Musallada yatan insanlığımız

Ahmet Taşgetiren'in Karar'daki yazısı;

Musallada yatan insanlığımız

5 çocuk olunca yanarak can veren, en küçüğü 1, en büyüğü 5 yaşında olan, evleri barakadan bozma olunca, anne sabah namazı vakti evi geçindirmek için kâğıt toplamaya gitmiş, baba uyuşturucu vs. kullanmaktan cezaevinde olunca…

Sıra sıra dizilince bebek tabutları musallaya…

Hoca “Sizden helallik istemeyeceğim” deyince masum bedenlere bakıp…

İnsanlığımızı mı hatırlıyoruz ne?

-8 yaşındaki Narin bir anda ortadan kaybolunca, sonra cesedi bulununca, aile içinde bir anafor yaşandığı ve Narin’in bu anafor içinde can verdiği ortaya çıkınca… Narin’in cenaze namazını kıldıran Hoca, “Musallada yatan bizim insanlığımız” deyince…

İnsanlığımızı mı hatırlıyoruz ne? Nasıl kurdu o Hoca o cümleyi? Evet, insanlığımızı yatırıyoruz musallaya. Ve ağlayanımız yok.

-Ya iki yaşındaki Sıla bebek, tacize uğramaktan dolayı can verince… 2 yaşındaki bebek be iki yaşındaki bebek…

Kim kimden helallik dileyecek?

-Annelerinin kucağından alınıp canları emanet edilmiş onlarca bebek, üç kuruşluk yoğun bakım rantı elde etmek için kurban edildiğinde… Bebek bunlar be bebek…

“Hep para konuşuyoruz” demiş bir milletvekili… Ne yazık ki para değiştirmiş insanlığımızı, bebeklere kıyıyoruz artık üç kuruşluk yoğun bakım rantı uğruna…

Bir şeyler oluyor topluma. Bu açık. Kendimize bir bakmamız lazım. Çürüyen yanlarımız var. Yüreklerimize bir bakmamız lâzım.

O eve, çocukların can verdiği eve 18 kere gelmiş devlet görevlileri… Evin kaderini değiştirememişler, annenin kaderini değiştirememişler…

Acaba devletin kaderini değiştirmediği daha kaç ev var bu ülkede? Kaç anne, kaç bebek var?

Bir ara şehit ailelerinin evlerine tanık olundu. Bayrak asılan sıvasız evlere… O zaman da “Kaç şehit ailesi evi var böyle sıvasız” diye soruldu bu ülkede.

Üç günlük ilgiler ve sonra derin bir sessizlik…

İzmir’deki faciayı ne unutturur?

Allah korusun, daha büyük bir facia değil mi?

Acaba “18 kere gidilmiş olması” devletin en üst kademesinde de tatmin edici bir yorum olarak değerlendirilmiş midir?

Ah şu Dicle kenarında kurdun kaptığı koyun meselesi… Ah tütmeyen ocaklara, ekmek girmeyen evlere, sabah namazı vakti ev geçindirmek için kâğıt toplamaya çıkan annelere, işsiz babalara, yarın umudu eriyen gençlere karşı devlet sorumluluğu…

Acaba kimin boğazına tıkanmıştır yemekler 5 çocuğu hatırladıkça?

Böyle, bir yanı Kaf dağında bir yanı çukurun dibinde bir toplum yapısı ortaya çıkardık. Birinde ultra çılgın tüketim, diğerinde kıvranma…

Ülkeyi yönetenler nerede durur böyle bir toplum – ülke vasatında? Kaf dağındakilerle şenlik mi yaparlar, kıvrananlarla birlikte sancı mı yaşarlar?

Şöyle düşünürüm: Ülkeyi yönetenler, kıvrananlarla birlikte sancı yaşıyor olsalar, ülkeyi böyle yönetmezler.

Sokaklarda insanların yüreklerinden öfke koparak söyledikleri “Gelsinler bize layık gördükleri maaş ile bir gün bizim gibi yaşasınlar!”

Bu, milyonların yüreklerindeki isyanın yansımasıdır.

Şu, en büyüğü 5 yaşında 5 çocuğun annesi ne yapsın? Hadi biz söyleyelim ne yapsın? Hadi ülkeyi yönetenler söylesin, ne yapsın?

“Doğurmasaydı” deme hakkı kimin? Doğduktan sonra o bebelere karşı devlet ne zaman var, ne zaman yok olacak?

İşte yanan baraka evde can veren çocuklar yakamıza yapıştı toplum olarak.

Bunların istisna olmadığını biliyoruz ne yazık ki… Geliyor, sarsıyor ve gidiyor. Yeni bir insanlık depremine kadar…

Sınav şu: İnsanlığımızı musalla taşından kurtarabilecek miyiz?