Gazeteci ve akademisyen Dr. Olsi Yazici'nin 'konu ile ilgili' gözlemleri...
16-25 Ağustos tarihleri arasında Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki Sincan-Uygur Özerk Bölgesi’ni ziyaret ettim. Çin ve Sincan Devlet Enformasyon Ofisi tarafından üç büyük şehir olan Urumçi, Aksu ve Kaşgar’ı ziyaret etmek için gönderilen bir grup gazeteciden birisi olarak davetliydim. Sincan yetkililerince düzenlenen, Çinli yetkililerin gözetimi altındaki ziyaretimiz bizi Sincan’daki vaziyetin iyi olduğuna ikna etmeyi amaçlıyordu. 16 Ağustos’ta Urumçi’ye ulaştım. 17 Ağustos’tan 19 Ağustos’a kadar Komünist Parti yetkililerinin Sincan’da tarih, din ve insan hakları uygulamalarına dair verdiği derslere katıldık. Bu toplantılarda Xu Guixiang ve Ma Pinyan gibi Çinli yetkililer bize Çin hükümetinin Sincan hakkında bastığı beyaz kitaplar (Bir sorunu aydınlatmak ve savunmak için bir kurum veya hükümetçe yayımlanan kitap) verdiler. Bu derslerde bize bölgedeki Uygurların ve diğer Müslüman Türklerin göçmen oldukları, İslam’ın Araplar tarafından zorla kabul ettirildiği, Türklerin ve Sincan’ın her zaman Çin’in bir parçası olduğu anlatıldı. Orada bulunduğumuz süreçte Urumçi’deki Xuar müzesini, Aksu müzesini ve Kaşgar müzesini ziyaret ettik. Bu müzelerde Çin hükümeti halka bizim beyaz kitaptan öğrendiğimiz aynı mesajı veriyordu: Sincan tarihi olarak Çinlidir, Uygurlar ve diğer Müslüman Türkler göçmendir, İslam yabancı bir dindir ve Uygurlara zorla kabul ettirilmiştir. Tüm bunların ötesinde, Çinliler ziyaretçilere, aşırılık ve terörizmin kaynağı olması sebebiyle İslam’ın Sincan’da birçok probleme yol açtığını anlatıyordu. Bununla mücadele etmek, aşırılıkçıları ılımlı hale getirilmesini sağlamak için Çin hükümeti bazı “Mesleki Eğitim ve Çalışma Merkezleri” inşa etmişti.
20 Ağustos’ta Çinliler bizi Onsu “Yerel Mesleki Beceri Eğitim Merkezi”ni ziyaret etmek için Aksu şehrine gönderdiler. Burada Çin’in “ılımlılaştırdığı”, “aşırılıkçılar ve teröristler”le buluşacağımızı sanıyorduk. Ne var ki, bu “Yerel Eğitim Kampları”nın “öğrencileri” ile mülakat yaptığımızda onların “öğrenci” değil “tutsak” olduğunu ve “terörist” değil baskı altında inançlarından vazgeçmeye zorlanan Müslümanlar olduğunu anladık. Suçları İslam’ı icra etmek, Allah’a ibadet etmek, internette dini videolar izlemek, Kuran veya İslam hakkında makaleler okumak, İslam hakkında yazmak, Uygur tarihi okumak, tesettürlü olmak, helal gıda tüketmek, ölülerini gömmek veya İslam’a göre evlenmek ve akrabalarına İslam’ı vaaz etmek idi. Yaptığım ve kaydedip YouTube üzerindeki kanalımda yayımladığım röportajlar sözde “Mesleki Eğitim Merkezleri”nin okul değil hapishane olduğunu ortaya koyuyor. Bu devasa toplama kampları Çin’in Uygur, Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar ve benzeri asıllı Türk Müslümanlarına yönelik büyük bir beyin yıkama faaliyeti gerçekleştirmek ve onları İslam inancını ve Türk kimliğini terk edip Han Çinlisi olmaya zorlamak için kullanılıyor.
Çin Sincan’daki etnik ayrımcılık, terörizm ve dini aşırılıkçılıkla mücadele ettiğini iddia etse de gerçekte onları Han Çinlilerinden farklı kılan Uygurların İslami kimliği ile çatışıyor. Çin Sincan’da İslam tarafından temsil edilen çeşitliliğe karşı mücadele ediyor. İslam’ın her türlü izini yok etmek ve Çin’in “Bir Yol, Bir Kuşak” projesi için merkezi güç olan bölgeyi Çinlileştirmek istiyor. Sincan’ın Huizu olarak anılan, Çin için ayrılıkçı bir tehdit oluşturmayan Çinli Müslümanları da Uygurlarınkine benzer problemlerle acı çekiyor. Aşırılıkçılıkla mücadele bahanesi altında Çinli yetkililer İslam’ı aşırılık içeren bir din olarak ilan ettiler ve Beijing’ten Asya, Afrika ve Avrupa’ya uzanacak İpek Yolu projelerinin merkezinde olacak bir Müslüman varlığı istemiyorlar. Çinliler Sincan’da İslam’ı yasakladılar. İslam’ı vaaz etmek ve yaşamak yasadışı sayıldı ve bütün devlet kurumlarına dini sembollerin her türlüsü ile mücadele etmeleri emredildi (Aşırılıcığa Karşı Sincan Yasası, Bölüm IV, madde 18).
Çin, Sincan’a işgal edilmiş bir bölge ve oranın yerli halkına asimile veya yok edilmeleri gereken düşmanlar gibi davranıyor. Sincan yetkilileri camileri, mezarlıkları, tarihi İslami yapıları ve İslam medeniyetinin varlığını gösteren her türlü sembolü yıkıyor. Bay Ma Pinyan’ın Urumçi’deki dersler boyunca bize anlattığına göre Çin hükümeti İslam’ı Çinlileştirilmek istiyor. Uygurlar arasında hiçbir Arap veya Türk sembolü görmek istemiyor. Onların her gün ibadet etmelerini, alkolü reddetmelerini, bayanların tesettür kıyafeti giymelerini veya Kuran’a göre evlenmelerini istemiyor. İslam’ın Çinlileştirilmesi yasal olarak “Aşırılıcığa Karşı Sincan Yasası”nda emredilmiş (madde 4) ve İslami ibadetler/pratikler tümüyle yasadışı sayılmış halde (II.bölüm madde 9). Cemaatle Kuran okuma, İslam’ı çocuklara öğretme, İslam hakkında konuşma, İslami kaynaklara sahip olma veya bunları okuma, dini kıyafetler giyme, dini programlar izleme veya İslam’ı savunma her durumda suçtur ve mahpusluk veya “Mesleki Eğitim Merkezleri”ndeki uzun ve acılı bir “yeniden eğitim” ile cezalandırılabilir.
Çinli yetkililer minarelerin varlığını, ezanı, kubbeli camileri yasakladılar. Daha evvel hiç olmayan yeni bir cami yapıldığında, Çin hükümetinin İslam’ın Çinlileştirilmesi amacına yönelik dar görüşlülüğü sebebiyle, bu cami Çinli mimarlar tarafından tasarlanmak zorundadır ve hiçbir Arap veya Türk sembolünü içermemelidir. İslam’ın Çinlileştirilmesine zorlamak için Sincan yetkilileri İslam’ın Çinli bir versiyonunu öğreten seçilmiş imamların bulunduğu Sincan İslam Enstitüsü’nü destekliyor. Müslüman nüfusa yönelik terör kampanyası bir korku iklimi yaratmış. Görüşmemize izin verilen bütün Müslümanların gözünde korkuyu gördük.
Çin hükümeti 1950’lerden bu yana Çinli yerleşimcilerle Sincan’ı büyük oranda kolonileştirdi. 1950’lerde nüfusun yüzde 5-9 kadarı Çinli iken bu oran 2010 yılında yüzde 40 ulaşmıştı. Kolonizasyon bugünlerde çok agresif bir şekilde devam ediyor ve Müslümanları azınlığa düşürmeyi amaçlıyor. Tutuklanıp toplama kamplarına (Mesleki Eğitim Merkezleri) veya hapishanelere gönderilmeyen Uygurlar aynı evde Müslüman ailelerle yaşamak ve uyumak üzere Çinli yerleşimcileri evlerine almaya zorlanıyor. Birçok Müslüman Uygur bayan Çinli erkeklerle evlenmeye zorlanıyor. Pek çok Müslüman’a Ramazan’da oruç tutma izni verilmiyor. Restoranların alkol satışını reddetmeleri yasaklanıyor. İslam’ın en ufak izini gösteren Uygurlar ailelerinden uzaklaştırılıyor ve çocukları alınarak Çinliler tarafından büyütülüyor. Çin’in Doğu Türkistan’da yürüttğü korku hakimiyeti, dini baskı ve etnik asimilasyon kültürel soykırım anlamına gelir.
Ne var ki, dünya Çin’in Türk Müslümanlarına yönelik kitlesel baskısına şahit oluyorken, Müslüman dünya bunu görmezden geliyor. 8 Temmuz 2019’da 22 gayrı Müslim devletin Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği başkanına yönelik olarak imzaladıkları, Çin’i Sincan’daki büyük tutuklama programına son vermeye çağıran mektubu Müslüman dünyanın utancıdır. Müslüman çoğunluğa sahip devletler bu mektuba imza atmaktan uzak dururken, yaklaşık 20 Müslüman devlet Çin’i Sincan’da yaptıkları için destekleyen 37 ülkenin yer aldığı bir listeye dahil oldu. Çinliler tarafından hazırlanan mektupta şöyle yazıyordu: “Çin’in açıklık ve şeffaflık taahhüdünü takdir ediyoruz. Çin bazı diplomatları, uluslararası organizasyonların yetkililerini ve gazetecileri insan hakları ile terörizm karşıtlığı ve ılımlılaştırma hususunda kat edilen mesafeye şahit olmaları için Sincan’a davet etti. Onlar Sincan’da medyada haber verilenin tamamen zıddını gördüler ve duydular. Biz konuyla ilgili ülkeleri Sincan’a ziyaret öncesi teyit edilmemiş bilgilere dayanarak Çin’e karşı temelsiz suçlamalardan uzak durmaya çağırıyoruz. OHCHR, Anlaşma Organları ve Özel Usulleri şart koşmakla ilgili olanlara işlerini objektif ve tarafsız bir biçimde, doğru ve gerçekten güvenilir enformasyona dayalı olarak ve üye devletlerle iletişim içinde yerine getirmeyi tavsiye ediyoruz.”
Sincan’dan döndükten sonra bir Müslüman akademisyen ve gazeteci olarak, Müslüman dünyaya Çin’in Sincan’da yaptığı terörizm karşıtı ılımlılaştırma önlemlerinin neticesinin İslam’ın tümüyle yasaklanması ve Müslümanlara yoğun baskı yapılması olduğunu söylemek isterim. Çin beni “İnsan hakları meselesindeki gelişim ve terörizme karşı mücadele ile ılımlılaştırmanın sonuçlarına şahit olmak için Sincan’a davet ettiği bazı diplomatlar, uluslararası organizasyonların yetkilileri ve gazeteciler” gibi davet etti. Ne var ki, benim bulgularım Çin’in Uygulara sadece İslam’a inandıkları ve Müslüman oldukları için baskı yaptığını ispatlıyor.
Bu açık mektup yoluyla Çin yanlısı mektubu imzalayan bütün Müslüman ülkeleri pozisyonlarını yeniden değerlendirmeye davet ediyorum. Müslüman dünyanın herhangi bir yerinde Çin’in Müslüman nüfusuna ne yaptığını ispatlamaya hazırım.
Müslüman ülkeler pozisyonlarını yeniden değerlendirmeli ve Çin’i Müslümanlara baskı yapmaya ve Sincan’da İslam’ı yasaklamaya derhal son vermeye çağırmalıdır. Çin “Mesleki Eğitim Merkezleri”ni kapatmak, dini ve siyasi mahkumları hapishane ve toplama kamplarından serbest bırakmak, İslam karşıtı ve canice “Sincan Uygur Özerk Bölgesi Ilımlılaştırma Yasaları”nı ilga etmek, Çinli yerleşimcileri Uygurların evlerine göndermeye son vermek ve tüm diğer devlet organlarına Müslümanlara baskıyı durdurma emri vermek zorundadır. Çin, Müslümanları, onların dinini, tarihini, kültürünü ve yaşam tarzlarını hedef alan İslam karşıtı devlet politikalarını durdurmak zorundadır. Türk kökenli halkları (Uygur, Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar ve diğerleri) Çinlileşmeye zorlamayı, camilerin ve tarihi binaların yıkımını durdurmak zorundadır. Sincan Müslümanlarının pasaport sahibi olmasına, Çin içinde ve dışında özgürce seyahat edebilmelerine, camilerinde ezan okunmasına, helal yiyecek kullanmalarına, Mekke’de Hac yapabilmelerine ve İslam’ı çocuklarına öğretebilmelerine izin vermek zorundadır. Sincan yetkilileri çok kültürlülüğe adapte olmalı ve Uygurları ve Çin’in diğer Türk kökenli Müslümanlarını yerel Çinliler ile eşit sıradan vatandaşlar ve İslam’ı da Çin’in dinlerinden biri olarak kabul etmelidirler. Çin, tarihi rolünün farkına varmalı ve İslam’ı bir düşman olarak değil, Çin’in ayrılmaz bir parçası olarak kabul etmelidir. Bu taleplerin yükseltilmesi ve Çin’e Müslüman dünyanın onun çok önemli bir müşterisi olduğunun hatırlatılmasıyla Müslüman ülkeler halen Sincan Uygur Özerk Bölgesinde yoğun baskı altında acı çeken Müslüman kardeşlerini korumayı istemek zorundadır.