Hayatımın gençlik yılları…
O yıllarda bu kalem ülkenin en genç köşe yazarı.
Davet edildiğim bir toplantıda ilk kez Profesör Necmettin Erbakan’ı dinliyorum.
O anlattıkça zihnimde birbirinden ilginç benzetmeler yapıyorum.
Müslüman solcu gibi!
Yeşil komünist gibi!
Dışı yeşil içi kızıl karpuz gibi!
Evet, Necmettin Erbakan’ın anlattıklarını zihnimde böyle yorumluyorum.
O toplantıdan sonra gidip o günkü köşe yazımı yazmaya başlıyorum.
Necmettin Erbakan’ın anlattıklarını yorumladığım yazıma “Müslüman solcu gibi, yeşil komünist gibi, dışı yeşil içi kızıl karpuz gibi” cümleleriyle giriş yapıyorum.
Yazım yayınlandıktan sonra “Müslüman solcu”, “yeşil komünist”, “dışı yeşil içi kızıl” benzetmelerim çok tutuluyor.
Dilden dile dolaşıp yaygınlaşıyor.
Siyasi literatüre giriyor.
İlerleyen yıllarda Müslüman solcu konusu üzerine çok kafa yoruyorum.
Hele ilahiyatçı-yazar R.İhsan Eliaçık’la tanıştıktan sonra bu konu üzerinde daha da yoğunlaşıyorum.
Ve bir gün R.İhsan Eliaçık’a, “İslam ve Sol Çalıştayı yapılsa, İslamcısıyla, solcusuyla bu konu üzerine birlikte kafa yorulsa nasıl olur” diye soruyorum.
R.İhsan Eliaçık, “Ülkede ilk kez toplanacak böyle bir çalıştay çok yararlı olur” diyor.
Ve geçen yılın Ocak ayında 1. İslam ve Sol Çalıştayı toplanıyor.
Birbirinden değerli konuşmacıların yer aldığı 1.İslam ve Sol Çalıştayı’nın açılış konuşmasını yapma, Müslümanlar ile solcuların birlikte yürüyecekleri bu uzun yürüyüşü başlatma onuru da bana veriliyor.
Bu yılın Ocak ayında da ikincisi yapılan İslam ve Sol Çalıştayı’nın her yılın Ocak ayında toplanıp gelenekselleştirilmesi kararı alınıyor.
Peki ben İslam ve Sol Çalıştayı’nın toplanması önerisini niye yapmıştım?
İslam ve sol kelimelerinin bir araya getirilmesine bile sıcak bakılmadığı, itirazlar yapıldığı bir ortamda böyle bir çalıştayın toplanması önerisini neden yapmıştım?
Kamplaşmanın, düşmanlaşmanın had safhaya vardırıldığı bir ortamda böyle bir çalıştayın toplanması önerisini niçin yapmıştım?
Bu gibi sorulara da cevap olacak şekilde, İslam ve sol konusunu kendi fikirsel hikayemle anlatmamın daha açıklayıcı, daha doğru olacağı kanaatini taşımaktayım.
Sol fikirlerle, sosyalist fikirlerle, başka bir deyişle toplumcu fikirlerle delikanlı çağlarımda tanıştım.
Emeği, adaleti, paylaşmayı, dayanışmayı önceleyen bu fikirlerin toplumda nasıl kök salacağına, nasıl serpilip yaygınlaşacağına kafa yormaya başladım.
Buna da kafamdaki şu soruya yanıt arayarak başladım.
Türkiye gibi Müslüman bir toplumda Müslümanları karşıya alarak, dışlayarak sol fikirlerin kök salması, yaygınlaşması mümkün olabilir miydi?
Çünkü benim sol fikirlerle tanıştığım 1970’li yıllarda solcular, sosyalistler, içindeki yaşadıkları toplumun Müslüman bir toplum olduğunu dikkate almayan, Müslümanlığı hiçe sayan, dolayısıyla da Müslümanları karşılarına alan bir tavır içindeydi.
O zamanın ruhuna Müslümanlığı dışlamadan solcu olunamayacağı anlayışı hakimdi.
Bana göre bu anlayışla, bu tavırla Müslüman bir toplumda sol fikirlerin kök salıp yaygınlaşması mümkün değildi.
Ne var ki solcular Müslümanlığı, Müslümanları dışlarken, Müslümanlar da solu, solculuğu dışlayan bir anlayış içindeydi.
Geleneksel söylemin etkisi altındaki Müslümanlar solu, solculuğu düşman gibi görmekteydi.
İşte bu noktada zihnimi şu sorular meşgul etti.
Acaba bir insan hem Müslüman hem solcu olamaz mıydı?
Ya da Müslümanlığı benimsemese bile, Müslümanları dışlayan, düşmanlaştıran bir tavırdan kaçınamaz mıydı?
Kendi kendime sorduğum bu sorulara verdiğim cevap şuydu ki, Müslüman bir toplumda solun kök salmasını, yaygınlaşmasını isteyenler Müslümanları dışlamamalı, karşılarına almamalıydı.
Bana göre bir insan hem Müslüman hem solcu olabilirdi.
İnanış anlamında Müslüman olmasa bile, kültürel anlamda Müslüman olabilirdi.
Çünkü bu ülkede Müslümanlık din olduğu kadar sosyolojiydi.
Nesilden nesile geçen bir kültür biçimiydi.
Kaldı ki Müslümanlık tıpkı sol gibi emeği, adaleti, paylaşmayı, dayanışmayı öncelemekteydi.
Müslümanlık tıpkı sol gibi bencillik anlamında bireyciliği değil, toplumculuğu önemsemekteydi.
Kapitalizmin “Altta kalanın canı çıksın” anlayışını değil, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” anlayışını benimsemekteydi.
Öyleyse Kur’an-ı Kerim’i de Das Kapital’i de okuyup vahşi kapitalizme hep birlikte karşı çıkanlardan olamaz mıydık?
Öyleyse hep birlikte cüzdanın değil vicdanın sesine kulak verenlerden olamaz mıydık?
Öyleyse hep birlikte iktidara Harun gibi gelenler Karun’laşmamalı diyenlerden olamaz mıydık?
Öyleyse hep birlikte iktidara mazlum olarak gelenler zalimleşmemeli diyenlerden olamaz mıydık?
Öyleyse hep birlikte İslam ile sol arasındaki duvarları yıkanlardan, barikatları kaldıranlardan, engelleri aşanlardan olamaz mıydık?
Öyleyse hep birlikte İslam ile sol arasındaki kamplaşmaya, düşmanlaşmaya son verenlerden olamaz mıydık?
Bu anlayışla dindarlar solculara doğru, solcular da dindarlara doğru adımlar atıp yakınlaşamaz mıydı?
Dindarlar dindarlıklarından, solcular solculuklarından vazgeçmeden ortak değerler noktasında buluşamaz mıydı?
Emek, adalet, paylaşma, dayanışma, toplumculuk gibi ortak değerler noktasında buluşamaz mıydı?
Bunlar ve bunlara benzer değerlerin düşmanlarına karşı birlikte saf tutamaz mıydı?
Emek, adalet, paylaşma, dayanışma, toplumculuk gibi değerlerin karşıtlarının dindarlar ile solcuları ayrıştırma, düşmanlaştırma oyunlarını birlikte bozamaz mıydı?
Dindarlar ile solcular emek, adalet, paylaşma, dayanışma, toplumculuk gibi değerlerin düşmanlarına karşı birlikte savaşamaz mıydı?
Dindarlar ile solcular bunun nasıl gerçekleştirileceğine dair birlikte kafa yoramaz mıydı?
İşte geçen yılın Ocak ayından beri, devrimci İslam anlayışına sahip Müslümanlar ile solcular toplanıp bu sorulara birlikte kafa yoruyor.
Birlikte kardeşçe yürüdükleri bu uzun yürüyüş ile emek, adalet, paylaşma, dayanışma, toplumculuk gibi değerleri önceleyen sosyal adalet toplumunun inşasını hedefliyor.
Yolları açık olsun.
Birliktelikleri, kardeşlikleri daim olsun.