Tarih: 03.02.2025 11:59

Muhtemel yeni ‘kucaklaşma-yumuşama’ filmlerine karşı uyanıklık rehberi: Eski filmler

Facebook Twitter Linked-in

Mevcut iktidarın ilk on yılında ülkeyi bir parti umut diliyle yönetti, son on yılda ise bir adam korku diliyle yönetiyor, tıpkı Makyavel’in önerdiği gibi… Fakat Makyavel’e ‘pozitif’ bir ilaveyle… Yeni-çağdaş formül şöyle: “Korkutarak yönetme en etkili iktidar biçimidir fakat arada bir de gülümsemek gerekir…”

 

 

Şöyle yazmıştım bu yazının birinci bölümünde:

“İktidarı kendi başına meşru bir amaç olarak tarif eden Makyavel’e göre bu amaç o kadar meşru idi ki, başta ‘korku’ olmak üzere ona ulaşmak ve korumak için baş vurulacak bütün araçlar da otomatik olarak meşru hale geliyordu. Yönetilenler ‘hükümdar’dan korkmalıydı ve bir hükümdar sevilmeyi değil kendinden korkulmasını önemsemeliydi. Makyavel Erdoğan’ın yönetme biçimini görseydi hiç kuşkusuz onu takdir ederdi ama ondan aldığı bir dersi de teorisine eklerdi. O ders, kendinden korkulan hükümdarın arada bir ‘gülümsemesinin’ faydalarına dair olurdu. Bu taktik bugüne kadar işledi fakat artık kullanım değerinin sonuna gelindi gibi.”

Dikkat edenler olmuştur, “sonuna geldi” değil, “sonuna gelindi gibi” demiştim. Çünkü Erdoğan’ın ‘gülümseme’ efektine bunca tecrübeye rağmen bir kez daha baş vurmasının tümüyle ihtimal dışı olduğunu düşünmüyorum. Peki, muhalefet bu zokayı bir kez daha yutar mı? Doğrusu ondan da emin değilim. Orada da kesin hüküm vermekten kaçınmayı ve “yutmaz gibi” demeyi tercih ediyorum. 

Erdoğan’ın eski sözde ‘kucaklaşma-yumuşama’ hamleleri karşısında muhalefet neden gevşediyse bundan sonraki hamle ya da hamleleri karşısında da aynı nedenlerle bir kez daha ve sonra bir kez daha gevşeyebilir; meğerki yaşananlar yeterli tecrübeyi ve uyanıklığı sağlamış olsun…

Bu nedenlerden biri psikolojik: Büyük yanlışların sorumlusu olan sert yöneticilerin hesaplanmış-geçici-yumuşak tavırlarının yönetilenler üzerinde yarattığı duygusal manipülasyon… Ataerkil bir babanın nadiren sergilediği babacan tavırların aile fertlerinde yarattığı yelkenleri indirmişliğe benzeyen bu toplumsal ruh hali, ‘büyük yanlışların sorumlusu’ olsa da hâlihazırda ‘gülümseyen’ iktidar sahiplerinin süreceği apaçık olan ‘kötülükleri’ hakkında düşünmeyi zorlaştırıyor.

İkinci neden siyaset ve siyasi güç dengeleri: Çok güçlü bir hasım karşısında hayatta kalabilmek için ‘sakınmak’tan başka silahı kalmamış biri hasmının yumuşaması dışında umudu kalmamış biridir. Böyle biri, ardından yine sertlik geleceğini bilse de hasmının gülümsemesinden mutlu olur. Kendini çaresiz hisseden toplumlar da böyle bireyler gibidir, meğerki hasmına karşı mücadele edecek bir gücünün olduğunu hissetsin; işte o zaman ‘gülümseme’ zokasını yutmayacaktır. Yani somut Türkiye ve Türkiye siyaseti örneğinde, bu zoka iktidarın ezici sertliğine karşı muhalefet güven vermediği için bir anlamda mecburen yutuluyor. 

 

Eski filmler

Şimdi nihayet bu zokanın bir daha yutulmayacağını söyleyebilmemizi mümkün kılan iki şeyden söz edebiliyoruz: Eski ‘kucaklaşma-yumuşama’ hamlelerinin taktikten ibaret olduğunu gösteren birikmiş tecrübe ve muhalefetin kararlı bir mücadele hattını benimsediğini gösteren işaretler. 

Erdoğan, zor anlarında sanki yumuşamak ve güç paylaşmak istiyor gibi yapan fakat sonradan kafasının arkasında çok başka planların olduğu ortaya çıkan bir siyasetçi. Bunu gösteren birkaç örneği hatırlayalım: 

Bir: Erdoğan Haziran 2015 seçimlerinde ilk kez tek başına iktidar kurma şansının kalmadığını anlayınca sanki bir AK Parti-CHP koalisyonuna onay veriyormuş gibi davrandı. Bu uğurda zamanın başbakanı Ahmet Davutoğlu bir sürü nafile görüşme gerçekleştirdi. Bu koalisyonun kurulamamasında CHP’nin isteksizliğinin ve basiretsizliğinin de payı vardı kuşkusuz, ama sonradan öğrendik ki asıl istemeyen Erdoğan’mış ve her şey vakit kazanmak içinmiş.  

İki: İktidarda kalmanın sertleşerek de yumuşayarak ve güç paylaşarak da imkân dahilinde olduğu ve Erdoğan’ın sertleşmeyi seçtiği ikinci tarihi an da 15 Temmuz’du. ‘Darbeder’ bir ülkede, girişilmiş fakat başarıya ulaşamayıp akim kalmış bir darbe kadar büyük bir demokratik imkân az bulunur. Yaşadık ve gördük; darbeler ülkesi Türkiye, akim kalmış darbe şansını nihayet yakaladı, fakat sonrası çok fena geldi. 15 Temmuz demokrasinin büyük imkânıydı, fakat Erdoğan’ın otoriter arzularının mezesi oldu.

Üç: Cumhurbaşkanı Erdoğan 31 Mart 2019 gecesi, yani İstanbul’u kaybettiği seçimden hemen sonra, MHP ile kurdukları Cumhur İttifakı “sapasağlam”ken bir “Türkiye İttifakı” çağrısı yaptı. Çağrı, ittifak ortağı MHP hariç bütün çevrelerde olumlu karşılandı, siyasi atmosfer bir anda yumuşadı. Erdoğan’a göre “artık kucaklaşma zamanı”ydı. Nitekim birkaç gün sonra çıktığı bir televizyon programında “Türkiye ittifakı” söylemini, “Dönem, kızgın demiri soğutma dönemidir” ve “Hepimiz 82 milyonluk Türkiye gemisinin yolcularıyız” sözleriyle yeniden gündeme taşıdı. Ne var ki onu da bir sertleşme dalgası izledi.

Dört: Ve nihayet meşhur ‘normalleşme’ dönemi… O ve sonrasında yaşananlar çok taze, halen de içindeyiz, o nedenle ayrıntısına girmiyorum.

Şimdi soralım: Bu kadar sertlik-yumuşama-sertlik döngüsünden sonra Erdoğan muhalefete dönüp bir kez daha “ülkemiz çok gerildi, şimdi kucaklaşma-yumuşama-birlik vaktidir” diyerek yeni bir döngüyü deneyebilir mi? “Yok, sertliği bu doza kadar yükselttikten sonra aynı zokanın bir daha yutulmayacağını o da bilir” denebilir mi? 

Ben bu sorulara cevaplarımı yukarıda verdim: Kabul ediyorum, cevaplarım net değildi ama mevcut tabloda daha netini söyleyemiyorum. 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —