerîʿa başlıklı kitabında peygamberliğin en önemli iki delilinin bulunduğunu; ilkinin aklî, ikincinin duyusal (hissî mucize) olduğunu belirtir. Resûllah’ın ‘yüce bir ahlak’a sahip olmasını, onun peygamberliğinin aklî delilleri arasında zikreder ve aklî delillerin mucizelerden daha güçlü kanıtlar olduğunu söyler.

***

Hz. Peygamber’in tebliğlerinde insanî sorunları öncelemesi ve bu bağlamda yoksullar, arkasızlar, köleler, kadınlar, yetimler, hastalar, çocuklar, gençler gibi toplumunun ilgi ve şefkatte öncelikli kesimlerine özel yakınlık göstermesi, herkese değer verip barışçı bir ilişki kurmaya çalışması, konuşmalarında daima yumuşak ve yapıcı bir üslûp kullanması gibi müspet tutum ve davranışları hem insan olmasının gerektirdiği şahsî faziletleri hem risâlet ve tebliğ sorumluluğu yönünden riayet etmeyi gerekli gördüğü ahlâkî ödevleri hem de -bir sonraki yazımda arzetmeye çalışacağım- insanlara örnek olma ve temsil sorumluluğunun gerekleridir. Onun kısa sürede büyük başarılar sağlamasının arkasında, kuşkusuz, davetinin hak olmasının yanında, sahip olduğu bu ahlâkî meziyetler de bulunmaktadır.