Modern Süreçte İktisadi Mantalite
Günümüzde istisnasız tüm dünyaya hâkim olan ve çeşitli versiyonlarının marifetiyle başta iktisadi alan olmak üzere hayatın her alanında rakipsiz bir kapitalist iktisadi sömürü düzeni bulunmaktadır. Bu kapitalist düzen modernleşmeyle birlikte, sanayi devriminin de etkisiyle başta kıta Avrupa´sı, Britanya ve Kuzey Amerika olmak üzere kendi kapitalist gelişimini sağlamış önemli ülkelerde, üretim ve tüketim ilişkilerinden başlamak üzere hayatın her alanına değişmez adres olarak nüfuz etti.
İslam dünyası da kendi medeniyet ve yaşam formuna rağmen, batının giderek tahakküm vasatında dönüşüme uğrayan ve bu yolla da batının her açıdan sömürgesi durumuna düşen yetmez bir duruma evriliyordu.
Bu açıdan gerek helal kazancı baz alan İslam ekonomik strüktürüne, o çerçevede oluşan kitabi ilkeselliğe ve gerekse de bu çerçevede oluşan fütüvvet anlayışının sistemleştirilmesiyle birlikte Osmanlı´nın ?toprak işleyenin, su kullananın?formülasyonuna dayanan basit ve sade bir işleyiş Batılılaşma akabinde farklı bir çehreye bürünmüştü.
Batının mutlak galibiyeti, onun adım, adım sistemleştire geldiği kaynak sömürüsü ve bunların toplamının göstergesi olan endüstriyel gelişmişlik, ?doğu/İslam dünyası´ toplumsal planında farklı durumlara, yönelimlere ve bir açıdan ?hüdayi nabit´ cinsinden türedi iktisadi uygulamalara muhatap olmuştu.
Değişen ve dönüşen toplumsal yapı, yeni olaşan algıyla birlikte kendi iktisadi bütünlüğünü oluşturduğu gibi, etkisi günümüze dek gelecek ?sahip olma ve kazanma´ yol ve yöntemlerine de kapı aralamış oluyordu, bir açıdan?
Bundan böyle Batılılaşma ve İslam dünyasının batılı emperyalist güçler tarafından parçalanma girişimleri sonucunda neredeyse yapısı ve işlevi konusunda Kur´an´da anlatılan Mekke şirk düzeninin ekonomik işleyişine uygun bir yapı söz konusuydu.
Bir açıdan faizi de tıpkı alış-veriş gibi telakki eden, ranttan beslenen, o hengâme ortamında kamunun ve halkın mülklerine göz diken ve bir yolunu bulup ele geçirmeye çalışan, olmadı insanları bir tas çorbaya dahi muhtaç hale getiren yeni zengin sınıfı ne batılı ve nede doğulu iktisadi formülasyonlara bakmaksızın sökün ediyordu!
Bu sürecin oluşumunda bir yığın gariplikler de söz konusuydu?
Görevi yöneticilik olan yığınlarca Osmanlı paşasından bir kısmının cumhuriyetle rejimiyle birlikte nemalanmaları ve kapitalist işleyişte kendilerine ?nesiller boyu rant devşirme çabaları´ kapitalizmin zaferi olarak okunabilirdi.
Burada helal kazanca ve öyle bir kazancı önceleyen ahlaki ilkelere ihtiyaç hissettirmeyen yeni bir anlayış kendini gösteriyordu. Tarih tekerrürden ibaret olmadığı halde kendine uygun bir retorik bağlamında nefsi ön plana alan bir şirk ekonomisi paradigmal olarak, yönetim kademelerinden, halk katmanlarına kadar uzanıyordu.
Türk/iye iktisadi sistemi süreçte devlet kapitalizminden, buna sosyalizmde denebilir daha sonra ise Özal dönemine ve o günün konjönktürüne özgü bir serbest piyasa ve oradan da küreselciliğin ?kuvvetle´ desteklediği liberal duruma kadar batıcı bir silsileyi izledi, durdu. Sonuçta ise, burada da dikte ettirilen esas kriter liberal karakterli bir ifade biçimi olan ?Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler? mantığının avam formu hükmündeki ?Altta kalanın canı çıksın!´halleriydi?
Günümüz Dünyasında İktisadi alanda gayr-i adil durumlar İnsanlık tarihi sürecinde gücü, yani mülkü elinde bulundurma konumuna uygunluk içre insanları, hem zalim, hem mazlum ve hem de bu konu ile ilgili de gadre uğramışlar olarak ta görebilmekteyiz.
Yine Kur´an´ın ifadesiyle ?müstekbirler/ezenler´ ve yine teknik açıdan onların karşısında bulunan, onların eza ve cefasını çeke duran, çoğu zamanda ne yazık ki, onların yanında bulunduklarına tanık olduğumuz mustaz´aflar, yani zayıf ve ?zaaf´ içerisinde bırakılanlar.
Yukarıdaki manzaraya örnek olarak, Hz. Musa´nın Firavun´un zulmünden kurtarmak için ?Onları benimle gönder gelsinler´ dediğinde İsrail kavminden büyük bir çoğunluğunun sürdüre geldikleri bu köleliği bırakmak istemediklerini konu bütünlüğünde meseleyi vuzuha kavuşturma adına verebiliriz?
İşte bu iki kitle arasında yüzlerce yıldır zemini, ortamı, araçları ve dili değişse de, mantığı değişmeyen bir mücadele söz konusu olmaya devam edeceğe benzemektedir. Bu sorun, mülkün paylaşımı sorunudur. Ki, o yani mülk ontolojik, yani varlık nedeni açısından yaradana ait olup, yaratılana bir imtihan vesilesi gerekçesiyle verilmiştir.
Bu ontolojik hakikati görmezden gelip ve ayrıca sembolik olarak da üzerinde, elde edilen birikimin ?para veya mal- belli bir zümre arasında dönüp dolaşmadan asgari fayda temelinde tüm topluma yayılmasını arzulayan vahyi vurgu neredeyse zamanla mülk meftunluğu karşısında iki kapak arasında ?kutsal bir obje´ gibi durmaktadır.
Yine bu acı hakikate rağmen mülkün gelip geçici bir şey olduğu, bizzat mülkü elinde bulunduran çevreler tarafından anlatılır durur. Hatta amiyane söylersek, çoğu mülk sahibi ancak ve ancak bir tas çorba için(!) o mülkün bekçiliğini yaptığını söyler, dururlar! Bu modern hakikati(!) yoğunluklu bir şehirleşmeyle birlikte Anadolu bütünlüğünde ve metropol kentlerin müteahitlik çehresinde klasik bir ?bütün uğraşım evdeki evlad û iyalim ve toplum içindir´ anlatısında, masalında bulabiliriz!
İşte bu tür gerekçelerle geçiciliği hep vurgulanan dünya hayatı, her iki kesim içinde bir açıdan kâbus olmaktadır. Birisi haddi olmadığı halde, gücü olduğundan fazlaca elinde bulundurarak azgınlaşmakta, mülkün esas sahibine isyan etmektedir.
Bir de bunun yanında geniş halk yığınlarına zarar vermekte, mal, mülk delisi bir ruh haliyle yaşamaya çalışmakta; geri kalan geniş kesimler ise, elde kalanlarla yetinmeye, Allah´ın mülkünde zalim güruhun baskısına maruz kalmakta ve bu trajedi sürgit devam etmektedir.
Şahıs, şahıs, grup, grup tüm insan öbeklerinin mülkle irtibatı açısından birer hikâyesi de vardır! Bu mücadelede olaya bakarsak; toprağa bağımlılık durumunda onu işletmek için bir başa ihtiyaç hâsıl olur.
O, yerine göre bizzat devletin kendisi, bazen devlet otoritesinin zayıflaması sonucu oluşantoprak ağalığı ve ayanlık ve sanayi devrimi ile birlikte ?çeşitli yollarla´ elde edilecek olan sermayenin ?sonsuza dek´ devamını sağlayacak olan patronlar sınıfıydı?
Aynı zamanda da bunun karşısında bir karış toprağı, çifti, çubuğu olmadan, toprağı sahibi için işleyen ?serf, yarıcı, amele´ ve hatta endüstriyel üretim dolayımında mal üretiminde temelde ?yasal´ olsa bile özlük haklarının bir punduna getirilip ellerinden alındığı sıklıkla görülen proleterya, yani işçi sınıfı?
Sermaye Bir Tek Elde mi Toplanmalı?
Kur´an´da servetin bir tek elde kalmaması ve belirli bir zümrenin kendi aralarında dönüp dolaşmaması ve direkt yollarla toplumsal katmana yatay bir şekilde yayılması açısından şu vurgu önem kazanmaktadır; ??o mallar içinizden yalnızca zenginler arasına dolaşan bir devlet olmasın.?(Haşr-7)
Bu ayete dikkat çektiğimizde ve sadece günümüz açısından değerlendirdiğimizde sizce bu ayetin muhatabı cumhuriyetin terkisinde palazlanıp laik bir sermaye sınıfını oluşturan kapitalist komprador sınıf mı akla gelir, yoksa hangi inanç kümesine ve hangi kültür iklimine mensup olursa olsun, kendi dışında bulunan servetsiz, sermayesiz kitlelere rağmen zenginleşme temayülü gösteren sair insan kümelerini de kapsar mı?
Ki, ?Kapsar!? dersek, o halde neden ve ısrarla Müslümanlar arasından çıkıp sermayeyi kendi ellerinde ?sıkıca´ tutmaya çalışan yeni burjuva sınıfının temsilcisi olanlar, bakıyoruz, muhafazakâr iktidar döneminde taşeroncu bir mantıkla çok kazanma telaşı içerisinde hareket edip sosyal yükümlülüklerini yerine getirmemeye çalışıyor, aksi davranışlar sergileyip duruyorlar, ha bire?
Yok, ?Kapsamaz!? diyorsak eğer, bu ilahi hitap kendisini batıcı paradigmalar içerisinde tanımlayıp sınıfını belirleyen laik sermaye sınıfına mensup insanları neden kapsasın, o halde? Ki, onlar yine Kur´an´ın ifadesiyle ??yetimi itip kakan? zebun-u sermaye olup onu elinde sıkıca tutan, ?faiz yiyen´, ?faizi alış veriş gibi telakki eden´ olup cahiliye dönemi Mekke´sinin dokuzlu çetesinden ne farkları kalır?
Biz acizâne olarak ?kapsar? anlamının öne çıkması açısından Müslüman kesimi oluşturan servet ve sermaye sahiplerinin muhatap alındığını düşünüyoruz.
Bu da ister istemez, zamanın diline uyup servetini sermayeye dönüştüren, çeşitli iktidarların yanında durmaya çalışan, mevcut uygulamalardan her zaman ve zeminde yararlanan, kendi sınıfsal çıkarlarının bekası adına kurulu bulunan veya bizzat kendisinin kurduğu sivil teşekküllere önem veren, ama işçilerle, çalışanlarla, kamu personeli ile ilgili hiçbir çalışmayı görmeyen, önemsemeyen, önüne geldiği takdirde başından savıp ?daha, bunların vakti değildi!´ edasıyla ötelenip dururdu.
O zaman özel anlamda olmasa bile, genel anlamda işçi sınıfının var olan, hatta, arttırması gereken özlük haklarının temini ve bu hakların kullanımına yönelik resmi ve gayr-i resmi çaba ve düzenlemeleri kendi iş hacminin daralması olarak değerlendiren muhafazakâr sermayedar sınıf, müstağniliğe neden olmaktaydı?
Sermaye ile tahakküm ya da adil paylaşım bölüşüm ve meşruiyet İşte insanın ürettiği maddi değerler içerikleri açısından meşru mu, değil mi sorusunu elzem kılmakta. Eğer meşru ise toplumsallığı, toplumsallık çerçevesinde bir elde birikmeksizin dolaşımı ve hak edene hak ettiği oranda sunulacak bir değeri ifade eder.
Yok, eğer, baştan meşru değil ise, ister toplumsal planda dolaşımda olsun, ya da olmasın bir değer ifade etmezdi! Zira sermaye var olmasına vardı, ama çoğu helal yollardan değil de, haksız yollarla elde edildiğinden maada, reel bir karşılığı olsa bile, inancımız açısından meşru değildi!
Gerçi bu ilkesel yaklaşımımız, birileri tarafından su götürür bir yöne haiz olsa bile, hakikat değişmeyecekti. Ki, her konuda olduğu gibi bu konuda da temel kriterlerimiz, bizzat Kur´an´dan sadır olup inanç ve yaşam haline dönüşüyorsa eğer, o dile getirmeye çalıştığımız ?Çağına ve durumuna bakılmaksızın sermayenin temelinin helal olması gerekirdi? buna bağlı olarak da ?İslam´da sınıf yoktur!? ya da ?İslam, sınıfsız ve kastsız bir toplum öngörür!? önerisi işte o zaman anlam kazanmış olur.
Bu da şu demektir; inanç ve amel bütünlüğünü zedelemeden, ona ?ne gerekçe ile olursa olsun´ saldırmadan, Allah´ın muradını zedelemeden ve varoluş temelleri birbirinin aynısı olan bir düşünce sistematiği içerisinde mütekâmil bir yapı oluşturulabilir.
Böylelikle de mülk mevzuu her türden bir istifhama yol açmadan, kendi asliyetine irca edileceği gibi sistem açısından bu işe meyyal Müslümanlardan oluşturulmaya çalışılan muhafazakâr bir burjuva sınıfı mevzuu da sakıt olur haliyle?