Osmanlı´nın son dönemlerinde sorulan ve aslında bugün de güncelliğini koruyan bir soru vardır: ?İslam dünyası niçin geri kaldı?? Bu soru farklı gerekçelerle cevaplandırılmaya devam etmektedir. Bizim soruda dikkat çekeceğimiz iki nokta vardır. Birincisi; meseleyi gerilik ve ilerilik bağlamında okuma. İkincisi de, soruda net bir şekilde görünür olmamakla birlikte, bu zamana kadar üretilen cevaplarda Batı ve gelişmişliğin teknoloji bağlamında okunmasıdır.
Modern Batı dünyasının tarih ve toplum görüşünü belirleyen lineer tarih anlayışıdır. Ortaçağ boyunca tarihin, Tanrı´nın edimlerinin bir gerçekleştirim alanı şeklinde görülmesinin ardından, modern zamanlarda Tanrı tarihten çekildiğinde insanın orada kendisini bulduğu tarih, yine de tam olarak insanın edimlerinin bir sonucu olarak şekillenmemektedir. Tarihin kendi içerisinde erekselliğini savunan anlayış, dünyanın sürekli daha ?iyi?ye ve ?ileri?ye doğru gideceğini öngörmekteydi. ?İyi? ve ?İleri?nin ise, maddi koşullarla içeriği tanımlanmış seküler hayata olan referansı ise kuşku götürmez.
Bu noktada ?ileri-geri antagonizmasının Batı literatüründe işlevselliği de pekişmiş olmaktadır. Zira Batı´nın ilerlemişliğine olan vurgu, diğer yandan Batı dışı toplumların ne kadar geri olduklarına bir göndermeyi ve Batı´nın merkeziliğini ifade etmektedir. Meselâ; din sosyolojisinde erken zamanlarda ?ilkel toplumların dinleri de ilkel, gelişmiş toplumların dinleri de gelişmiş? şeklindeki yargının tüm bu içerimleri taşıdığını da rahatlıkla görebiliriz.
Öyle ki, buradan mülhem dinin insanlığın ilkel zamanlarında kaldığı ve gelecekte fonksiyonunun sona ereceği şeklindeki tezler de, hep aynı mentalitenin içinden üretilmiştir. Bu sebeple, uzun süre din ve dindarlık geriliğin bir semptomu olarak okunmuş ve tarihselleştirilmiştir. Dinle daha yoğun ilgisi olanlar da niçin gerici olmadıklarını anlatmışlardır. Solcuların hala içeriğinin ne ifade ettiği muğlak ?gerici? kavramını kullanıyor olmaları, retorikten daha çok beslendikleri düşüncesini de güçlendirmektedir.
Müslüman toplumlarda geri kalmışlığın göstergesi olarak okunan ana başlık teknoloji üretememektir. Bir başka deyişle, modern bir toplum olmak teknoloji üretmek ile eşdeğer olarak algılanır. Halbuki modernlik, teknolojiden çok daha derin içerimsellikler taşır ve aslında teknolojinin üretim biçimi, işlevi ve felsefesi modernlik bağlamında okunmalıdır. Hal böyle olunca, Müslüman toplumlardaki genel fikir, toplum olarak ilerlemek, ancak teknolojiye sahip olmakla mümkündür şeklindeki argümanla şekillenmektedir. Öte yandan Batı ile doğu toplumları arasındaki ilerlemişlik takvimi (söz gelimi Batı bizden elli yıl öndedir gibi), bir yandan mesafeyi katetmeyi imkansızlaştırırken, öte yandan ilerleme anlayışını da doğrular.
Bu safhada geleceğe doğru Müslüman toplumlarda nasıl bir projeksiyon geliştirilmelidir? Şayet Müslüman toplumların ilerlemesinden bahsediliyorsa, bunun anlamı nedir? Bizzat Batı´daki içerimleriyle paradigmayı değiştirmeden mevcudu yeniden üretmek midir? Belirtilmelidir ki, bu koşullarda yarış, dünyanın krizinin derinleşmesine engel olmayacaktır.
Dolayısıyla Müslüman toplumların yeni bir Tanrı, insan ve evren tasarımından hareket etmesi gerekiyor. Bunun anlamı; mevcut paradigmanın değişmesidir. Üretilen teknoloji ve bilgileri tamamen önemsiz görmüyorum tabii ki. Ama paradigma değişimi olmadan, teknolojiyle işi kotaracağını düşünmek, tümellerden başlaması gereken değişime dokunmadan tikellerle mevcudu yeniden üretmek demektir. Bu ise, asla sonuç vermeyecektir. Doğrusunu söylemek gerekirse, İslam düşüncesinin sahip olduğu hazinenin henüz farkında olmadığını belirtmeliyiz. Önce Tanrı, insan ve evreni yerli yerine (hakikate uygun) yerleştirmek gerek.