Cüneyt Zapsu
DUVAR – Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın dün yaptığı açıklamaya göre korona virüsü hastalığına yakalananların yüzde 60’ı İstanbul’da ikamet ediyor… İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu da günlerdir, salgının hızını kesmek için sokağa çıkma kısıtlaması getirilmesi çağrısı yapıyor. “Türkiye her şart ve hal altında üretime devam etmek, çarkları döndürmek zorundadır” diyen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ise bu çağrılara karşı çıkıyor.
“İstanbul salgın üssüne dönerken Erdoğan neyi bekliyor?” başlıklı yazısında gazeteci-yazar Murat Yetkin Cüneyt Zapsu’nun mektubuna dikkat çekerek, Erdoğan’ın ısrarının arkasındaki motivasyona dikkat çekti. Yazının bir bölümü şöyle:
Erdoğan’ın neye, neden direndiğine gelmeden önce bir bilgi vereyim. Umreden kontrolsüz dönenlerin, on dört gün uyarısına aldırmadan mevlütlerle, hayırlı olsun ziyaretleriyle virüsü Anadolu’nun kasabalarına, köylerine dek yaydığı biliniyor. Umrecilerin bir kısmının havalimanlarındaki termal kameraları “aldatmak” için uçak inmeden önce ateş düşürücü ilaçlar aldığı medyaya yansımıştı. Yalnızca umreciler değilmiş görevlileri aldatarak virüsü aldattığını sanan. ABD ile seferler kesilmeden önce Türkiye’ye dönerken kameraları aldatmak için ateş düşürücü alan İstanbul jet sosyetesinden bazı isimlerin de şimdi koronavirüs tedavisinde olduğu konuşuluyor, yakında çıkar.
Zapsu’dan gerekçeli karar gibi mektup
Cüneyd Zapsu 31 Mart tarihinde dört sayfalık bir açık mektup yazdı. AK Partinin kuruluşunda en çok emeği olan, daha önce Erdoğan’ı TÜSİAD’a da, uluslararası sermaye çevrelerine takdim eden kişi olarak biliniyor. Zapsu, artık iktidar adına konuşmuyor ama, Erdoğan’ın “ne olursa olsun çarkları döndürmek” beyanı arkasındaki bakışı yansıtıyor.
Mektubun en can alıcı cümlelerinden birisi, bence yanıtını da içinde taşıyan şu soru: “Peki, tam bir sokağa çıkma yasağı yapılsa, yani tüm üretim ve işyerleri kapanıp bütün hayat dursa ne olacaktır?” Zapsu devamında “Ekonominin çökme neticesi ise göreceğimiz kısa süreli hastane rahatlamasından çok daha fazla ve uzun süreli hayatların kararması ve ciddi kaybedilmesini getirecektir” diyor. Yani, “tam sokağa çıkma yasağı” uygulanırsa ekonomi çökeceği için can ve iş kayıpları artacak; kurulan mantık bu.
Zapsu’nun açık mektubunda, hükümetin sokağa çıkmayı kısıtladığı zaman işveren ve işçilere doğan hukuki ve mali sorumluluklarına değinilmemiş ama tez, “tam bir sokağa çıkma yasağı” istendiği varsayımı üzerine kurulmuş ki bu tam doğru değil.
Oysa 31 Mart’ta ortak açıklama yapan Türk-İş, Hak-İş ve DİSK sendika konfederasyonları açık şekilde “Kovid-19’a karşı mücadele kapsamında zorunlu ve acil mal ve hizmet üretimi hariç olmak üzere, en az 15 gün süreyle, bütün işlerin durdurulması, işçilerin korunması ve salgının yayılma hızının önlenmesi için önem arz etmektedir” diyor.
1 Nisan’da Türk Tabipler Birliği, TMMOB, DİSK ve KESK tarafından imzaya açılan 7 maddelik ortak metin de daha ilk maddesine “Temel, zorunlu ve acil mal ve hizmet üreten işler dışında” vurgusuyla başlıyor. Ondan sonra bu süreçte işten çıkarma olmaması, çalışanların haklarının korunması talebi geliyor.
Çarpıtmaya gerek yok. İstenen ne sıkıyönetim ne olağanüstü hal. Zapsu da mektubunda salgın ardından dünyayı saracak bir totaliter rejim dalgası endişesinden söz ediyor ki, bu endişeye ben de katılıyorum.