Vallahi bunaldım Türkiye’deki temelsiz Suriyeli mülteci düşmanlığından. Aslında doğrusu “mülteci” de değil. Türkiye, Suriyelileri “sığınmacı” olarak kabul ediyor ve gördüğüm kadarıyla hemen hepsinin statüsünü olabilecek en seyyar şekilde tutuyor.
Ne var ki Türklerden başka her millete burun kıvıran faşist odakların propagandası başarıya ulaşmış görünüyor. 2023 seçimlerinde Suriyelilerin hepsine vatandaşlık verileceğine, Suriyelilerin hepsinin oyunu Tayyip Erdoğan’a atacağına falan iman ediyorlar.
Beni bilirsiniz. Suriye’den, Afganistan’dan, Irak’tan, Yunanistan’dan, Ukrayna’dan falan olması fark etmez. Dünyanın tüm mazlumlarına vatandaşlık verilse “niye vatandaşlık veriyoruz?” diye sormam. Buyursunlar, olsunlar. Varsa yiyecek bir lokma nasipleri Türkiye’de, Anadolu’da bulsunlar onu.
Fakat gördüğüm kadarıyla Suriyelilere vatandaşlık verilmediği gibi, onlara vatandaşlık vermek gibi bir plan da yok ortada. Hatta normalde mevcut donanımı ya da parasıyla rahatlıkla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olabilecek Suriyeliler, kamuoyunun duyarlılığı yüzünden vatandaş yapılmıyorlar.
Faşist odakların gazına gelen kamuoyunun en çok tekrarladığı hikâyelerden biri ise “ülkemizde onca fakir, onca yardıma muhtaç dururken Suriyelilere yardım ediliyor” hikâyesi.
Kocaman bir yalan bu. İki bakımdan yalan. Birincisi, Türkiye Cumhuriyeti, her sosyal devletin yapması gerekeni yaparak ülkedeki tüm dezavantajlı vatandaş gruplarına “yardım önceliği” sağlıyor. İlgilisi küçük bir araştırmayla kime ne yardım edildiğini öğrenebilir.
İkincisi ise memleketteki STK’ların önceliği meselesi. Burada da faşist odaklar “İslami STK’lar Türkiye’de yardıma muhtaç insanlar dururken diğerlerine yardım ediyor” yalanını yayıyorlar. Oysa durum öyle değil. İHH, Sadaka Taşı, Beşir ve diğerleri bilhassa pandemi başlangıcından itibaren zaten öteden beri “önce komşumuz” olarak koydukları yardımlaşma hedefini iyice belirgin hale getirmiş durumdalar.
Şimdi bu faşist odakların bulduğu yeni propaganda biçimi ise “ülkemizde insanlar yoksulluktan intihar ederken…” diye başlayan leş cümleler.
Evet, kısa aralıklarla 3 intihar haberi düştü gündemimize. Ve evet, bu intiharların yoksullukla, geçim zorluğu ile anlamlı bir bağı varmış gibi duruyor. Üstelik bu işin “aması, fakatı, lakini” de yok. 2021 yılında, yaşadığımız ülkede yoksulluk yüzünden intihar etmeyi seçen insanın vebali hepimizin omuzlarındadır. Ne var ki bu intiharlarla Suriyeli kardeşlerimize açtığımız şefkat koridorunu karşı karşıya getirmek insani değil, berbat ötesi bir politik manevradır. Dahası vicdansızlıktır. Nebbaşlıktır.
Gelelim meselenin ek yerine. Tüm toplum olarak evlerimize kapanmış, başımıza gelen bu pandemi meselesinin olumsuz yükünü omuzlamaya çalışırken iki adet çok sevimsiz şey gelişiyor.
İlki, polis marifetiyle olan şeyler. Çöp toplayan, yalnız başına denize giren, çocuğunu parka götüren insana ceza kesip üzerine bir de “polis affetmedi” haberlerine konu etmenin toplumsal yıpratıcılığını anlatmaya gerek yok. En son cami basmaya kadar ilerledi iş. Biliyorum, Furkan Vakfı işin içinde ve evet biliyorum o vakıf “atanamamış FETÖ” olarak operasyon çekiyor falan ama camiye postalla girme görüntüsü olmadı ki tam olmadı. Bu işin sorumlusu her kimse derhal bulunup gereği yapılmalı.
İkincisi bence ilkinden daha vahim. Memleketin tamamı evlere tıkılmış durumdayken yurdun dört bir yanından gelen turist eğlenceleri meselesi yani. “Bayramda anamın elini öpemeyecek olmam, dergiyi açık tutabilmek için üç gün boyunca izin için e-devletin çalışmasını beklemem, bütün iş seyahatlerimi ertelemem gerçekten salgından mı kaynaklanıyor yoksa turistler rahat rahat denize girip eğlensinler diye mi katlanıyoruz bunlara?” sorusunu sormayayım da ne yapayım?
Zor, yıpratıcı, dahası korkutucu bir şey zaten pandemi. Bu tip hatalar ve görüntülerle bu zorluğu, bu yıpratıcılığı artırmanın manası nedir?
Biraz daha özen, biraz daha gayret ve en önemlisi biraz daha “sağlıklı iletişim” lütfen. Zaten bozuk olan moralimizin daha da bozulmasına engel olmak gerek.