Mümtaz’er Türköne yazdı | Yeni bir dünya: İslâmcılık tasfiye ediliyor

Mümtaz’er Türköne yazdı ;

Mümtaz’er Türköne yazdı | Yeni bir dünya: İslâmcılık tasfiye ediliyor

Bölgesel gelişmeler, Türkiye’nin parlayan yıldızı, şu malûm “Süreç”, iç politikada tebeyyün eden ve iktidar değişimini haber veren “Geçiş Süreci”, hukuka dönüş sinyalleri ve erken seçim gündemi gibi, kafanızı çevirdiğinizde hemen gözünüze çarpan bu dalgalanmaların tamamı, -eskisini yıkıp yerine yenisinin yapıldığı bir binayı gözünüzün önünde canlandırın- aynı tezgâhta imal edilmiş bir taşıyıcı kolon sisteminin türevleri. Kenarda yıkılan binanın cürufu, beride kat kat yükselen yeni binanın henüz duvarları bile örülmemiş odaları duruyor.

İran’ın, Hizbullah’ın ve Hamas’ın bölge dengelerinde saf dışı bırakılmasıyla birlikte, enkazın arasında boydan boya uzanan bir de İslâmcılık var. 28 Şubat’ın moda ettiği “Siyasal İslam” tabirini de kullanabilirsiniz. Daha çok Cihadçı Selefilikle (somut karşılığı olan El Kaide ve DAEŞ’le) başlayıp, siyasal iktidar peşinde olan her türlü İslâmcı hareket o cürufun içine gömülmüş vaziyette.

Ürdün’ün Hamas mensuplarını tutuklaması, Mahmut Abbas’ın Hamas’a “itoğluitler” demesi, Türkiye’de art arda DAEŞ operasyonları yapılması ve çok sayıda kişinin gözaltına alınması sadece yüzeysel işaretler. İslâmcılığın üzerine beton dökülüyor ve yeni binanın altında bir enkaz yığını olarak yok ediliyor.

Yeni, yepyeni bir dünya kuruluyor, eskisi geçmişe gömülüyor ve bu dünyada sadece toptan şekilde Türkiye değil, her bir aktör, her bir sektör yerini buluyor.

Kimi kastediyorum?

AK Parti İslâmcılığını.

Önce bu yeni binanın kolonlarının imal edildiği tezgahı ve uygulanan avan projeyi nazara vererek adım adım ilerleyelim. (Avan proje, uygulama projesinin ön hazırlık çalışmasıdır. Proje hakkında kabataslak öngörüde bulunulmasını sağlar. Detaylar içermez, çünkü henüz projeye dair kesin kararlar verilmemiştir.)

 

İsrail’in güvenliği

Ortadoğu’nun, Ortadoğu üzerinden dünyadaki dengelerin kazık gibi en değişmez parametresi İsrail’in güvenliğidir. Hayal aleminden vazgeçip, dünya politikasını kavrayabilmek için gerçeklerle barışmak istiyorsanız bu parametreyi sabit bir kerteriz noktası olarak hiçbir zaman gözden uzak tutmamanız gerekir. Gazze’deki soykırım konusunda yükselen tepkiler ayrı bir konu. İsrail, doğrudan ABD demek; sıkıştığı zaman ise dolaylı olarak Avrupa olarak karşınıza çıkar.

İsrail, kendisine düşman bir coğrafyada derin güvenlik endişeleri, hatta şizofrenik boyutta paranoyalarla yaşayan küçücük bir ülke. Bu küçük ülke 7 Ekim 2023’den bu yana, elbette ABD desteği ile Hizbullah’ı dize getirdi, İran’ı saf dışı bıraktı ve bırakın Hamas’ı Filistin halkını neredeyse yok etti.

İsrail’in güvenlik endişelerine ve bölge çıkarlarına sed çekecek tek bir güç var: Yahudiler. Bölgede bizi de ilgilendiren gelişmelerin zembereğinde İsrail’i yöneten Likud Cephesi ile büyük diaspora arasında sert tartışmalar ve çekişmeler yer alıyor. Çok basitleştirerek özetleyelim. Netenyahu, Suriye iç savaşının sağladığı fırtınalı denizde sakin bir ada pozisyonunu sürdürmek için bölgenin sistematik olarak çatışma ve kaos içinde kalmasını savunuyor. Uluslararası Finans kapital üzerinde ağırlığı olan aklı başında Yahudiler ise bu duruma karşı çıkıyor. Gazze soykırımının, Yahudilerin itibarını zedelediğini, barıştan yana Yahudi imajına şiddetle ihtiyaç olduğunu öne sürüyorlar. Nitekim, Netenyahu’yu UCM’de yargılayıp mahkûm edenler işte bu Yahudiler.

Bu Yahudilerin sözcülüğünü de İngiltere yapıyor.

 

İngiltere’nin planı

Ortadoğu’da, ABD’nin onay verdiği, İngiltere’nin de oyun kurucu olarak masanın başında oturduğu, Suudi Arabistan başta olmak üzere Arap ülkeleri ile Türkiye’nin uzlaştığı, bilhassa Suriye Kürtlerinin de (dolayısıyla Türkiye Kürtlerinin) ikna edildiği bir plan yürürlüğe girmiş görünüyor. Bu durum bizde en yetkili ağızdan, “İki buçuk ülke” lafıyla (ABD ve İngiltere’nin yanında buçuk Fransa oluyor) Hakan Fidan marifetiyle zaten dile getirildi.

Bu plan İsrail’in güvenliğini, Türkiye’nin başat konumda bulunduğu bir bölge mimarisi ile kurulacak istikrarlı bir barış düzenine bağlıyor. Netenyahu’nun kaos arayışına karşı, İngiltere’nin kosmos yaklaşımı galebe çalmış oluyor. Türkiye açısından bu düzenin en önemli şartı Kürtler ile barışması. Bu bir zorlama veya yük değil, başka türlüsü zaten imkânsız. Türkiye’nin kendisine açılan bu alanda önerilen baskın rolü oynayabilmesi için Kürtlerle uyumlu ve yekpare hale gelmesi gerekiyor.

İngiliz oyunu, ABD emperyalizmi, Yahudilerin Arz-ı Mevud’u veya Büyük Orta Doğu Projesi gibi basmakalıp-ideolojik laf salatasını bir kenara koyup, reelpolitik dünyaya gözlerinizi açmanız lazım. Kuzey Kıbrıs, “Türkiye’nin Kıbrıs sorunu yoktur” diyen Dışişlerimize, İngilizlerin fiyongları bağlı kurdelelerle hediye paketi içinde sunduğu bir cemiledir. Cumhuriyet’in kuruluşunda Misak-ı Milli’nin içinde yer alan Musul’un dışarda kalması, tek başına Kürt sorununun en temel sebebidir. Böyle olduğu için Kürtlere verilen sözler tutulmamıştır.

HTŞ’nin ileri harekatla Suriye’yi ele geçirmesi ve Cezire’de SDG ile yani Kürtlerle uzlaşması, Kürtlerin de yapıcı-uzlaşmacı davranması bu planın eseri olmalı. ABD bölgedeki üslerini kapatıyor ve eş zamanlı olarak Türkiye bölgede üç yeni üs kuruyor. Netenyahu durumdan memnun değil, ama Beyaz Saray’da medyanın önünde Trump’tan fırçayı yiyor.

Kısaca her şey yoluna giriyor.

Bölünme paranoyaları ile yüz yıl geçiren Türkiye, bu plan üzerinden sadece kendi Kürtleri ile değil, Suriye ve Irak Kürtleri ile de kader birliğine gidiyor. Ve bu işten, sıkıştıkları coğrafyadan çıkıp Türkiye üzerinden dünyaya açılma imkânı bulan Kürtler kârlı çıkıyor. Kürtler hep birlikte İstanbul’a uzanıyor; Türkiye, Kürtlerle birlikte bölgede Yavuz Selim’in Pax Ottomanası gibi, hâkim konuma yerleşiyor.

Kime karşı?

İran’a ve İslâmcılara karşı.

 

AK Parti İslâmcılığı

Yeni bir dünya kurulup Türkiye bu dünyada yerini bulurken, AK Parti değil ama AK Parti İslâmcılığı tasfiye ediliyor. Erdoğan’ın bu İslâmcılığı temsil ettiği ölçüde koltuğu sallanıyor.

AK Parti amorf bir kütle. Yeniden Refah Partisi ve Saadet Partisi ile ortak paydası olan Milli Görüş, Türkiye İslâmcılığı olarak enternasyonalist bir karaktere sahipti. Tunus’ta Nahda lideri Gannuşi’den, Erbakan’ın MSP mitinglerinde nasıl kürsüye çıkıp kalabalığı selamladığını yıllar önce uzun uzun dinlemiştim. Milli Görüş geleneğinin enternasyonal bağları, daha çok İhvan-ı Müslimîn içinden çıkan ve siyasî iktidar hedefi olan örgütler üzerinden sağlandı. Mısır’da Mursi üzerinde bu kadar ısrarlı durulmasının sebebi buydu. Bugün neredeyse tek kanal olarak Hamas kaldı. Filistin davası ile birleşen bu İslâmcılık türü, son günlerde Orta Doğu’da her yerden tasfiye ediliyor. Katar’da geçen sene başlayan bu tasfiye, Ürdün’deki tutuklamalardan sonra Türkiye ile son buldu.

Bir parantez açalım.

İslâmcı birikimi ve potansiyeli Türkiye’de farkında olarak veya olmayarak Erdoğan doğrudan kendisi tasfiye etti. Kendi iktidarını Devlet Dini’nin kurulu sistemine emanet ederek yaptı bunu. İmam Hatipler ve Din Dersleri yeterli göründü; olmadığı çok geç anlaşıldı. Hakiki İslâmcılar çok önce AK Parti’den uzaklaştılar. Yine de İslâmcı yeşilin hafif tonu, AK Parti’nin cemaat ve tarikatlar gibi örgütlü dinî gruplarla bağlantısına katkıda bulunuyor. Bir de Hayrettin Karaman gibi AK Partinin dine mugayir politikaları ve icraatları için “ızdırar hali” fetvaları veren İslâmcılar kaldılar.

İran’ın saf dışı kalmasından sonra İslâmcılığın tasfiyesi, Cihatçı Selefiliğe göz açtırılmayacağı anlamına geliyor. Türkiye’de geniş kapsamlı DAEŞ operasyonları bu durumu gösteriyor.

Elbette kimse boş durmuyor. İran, Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan sayesinde Türklük üzerinden Türkiye ve Azerbaycan ile bir yakınlaşma iklimi oluşturmaya çalışıyor. Şehriyar’dan okuduğu “Heyder Baba’ya Selam” şiirini başka türlü yorumlayamazsınız. Peki neye karşı? Türkiye’de yükselen Kürt siyaseti dışında bir hedef görünmüyor. Yani Türk-Kürt ittifakına karşı.

Sonuç?

Sonuç, Erdoğan’ın AK Parti İslâmcılığında ne kadar ısrar edeceğine bağlı. Israr ederse, bu durum doğrudan Orta Doğu’da yeni düzenin kuruluşu aşamasında kendisinin tasfiyesine yol açabilir.

Demek ki Erdoğan, Suriye üzerinden kurulan planın kendisinin tasfiyesi ile sonuçlanacağını görüyor.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ulus niteliğini, Kürtleri de özgür iradeleri ile içine alacak şekilde yeniden inşa etmesi, yazının başında metafor olarak kullandığım binanın en kritik ana kolonlarını oluşturacak. İsrail’in güvenliğini kosmosun içine yerleştiren, yani bölge barışına bağlayan İngiliz planında, İslâmcılara tanınan bir yaşam alanı yok.

Tekrarlayalım: AK Parti İslâmcılığına da yok.

Bu durumda Erdoğan’ın Çözüm Süreci’ne direnmesini, hukuka dönüş için otokrasiden vazgeçmesine bağlamak, tek başına yeterli değil. Erdoğan, bölge üzerinden kurulan yeni dünyada kendisine alan bırakılmadığını görüyor olmalı.

Kısaca İslamcılık tasfiye edilirken, onunla bağlantılı herkes tasfiye ediliyor.

 

Kaynak: medyascope