Arkadaşımız Fuat Kına, Müslüman sosyalistlerin islamcılık ve sosyalizmle kurdukları ilişkiye dair bir soruşturma yürütüyor. Yeni bir islamcılığın imkanını arayan ve Türkiye sosyalist hareketi için de önem arz eden bir tartışmaya katkı sunduğunu düşündüğümüz bu yazıyı ilginize sunuyoruz.
Bu yazı Müslüman dünya görüşüne içinde bulunduğumuz zaman-mekan şartlarından yola çıkarak politik bir öznelik kazandırma amacı güttüğü kadar, günümüz zulüm sistemlerine karşı en sahici mücadelenin nasıl ve hangi zeminlerde gerçekleşebileceğine dair bir akıl yürütme niyeti de taşımaktadır. Müslüman sosyalistlerin fikir dünyasını anlamayı ve ona katkı sunmayı hedefler. Fakat önce mevcut algılara dair küçük bir tashihe girişelim.
2010’ların başında bazı örgütlerin bildirileri dışında izine rastlayamadığımız, bugünse seküler-popüler siyasi tartışmalarda sözünü sakınmayan her aktörün cüretkarca ve fakat son derece gelişigüzel kullandığı bir kavramla işe başlayabiliriz: siyasal İslam. Bu ifade ile AKP iktidarının yozlukları ideolojik bir zemine referansla tarif edilmek isteniyor gibi gözüküyor. Ne kastedildiği ise asla aşikar değil. Dinin siyasete “alet” edilmesi şeklinde paketlenebileceği gibi, kendisini İslam’a nispet eden muhafazakar elitlerin işledikleri cürümlere verilen genel ad olarak da düşünülebilir. Ya da iktidarın kirli elini sembolize eden her şey, herhangi bir şey. Örneğin İBB’nin tramvaylarında gezmesine müsaade verilen (ve sonradan Koç grubunun sahiplendiği) sempatik köpek Boji’ye kurulan kakalı kumpas, “siyasal İslam”ı tarif eden bir temsil olarak gösterilmişti.1
Her ne bağlamda kullanılıyor olursa olsun siyasal İslam ifadesi iki büyük gerçeği örtbas etmeye dönük bir araç işlevi görüyor. İlk gizlenen, bir dünya görüşü olarak İslam ile siyasalın yadsınamaz etkileşimi; ikincisi ise bu etkileşimin doğru sonuçlar ortaya çıkarma imkan ve ihtimali… Yine benzer çevrelerde zaman zaman siyasal İslam yerine kullanılan diğer bir ifade ise: İslamcılık. İslamcılığı işe koşmak birinci problemi çözebiliyor gözükse de, bunun ikinci problem için kayda değer bir berraklaşma sağlayabildiğini iddia etmek güç. Bu biçim bir negatiflik taşıdıklarında hem İslamcılık hem de siyasal İslam ifadelerinin bizim tartışmamızı boğma riski içerdiğini ve Müslüman dünya görüşünün siyasal izdüşümlerini eşelemeye dair gayreti mahkum ettiğini teslim etmek gerek. Öte yandan iki kavram da muhafazakar elitlerin, ya da iktidar çevrelerinin içerisinde bulundukları siyasi yozlaşı halinin onların dininden (dini anlama/yorumlama biçimlerindeki bozukluklardan) kaynaklanıyor olduğunu ima ediyor, ki böyle dile getirilecek olsa bu kısmen yerinde bir tespit olurdu.
Siyasal İslam kavramı doğru bir muhataplık bulabilseydi belki de kamusal bir tartışmayı alevlendirir, belki gizlenenleri de açığa vururdu. Fakat bugün siyasal İslam’ı veya İslamcılığı sahiplenen siyasi bir özne göremiyoruz. Ortada kamusal bir tartışma olduğu da söylenemez. Siyasal İslam’ın muhatap bulamaması ifadeyi gelişigüzel kullanan seküler kesimlerin, İslamcılığın sahiplenilmemesi ise “İslamcıların” ayıbı olsa gerek. Tam da bu yüzden mevcut iktidarla politik bir ilişki kurmaktan katiyen imtina eden ana akım İslamcıların İslamcılığı, mağlup bile olamadan yok oldu. Siyasal İslam kavramı ise icraatlere değil doğrudan muhayyel bir öznenin siyasal ontolojisine meydan okuyor, ve fakat yine var olmayan bir öznenin. AKP iktidarı bugüne kadar cumhuriyet tarihi boyunca kendinden önceki iktidarlar (ister muhafazakar-mukaddesatçı-milliyetçi zümreler isterse seküler-devletçi-Kemalizm zümreler) tarafından yapılmamış ne yaptı? AKP’nin siyasal İslamının (!) 12 Eylül cuntasının siyasal İslamından kategorik bir farkı var mı? Tümüyle negatif yüklü, tahfif niyetli ve yanlış imalarda bulunan bir niteleme olduğu için siyasal İslam ifadesini rafa kaldırmalıyız, ancak aynısını İslamcılık için söylemek mümkün gözükmüyor. “Yeni bir İslamcılık mümkün mü?” sorusunu aşağıda tartışacağız.
Buna geçmeden ideolojilerin bu coğrafyadaki kaderine dair bir garip vakayı not edelim. Türkiye’de gerçekten muhafazakar, mukaddesatçı, milliyetçi olmayan otantik bir İslamcılık var mı? Örgütlü bir kitle hareketi olarak değilse de dergi çevrelerinde biriken bir enerji olarak özgürlükçü bir İslamcılığın izlerinin bulunabileceğinden bahsedilebilir. Fakat, evet, bir istisnadır. Böyle bir İslamcılığın çok dar kadroların dışına taşamadığını, Türkiye tarihi için ciddi bir politik yalnızlık ifade ettiğini söylemek zorundayız. Aynı soruyu sosyalistler için bu sefer biraz daha farklı bir şekilde soralım. Türkiye’de gerçekten Kemalist, devletçi, aydınlanmacı olmayan otantik bir sosyalizm var mı?
Hiçbir ideoloji içine bırakıldığı sosyo-politik tecrübenin tamamen dışında deneyimlenemez, anlaşılamaz. Ne Kemalizm Osmanlı hanedanlığının yoz istibdadından bağımsızdır ne de İslamcılık kapitalist ilksel birikimin Müslüman coğrafyasında yarattığı sosyo-ekonomik tahribattan. İdeolojik akımlar etkileşim kurdukları zaman-mekanın politik hafızasının filtresinden geçmeden tesir etmezler. Türkiye’de ana akım sosyalistlerin Kemalist ve devletçi refleksleri, ne yazık ki ana akım İslamcıların mukaddesatçılığı ve muhafazakarlığı kadar sıradan. Koca bir imparatorluğun toz duman oluşunun beraberinde getirdiği travmalar memleketin bağrından çıkmış tüm siyasi görüşleri az da olsa etkilemişe benziyor. Bu doğrultuda, bir ideolojiyi yargılarken taşıdığı tarihsel tecrübeyi merkeze alıp, diğer birini tamamen teorik-politik-entelektüel iddialarıyla değerlendirmek entelektüel ahlaka uygun olmasa gerek. Her ideolojik yoğunlaşma hem tarihsel tecrübesi, hem de iddialarıyla kaim. İdeolojiler Allah’ın aramızdan peygamberler seçerek gönderdiği şaşmaz ayetler olmadığı gibi (İslamcılık dahil), insanlığın kaçınılmaz refahına giderken tarihsel bir motor gücü vazifesi görmeye yazgılı statik kurtuluş reçeteleri de değiller (Marksizm dahil).
İsmini açıkça koymaya biraz daha yaklaştığımıza göre belirtelim, hem iddiaları hem de tarihsel tecrübeleri dolayısıyla iki ayrı ideolojiden, iki ayrı külliyattan, iki ayrı sosyo-kültürden bahsediyoruz. Fakat birbirinin alanına taşan iki bağımsız hakikatten bahsetmiyoruz. Müslüman sosyalistler bu iki ayrı ideolojinin, külliyatın ve sosyo-kültürün arasındaki devletçi Kemalizm ve mukaddesatçı muhafazakarlık setlerini yıkmak, parçalanan bir hakikati yeniden tevhid eylemek gayretindeler. Çünkü Müslümanlar, çünkü sosyalistler. Müslüman oldukları için sosyalistler, ve bu yüzden en azından bir tür yeni İslamcılık olarak tarif edilmeleri yerinde olabilir. Çünkü dini yorumlama biçimleri içinde bulundukları dünyaya bakışlarını ve siyasetlerini etkiliyor. Bu yeni İslamcılık, ana akım İslamcılığın iktidarla kurduğu yoz ve çıkarcı ilişkileri tümden reddediyor, (kapitalizm, ataerki, emperyalizm ve ırkçılık gibi) zulüm sistemlerini tanıyor. Fakat aynı zamanda bildik marksist diyalektiği ima edecek şekilde maddi koşulların dini düşüncelerimizi belirlemesine müsaade ediyor. Dini yorumlama sürecini adı konmamış bir dinamizmle kavrayarak, içinde bulunduğu zaman-mekan koşullarının, mevcut zulüm sistemlerinin, bir diğer ifadeyle mücadele pratiğinin dini yorumlama sürecini etkilemesine izin veriyor.
Peki Müslüman sosyalistler ne diyor:
İslamcılık bir ideoloji olarak birçok zalim iktidarlara meşruiyet sağladı. İslamcı dahi sayılamayacak iktidarlar için birçok İslamcı örgüt çarpık siyasetlere razı geldi, sessiz kaldı ve hatta rıza üretiminde aktif rol oynadı. Fakat biz bu tarihsel tecrübe karşısında İslami referansların siyasetten tümüyle elçektirilmesi şeklinde özetlenebilecek bir yaklaşımı reddediyor, razı gelinen veya icra edilen zulümlerin İslamın temel mesajı ile doğrudan çeliştiğini iddia ediyoruz. Zalimleşmenin, evvelki tezlerin İslamcı karakterinden ziyade, İslamcı tezleri savunanların bu tezleri eşitlikçi bir politik programa dönüştürmekte gösterdikleri zaaftan ileri geldiğini düşünüyoruz.
Tevhid inancına gömülü en önemli doktrinlerden biri “beşerin sorgulanabilirliğidir.” Din adamları diye tarif edilen bir zümrenin varlığı dahi açıkça bu doktrin ile çelişir. Sahip oldukları bilgi ve birikimi ezilenlerin kurtuluşu yolunda işe koşmak yerine iktidar lehine rıza üretmek için kullanan İslamcılar, artık din adamlarına dönüşmüşlerdir. Din adamlığı, bilgiye dayalı manevi bir otorite kurmak yoluyla kulun kula kul edilmesine denk düşer. Çünkü dinin sahibi yalnızca Allah’tır. Bu yönüyle yeni İslamcılık, İslamcılık açısından da bir öze dönüşü çağırır. Yani ana akım İslamcılık sadece sosyalizmi, feminizmi, ulusal kurtuluş hareketlerinin özgürlükçü karakterini yakalayamadığı için değil, kendi tezlerine ihanet ettiği için de yozlaşmıştır.
Ayrıca hiçbir dini sembolün muhafazası ifade ettiği mesajdan bağımsız olarak kendiliğinden kıymetli olamaz. Mesaj ise zaman-mekan koşullarından bağımsız düşünülemez. Bu yüzden biçimin manaya galebe çalmasına izin verilmemeli, mananın ise ancak zaman-mekan koşullarıyla etkileşime girerek açığa çıkacağı teslim edilmelidir.
Sosyalizm de bir ideoloji olarak bir çok otokratik iktidara meşruiyet sağladı, ve daha bir sürü şey… Ancak üretim ve bölüşüm problemine verilecek en doğru yanıt, hala, ısrarla, kapitalizmin ve barbarlığın anti-tezi olarak, sosyalist modeldir. Burada elbette nasıl bir sosyalizm sorusu devreye giriyor. Hem piyasa sosyalizmi, hem merkezi planlamacı sosyalizm sebep oldukları facialar ve içinde bulunduğumuz nesnel maddi koşullarla uyumsuzlukları sebebiyle ilk planda kapitalizme güçlü alternatifler olarak gözükmüyorlar. Ama zaten sosyalistler de yıllardır bu iki alternatifin çok dışında – hatta bazen kapitalizmin tam göbeğinde – üretenlerin yönettiği modeller üzerine oldukça dinamik ve güncel bir tartışma yürütüyorlar. Dolayısıyla sosyalizm zaten kendisini biteviye yeniliyor ve yenilemeli. Peki sosyalizmden hariç, Marksizm de yeniden yorumlanabilir mi? Dini gayretimizle uyumlu bir Marksizm mümkün mü?
Bu soru da diğerleri gibi cevabı aranmaya değer gözüküyor ve bizim topraklarımızda olmasa da küresel ölçekte oldukça güçlü bazı cevaplar bulmak mümkün. Ancak bu cevaplar kaçınılmaz olarak Marks’ın felsefi tarafını kısmen törpülemeyi (daha narin bir ifadeyle “revize etmeyi”), sosyolojik bir Marksizmi ise yine içinde bulunduğumuz zaman-mekan koşulları doğrultusunda yeniden tarif etmeyi gerektiriyor. Allah’ın ayetlerinin dahi yeniden yorumlanabileceğini iddia eden bir siyasal öneri çerçevesinde, Marks’ın tezlerini değiştirilemez kabul etmek elbette büyük bir hamakat olurdu. Yeni İslamcılığa dair muhakeme, bir tür neo-Marksist muhakemeyi de hem gerektiriyor hem de beraberinde getiriyor. Diğer bir ifadeyle yeni İslamcılık ve Marksist yeniden inşa birbirine muhtaç, biri diğeri olmadan eksik (fakat bu başka bir yazıya kalsın).
Müslüman sosyalistler tabii ki bu yazıda tarif edilen ahlaki-politik mücadeleyi merkeze alanlardır ancak böyle bir siyasal öznelik talebi aynı zamanda Türkiye sosyalist hareketinin kendi iç çelişkilerini aşmak için ihtiyaç duyduğu çok önemli bir fikir ve siyaseti de tarif ediyor olmalı.
1https://twitter.com/eacarer/status/1462017537223405571
2Aslında var, fakat burada tartışmayı daha fazla boğmak istemedik. Siyasal İslam kavramı aynı zamanda Anadolu muhafazakarlığını AKP’nin yozluklarından ayrı tutmak için kullanılıyor gibi gözüküyor. Kemalist elitlerin siyasal İslamı ile AKP’nin siyasal İslamı arasında bir fark varsa eğer bu muhtemelen ikincisinin Anadolu muhafazakarlığını daha iyi temsil ediyor olmasından ileri geliyordur, kavramın popüler kullanımının tam aksine.
Kaynak: farklibakis.nt