Sünnî çevrelerde, çoğunlukla yanlış bilinenin aksine, dört halife döneminin sonlarında, İslam'ı "yeniden anlama" ve ona göre bir yol ve yöntem oluşturma niyetiyle birkaç ekolün oluştuğu bilinmektedir. Bunlar; Haricilik, Şiilik, Mutezile, Cebriye, Kaderiye, "farklı saiklere bağlı olarak" tasavvuf, Sünnilik vb. formları bu çerçevede sıralanabilir.
Sıffin savaşının ortalarında, hakem olayı üzerinden Hz. Ali'ye (ra.) itiraz kabilinden Haricilik akımı ortaya çıkmıştı. Onu takip eden süreçte Şiilik (dönemi açısından Keysaniye) oluşup ortaya çıkmıştı.
Muhtâr Es-Sekafî'de, Hz. Peygamber'in(s) yaşadığı dönemde Taif'te ikamet ettiği halde, onu(s) bizzat göremediği için sahabeden sayılmamıştı. Onun, Hz. Ali'nin(ra.) halifeliği döneminde öne çıktığını görmekteyiz.
Muhtâr Es-Sekafî kimdir?
O, "Taif'te meskûn Sakif kabilesinin Ahlâf kolundandır…. Hicri birinci yılda doğmuş olmasına rağmen sahabi sayılmamış ve onun yoluyla Hz. Peygamber'den bir rivayet gelmemiştir. Onun sahabi sayılmaması Hz. Ömer'in hilafet yıllarına kadar Taif şehrinde ikamet etmesinden kaynaklanmış olabilir. Rivayete göre "Bu Kur'an iki şehrin birinden bir büyük adama indirilseydi ya!" (*) âyetinde mezkûr iki şehrin (Mekke – Taif) Velid b. Muğ,re ile Muhtâr'ın dedesi Mes'ud b. Amr olduğu söylenir." (S, 17)
Biz, bu rivayeti doğru ve anlamı açısından "yerinde" olarak düşünecek olsak, Muhtâr'ın yaşadığı dönemde "yaptığı " rivayet edilen birçok yanlış işten hareketle, vahye konu olan mezkûr şahıslar üzerinden İslam'a gizli bir şekilde muhalefetinin; en rafine söylemle "aşırı" yorum olgusu baz alınarak bir mücadele verildiği çok rahatlıkla söylenebilir.
Onun, aşırı yorum olarak tanımlamaya çalıştığımız ve saf İslam anlayışına uygun olmadığı görülen birçok görüşünün izini sürmek için, bu yazı bağlamında tanıtımı ve değerlendirilmesi yapılan eserin, konularla ilgili yerlerine müracaat edildiğinde, bu aşırı yorumların, onun hakkında bir kanaati hâsıl ettiği görülecektir.
Vahiyle eş tutulması asla mümkün olmadığı halde, rüya ile amel etmenin pek de yadırganmadığı bir ortamda, rüyanın bir hayli itibar gördüğünü Muhtâr Es-Sekafî üzerinden de okuyabiliriz.
Öyle ki, onunla ilgili; "Devame ile evlen, o asillerin büyüğüdür. Kınayıcının kınamasını ondan duymazsın." ve Muhtâr'a hamile kalan annesinin, onunla ilgili olarak gördüğü bir rüyaya dair, "Müjdeler olsun! Bu çocuk aslandan daha şiddeti olacak, insanlar şehirler için zorluk içinde savaşırken onun orada aslan şansı (payı) olacaktır." O doğduğunda ise, annesine "Oğlun yaşlanmadan önce kaygısı az, tebaası çok olacak ve yaptıkları ile cezalandırılacak." demişlerdir. (18)
Zikredilen anlatılanlardan hareketle, Muhtâr'ın, ileride yapacağı ve başına gelecekler açısından önceki haberlere işaret ettiğine inanılmış. Onunla ilgili bu sözlerin, büyük bir ihtimalle, onu yüceltmek ve onun yaptıklarına bakılarak da, onunla ilgili bir literatürün oluşmasını sağlamak olduğu düşüncesi zahiren akla ilk gelebilir.
Muhtâr, Hz. Ali'nin (ra) hilafeti zamanında sahabî olan amcası Sa'd b. Mes'ud Cemel savaşında görev almış, akabinde Hz. Ali'nin Medain valisi olmuştur. O da amcasının yanında şehirde bulunmuştur.
Bu dönemde, bir rivayete göre, Muhtâr, Medain'den Hz. Ali'ye mal getirmiş ve cebinden 15 dirhem olan bir kese çıkarıp; "Bu fahişelerin ücretidir." demiştir. Bunun üzerine Hz. Ali'de ona "Yazıklar olsun sana! Benim onlarla ne işim olur?" diye cevap vermiştir. (20)
Hz. Ali'nin daha sonra, onun arkasından "Allah onu kahretsin! Onun şimdi kalbi yarılsa içinde Lat ve Uzza sevgisi ile dolu olduğunu bulursun" dediği rivayet edilir.
Hz. Ali'nin, Muhtâr ile ilgili bu ifadeleri, onun bu tavrı ve gelecekte "yapacağı işlerle" kıyaslandığında, onun "bir iyi, bir de kötü" yanının bulunduğunu; kötü yanları neyse de, iyi yanlarının dahi, kendi nefsi için kullandığı, onları harekete geçirdiği söylenebilir.
Ki, bu iyi ve kötü yön, yaratılışla alakalı olup insanın imtihanına mebni bir şekilde, ortak bir taraf olarak varlığını dünden bugüne sürdürmektedir.
Muhtâr'ın, siyasi faaliyet bağlamında birçok görev aldığı ve Müslim b. Akil'i desteklediği ve bunun sonucunda hapis cezasına çarptırıldığı da bilinmektedir.
"Muâviye zamanındaki olaylarda aktif rol almayan Muhtâr'ın siyasi hayatı hicri 60 (680) yılında Yezid b. Muâviye'nin (ö, 64/683) tahta geçti zaman başlamıştır. Bilindiği gibi Yezid'in hilafetini onaylamayan ve Hz. Ali taraftarlarından olan Süleyman b. Surad (ö, 65/685) ile onun gibi düşünen bazı kimseler, Hz. Hüseyin'e Kufe'ye gelmesi için mektup yazmışlar. Hz. Hüseyin de hem durumun tahkik etmesi hem de kendi adına biat alması için amcasının oğlu Müslim b. Akil'i (ö, 60/680) onlara göndermiştir. Müslim de Kufe'ye varır varmaz Muhtâr Es-Sekafî'nin evinde konaklamış ve Kufe'deki Hz. Ali taraftarları ile Muhtâr ona biat etmiştir." (23)
Yukarıda Muhtâr Es-Sekafî^nin hapiste kaldığını belirtmiştik. O, bu hapis hayatından kurtulmak için akrabası olan Abdullah b. Ömer'e dönemin halifesini ikna sadedinde mektup göndermiş bulunmaktadır.
"Hapis hayatı esnasında Muhtâr, kendisine yardım etmesi için kardeşi Safiyye bint. Ebu Ubeyd ile evli olan Abdullah b. Ömer'e bir diğer akrabası Zâide b. Kudâme aracılığıyla mektup göndermiştir. Mektubunda İbn Ömer'den kendisinin hapisten çıkması için Yezid'e bir mektup yazmasını istemiştir. Bunun üzerine de İbn Ömer, Yezid b. Muâviye'ye mektup yazmış ardından Yezid, İbn Ziyad'a Muhtâr'ın serbest bırakmasını söylemiştir. Yezid b. Muâviye'den aldığı emir üzerine İbn Ziyad, Muhtâr'a üç gün içinde Kufe'yi terk etmesi, aksi halde verdiği sözden döneceğini kesin bir dille ifade etmiştir. Abdullah b.Ömer'in aracılığı ile hapisten çıkan Muhtâr, üçüncü günün sonunda Kufe şehrini terk etmek zorunda kalmıştır." (25)
Muhtâr'ın, cezalandırılmış olduğu hapis cezasının affı ile Kufe'den ayrılıp Mekke'ye gittiği ve Kufe ile ilgili bilgileri umre maksadıyla Kâbe'ye gelenlerden aldığı ve bir imkân yakalayıp tekrardan Kufe'ye gitmek istediği; onun, orada yönetici olma arzusunu taşıdığını konu ile ilgili rivayetlerden öğreniyoruz; "Abdullah b. Zübeyr'in yanında umduğunu bulamayan Muhtâr, bir rivayete göre ondan izin alarak, bir başka rivayete göre ise almayarak Kufe'ye doğru yola çıkmıştır. Yolda Seleme b. Mersed adlı bir kişiyle karşılaşmış, ona Hicaz'dan haber verdikten sonra Kufe hakkında ondan bilgi istemiştir. Seleme Kufeliler hakkında "Onlar çobanları olmayan koyun sürüsü gibidir." deyince Muhtâr Es-Sekafî "Ben onları en güzel şekilde yöneteceğim ve sonuca ulaştıracağım" cevabını vermiştir. (27, 28)
Tevabbûn Hareketi ve Muhtâr Es-Sekafî
Tevabbûn hareketi, Cemel ve Sıffîn savaşlarında Hz. Ali'nin yanında yer alan, ancak sonraki yıllarda Hz. Hüseyin'i Kufe'ye davet edip Kerbela'da onu yalnız bırakanların, "yapıp ettiklerinden dolayı" pişmanlık duyan Müslümanların içerisinde bulunduğu hareket, yapı olarak tavsif edilebilir.
Bu hareketin en bilinen ismi de, sahabeden olup, Hz. Peygamber'in(s) vefatından sonra gelip Kufe'ye yerleşen Süleyman b. Surad'ır. (29)
Bu arada Hz. Hüseyin'in intikamını almayı kendine şiar edinen ve bunu da hemen her yerde ve her zaman dile getiren Muhtâr, kendisine "destek veren kişiler olmuşsa da onun Süleyman hakkında söylenen sözlere karşın Şiilerin büyük çoğunluğu, onun yani Süleyman b. Surad üzerinde karar kılmışlar ve onun kendilerine tercih edilmesi Muhtâr'a çok ağır gelmiş, bundan sonra kendi köşesinde Tevabbun mensuplarının başına gelecekleri beklemeye başlamıştır. (31)
Muhtâr, Kufe şehrini ele geçiriyor
Muhtâr, Şam'da hüküm süren Emeviler ile Basra'da yönetimde bulunan Zübeyrilere karşılık olarak, Hz. Ali ahfadı ve onlara bağlı insanlar adına Kufe'ye önem vermesinden dolayı, orayı Şiilerle birlikte ele geçirmeyi kafasına koymuştu.
Bununla birlikte, o aynı zamanda Kufe'de davet çalışmalarında da bulunmuştu; "Muhtâr Es-Sekafî'nin Kufe'deki davetine icabet edenlere bakıldığında aralarında Araplar da bulunmakla birlikte çoğunluğunun Acemlerden oluştuğunu Muhtâr'ın bunların "Allah'ın askerleri/şurtatullah" olarak isimlendirdiği kaynaklarda geçmektedir." (36)
Bugün anlıyoruz ki, Allah'ın, Müslümanları/müminleri, o da iyi/hayırlı işler yaptıklarına binaen bazı isimler altında taltif etme hâli, bugünde olmak üzere, dünde, işin esprisi kaçırılarak siyasete alet edilme suretiyle araçsallaştırılmaktadır. Bunun en belirgin örneği Muhtâr'ın, kendi insanını taltifi üzerinden verilebilir.
Muhtâr, en sonunda şehri ele geçiriyor; "Şehrin yönetimini ele alan Muhtâr, Kufe mescidine gidip halka hitap etmiş ve kendi adına biat alarak; "Gökleri kurulmuş bir tavan, yeryüzünü yürünecek yollar halinde döşeyen Allah'a yemin ederim ki, Ali b. Ebu Talip ve Ali ailesine yaptığınız biattan daha ileri bir hidayete erdirecek biat etmiş değilsiniz." demiştir." (37)
Bu arada, Kufe eşrafından epey kişinin Muhtâr'a karşı bir isyan başlattığı ve isyanın bastırıldığını da görmekteyiz.
"Kufe'de kendisine karşı olanları etkisiz hale getiren Muhtâr, … İbn Eşter'i büyük bir ordu ile İbn Ziyâd'a göndermiş ve iki ordu Musul bölgesinde savaşmıştır. … Muhtâr'ın zafer müjdesini almak için şehir dışına çıktığı esnada isyandan geriye kalan Kufe eşrafı da İbn Zübeyr'in hâkimiyetinde olan Basra'ya kaçmışlardır." (41, 42) İsyan başarısız olunca, yenilgiye binaen Basra'da konuşlu bulunan Zübeyri yönetimine sığınıp omlara biat veren Kufe eşrafı, onlara savaşması hususunda telkinlerde bulunmuş olup bir ordunun dahi hazırlanmasını sağlamışlardır.
"Bu orduya karşı hazırlıklarını tamamlayan Muhtâr, adamlarından Ahmer b. Şumayf ile Ebû Amre Keysân'ı onların üzerine göndermiştir. İki ordu arasında Mezâr bölgesinde gerçekleşen savaş Mus'ab'ın galibiyetiyle neticelenmiş ve Keysân Ebu Amre ile Ahmer b. Şumayf gibi Muhtâr'ın önemli komutanları öldürülmüşlerdir." … "Muhtâr az sayıdaki adamı ile beraber giriştiği mücadele esnasında Mus'ab b. Zübeyr kuvvetlerinden Tarefe ve Tarraf adında iki kardeş tarafından hicrî 67 yılının Ramazan ayının on dördünde 67 yaşında iken öldürülmüştür." (4 3, 44)
Muhtâr Es-Sekafî'nin, baştan beri Ehl-i Beyt ile bir ilişkisinin varlığı bilinmektedir.
Onun, kendisini, Emevilere karşı Ehl-i Beyt'in intikamını alacağına dair sarf etmiş olduğu sözlere ve başta Hz. Ali (ra) olmak üzere Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ile birlikte, keza kendisine pek itibar etmemiş (**) olsa da Muhammed b. Hanefiyye ile var olan ilişkisi, onlara karşı Muhtâr'ın ilgisinin olduğunu göstermesi açısından önem arz etmektedir.
"Muhtâr Es-Sekafî'nin gençlik yıllarında ve İbn Zübeyr'e biat ettiği zamanlarda Ehl-i Beyt ile irtibatta olduğu bilinmektedir. Zira İbn Hanefiyye yaşı ve konumu itibarıyla diğer kardeşlerine nazaran ağabeyleri Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ile beraber Ehl-i Beyt içerisinde yaşı ve mevkisi itibarıyla önemli bir yere sahiptir. Nitekim siyasi hayatında Cemel, Sıffîn ve Nehrevan savaşlarında babası Hz. Ali'nin yanında yer almıştır." (45 )
Yukarıda, İbn Hanefiyye'nin Muhtâr'dan bazı sebeplerden dolayı pek memnun olmadığını, ona itibar etmediği yönünde rivayetlerden bahsetmiştik.
İkisinin arasında var olan ilişkiye bakıldığında; Muhtâr'ın, Ehl-i Beyt'in intikamını alma konusunda gösterdiği heyecanı ile yaptığı bazı yanlış işleri dolayısıyla, İbn Hanefiyye'nin ona bakışında temkinli davrandığı kendiliğinden ortaya çıkar; "Genel olarak babası ve iki abisinin başına gelenlere bizzat şahit olan İbn Hanefiyye siyasetten uzak durmuş olsa da..ifadelerinden esasında Muhtâr'ın yaptığı faaliyetleri onayladığı anlaşılmaktadır. Ancak konu ile ilgili rivayetlerden hareketle İbn Hanefiyye'nin, Muhtâr Es-Sekafî'nin şahsına yine de temkinli yaklaştığı ve durumun kontrolden çıktığını anladığı anda ise ona karşı tavır ortaya koyduğunu söylemek mümkündür. " (51)
Muhtâr Es-Sekafî, Hz. Ali'nin oğullarından olan Muhammed İbn Hanefiyye dışında, Ehl-i Beyt'ten olan Ubeydullah b. Ali b. Ebu Tâlib, Abdullah b. Abbas ve Ali b. Hüseyin (Zeynelabidin) ile de ilişki içerisinde bulunmuştur.
Onun, bu saydığımız kişilerle var olan ilişkisinin yanında, Muhammed el-Bakır b. Ali b. Hüseyin'in, ona yönelik olarak "sitayişle" dile getirdiği rivayet edilen kanaatini de eklemiş olalım. (55)
"Sonuç olarak, hayatı siyasi çalkantılar ve mücadeleler ile geçen Muhtâr, bütün bu mücadeleyi bazılarına göre dünyalık makam ve mevki elde etmek, bazılarına göre ise halisane bir niyetle Ehl-i Beyt davasına hizmet etmek için gerçekleştirmiştir. Bunların yanı sıra Muhtâr'ın ileri görüşlü, fasih bir dille konuşan, zekâ ve seceat sahibi bir kimse iken dini açıdan zayıf olduğu zikredilmiştir." (56)
Yazarın, Muhtâr Es-Sekafî'nin, "görüşleri ile onun Şii fırkaların teşekkülüne etkisinden önce, hayatı bağlamında, hayat hikâyesi ile birlikte siyasi faaliyetleri ve onun, Ehl-i Beyt ile ilişkisi bağlamında, konuya tekrardan göz attığımızda; ona yönelik görüş ve kanaatleri de dikkate aldığımızda, o da zahiri açıdan yaptığı işlere ve sarf ettiği sözlere bakıldığında, ileri görüşlü olmasına rağmen, Medain'de fahişelerden alıp Hz. Ali'ye vermek istediği ve "bu, fahişilerin ücretidir" deyip 15 dirhemi sunmaya çalışmasına bakıldığında, dinî açıdan zayıf ve aynı zamanda pragmatist bir kişilik olduğu kabul görecektir.
Not: Bu yazının devamı olarak; Onun, yani Muhtâr Es-Sekafî'nin, eserin "Muhtâr Es-Sekafî'nin Görüşleri" ile onun "Şii fırkaların teşekkülüne etkisi konusuna dair bir yazı daha yazmayı düşünüyoruz.
Eser, önemli bir konuya temas ettiği için, hepsini bir yazıya hapsetmek istemedik.
Dipnotlar:
*)Zuhruf Suresi; 43/31
Muhammed Usame Karadeniz, "Muhtâr Es-Sekafî; Şiiliğe Dair Farklı Bir Okuma", Mana Yayınları 1. Baskı, 2024 İstanbul
**)İbn Sa'd, Kitabü'l-Tabakat VII, 99, 205 nolu dipnot.(Akt. M.uhammed UsameKaradeniz, a.g.e
Muhammed Usame Karadeniz, "Muhtâr Es-Sekafî; Şiiliğe Dair Farklı Bir Okuma", Mana Yayınları 1. Baskı, 2024 İstanbul
Kaynak: kitap Haber