Ukrayna´nın Donetsk bölgesindeki Brusovka köyünde, sıradan bir Ortodoks ailenin kızı olarak dünyaya geldiğinde tarihler 1943´ün 4 Mart´ını gösteriyordu. Zor bir çocukluğun ve gençliğin ardından, 1972 yılında tıp okumak üzere gittiği Özbekistan´ın başkenti Taşkent´te, hayatını değiştirecek bir karar aldı: Fıtraten zaten çok yakın olduğu İslâm´ı seçerek, Özbek Müslümanlar gibi yaşamaya başladı. Yeni girdiği arkadaş çevresinden tanıdığı Muhammed Salih adlı Özbek bir gençle evliliğinin ardından, yeni ismi artık Aidin Salih´ti.
Ukrayna´nın Lugansk şehrinde devam ettiği tıp kolejindeyken, Aidin Salih´in zihninde modern tıpla ilgili ilk şüpheler oluşmaya başlamıştı. Özbekistan tecrübesi bu şüpheleri derinleştirmiş, Hz. Peygamber´in sünnetindeki tıbbî yönlendirmeler üzerine derin okumalara başlamıştı. Bu okumalar onu İbn Sina´ya ulaştırdığında, Aidin Salih de aradığı tıbbî bakış açısını ve yöntemi de nihayet bulmuş olacaktı. Hayatının sonuna kadar bütün çalışmalarını, günümüzde artık unutulmaya yüz tutmuş ?yitik şifa?yı aramaya vakfetti.
Eşi kendisini böyle yetiştirirken, Muhammed Salih de siyasete girmeye hazırlanıyordu. 1988´in kasım ayında, üç arkadaşıyla birlikte kurduğu ?Birlik Halk Hareketi?, Özbekistan´ın ilk muhalefet teşkilâtıydı. Sovyetler Birliği´nin dağılmasından sonra düzenlenen ilk seçimlerde, Muhammed Salih de cumhurbaşkanlığına adaylığını koymuştu. İslâm Kerimov´a karşı yüzde 12,7´lik bir oy oranına ulaşan Salih, seçimlerin ardından ciddi bir baskıyla karşı karşıya kaldı. Partisi ve yayınları yasaklandı, bir süre gözaltında kaldı. 1993´ten itibaren de kendisi ve ailesinin sürgün hayatı başladı.
Aidin Salih, seçim kampanyaları sırasında bir gazetecinin kendisine sorduğu ?Vatanınızı özlemiyor musunuz?? sorusunu ?Benim vatanım eşimdir? şeklinde cevaplayacak kadar kocasına güvenen bir hanımdı. Uzun sürgün hayatı boyunca Muhammed Salih´i hiç yalnız bırakmamış, onunla birlikte Norveç, Almanya ve Türkiye´de yaşamıştı. Ailecek İstanbul´a yerleştikleri dönemde, 2007´de yayımlanan ?Gerçek Tıp-Yitik Şifanın İzinde? adlı kitap, Aidin Salih´in biriktirdiği bütün tecrübeleri harmanladığı bir eserdi. 9 Kasım 2014´te İstanbul´da vefat ettiğinde, arkasında binlerce talebe ve sevenini bırakmıştı.
Sevgili eşini sürgün hayatı sırasında kaybeden Muhammed Salih, hâlâ anavatanı Özbekistan´ın hasretiyle yaşıyor. İslâm Kerimov´un 2 Eylül 2016´daki ölümünden sonra yerine geçen Özbekistan Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev´e temkinli yaklaşan Salih, ?Ülkemdeki durum hakkında kesin bir şey söylemek şu anda imkânsız. Yarın ne olacak, belli değil. Biraz daha liberal görünen, Kerimov´dan miras kalan rejimi düzeltme çabası var sanki? diyor. Son 25 yıl içinde Özbekistan´a dönmenin umuduyla yaşadığını da belirten Salih, yeni yönetime özgürlükleri genişletme çağrısında bulunuyor.
***
Özbekistan´da iktidarı devralan Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev, ülkenin ciddi bir özgürlük atmosferine girdiğini ispatlamak istercesine, bazı sembolik yasakları şimdiden kaldırdı. Türkiye vatandaşlarına vize muafiyeti getirdi. Türkiye-Özbekistan ilişkilerini canlandırdı. Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan´ı ve Türk heyetini ağırlarken, ?Size karşı büyük yanlışlarımız oldu, bunlar artık tekrarlanmayacak? cümlesini bile sarf etti. Sonraları ne olur bilinmez, ama şimdilik her şey epey olumlu seyrediyor görünüyor.
Böyle bir siyasal, toplumsal ve ekonomik değişim sürecinde, Muhammed Salih gibi yıllarını sürgünde geçirmiş bir muhalif lidere sahnede yer olur mu, bu önemli bir soru. Bu konuyu, farklı örnekleri de hatırlatarak biraz daha açmak gerekiyor:
Sürgünde yaşayan ?İslâmcı? liderler, uzun yıllarını yurtdışında geçirirken ve muhalif söylemlerini zinde tutmaya çabalarken, arkada bıraktıkları toplumlar da değişimlerini sürdürüyor. Onlar klâsik muhalif çizgileriyle ve adalet talepleriyle toplumun bir gün kendilerine kucak açmasını bekleyedursun, yeni nesillerin beklentileri ve siyasi duruşları da adeta yeniden şekilleniyor. Böyle olunca, bir gün sürgün sona erip de anavatanla vuslat gerçekleştiğinde, muhalif liderin söylemleriyle toplumsal talepler arasında ciddi bir uçurum ve/ veya farklılaşma da olduğu da görülebiliyor.
Aynı ilginç tecrübe yakın dönemde Tunus´ta yaşandı mesela: Zeynelabidin bin Ali´nin 1987´den beri devam eden diktatör yönetimi 2011´de sona erdiğinde, adalet ve özgürlük talebinde bulunan birçok sınıf oluşmuştu. Sadece ?İslâmcılar? değil seküler kesim, solcular ve diğer küçük gruplar da seslerini yükseltiyordu. Zaman değişmiş, bütün bir bölge ?Siyasal İslâm?ın dönüşümüne de şahitlik etmeye başlamıştı üstelik. Böyle bir toplumsal atmosfere adım atan muhalif lider Râşid Gannûşî, karşısında bambaşka talepleri olan, algıları ve beklentileri yeniden şekillenmiş, hassasiyetleriyle pratik ihtiyaçları arasındaki uçurumun açılmasını çok istemeyen bir toplum bulmuştu. Gannûşî´nin, bu mozaiği dağılmaktan kurtarmanın en mantıklı yolunun iktidarı paylaşmak olduğunu fark etmesi, Tunus´u çöküşe gitmekten koruyan nedenlerden biri bugün.
Cumhurbaşkanı Erdoğan´ın Özbekistan seferini izlerken, ülke siyaseti bağlamında aklıma geliveren başlıca noktalar bunlar.