Muhalif kesim niçin ?bir şey´ yapamıyor?

Levent Gültekin - 15.10.2018

Muhalif kesim niçin ?bir şey´ yapamıyor?

Siyasetteki tıkanıklık, toplumdaki kutuplaşma, tek adam rejiminin neden olduğu tahribat ve nihayetinde ülkenin geldiği durum ortada.

Nereye gidersek gidelim, kiminle konuşursak konuşalım herkesin ağzında aynı cümle var: Bir şey yapmalı.

 

Muhalefet partilerinin yetersizliği ortada.

Mesele sadece yetersizlik de değil. Mevcut partiler ülkedeki kutuplaşmanın bir parçası.

Bundan dolayı da toplumun farklı kesimlerinde siyasi partilere derin bir güvensizlik var.

Bu durum, mevcut partileri, yaşanan soruna çözüm üretmede yetersiz kılıyor.

Bir başka neden ise siyasetteki tıkanıklık.

Çünkü parti devletine dönüşmüş, tek adam rejimleriyle yönetilen ülkelerde muhalefet yapmak, siyaset üretmek neredeyse imkansız hale geliyor.

Kaldı ki ülkenin geldiği durum sadece siyasetçilerin meselesi olmakta da çıktı.

Herkese sorumluluk düşüyor.

Sanatçısına, aydınına, yazarına, kanaat önderine, akademisyenine, iş insanına? Bu ülkede insan gibi, barış içinde, özgür bir yaşam sürmek isteyen herkese sorumluluk düşüyor.

Köşe yazarları yazıyorlar ne yapılması gerektiğini.

Kimi aydınlar, akademisyenler söylüyorlar, kimi sanatçılar üstü kapalı da olsa gidişattan rahatsızlıklarını belirtip bir şey yapılması gerektiğine vurgu yapıyorlar.

İş insanları ?Bir şey yapılmalı, aksi halde bütünü ile batacağız?diye feveran ediyorlar.

Her birimiz imkan bulduğumuz her ortamda ne yapılacağını, nasıl yapılacağını anlatıp duruyoruz.

Peki kim yapacak?

Kanaatime göre bütün mesele burada düğümleniyor.

Mevcut siyasi aktörlerin bir şey yapamayacağı gün gibi ortada. Yapabilecek olsalardı zaten bu halde olmazdık.

Peki kime sesleniyoruz? İktidar bu tür taleplere kulak asmadığına göre ?Bir şey yapılmalı? derken kimden ne istiyoruz?

Bir taraftan ?Bu iş tek bir kurtarıcı ile olmaz? deyip diğer taraftan birinin çıkıp bizim yazdıklarımızı, söylediklerimizi duymasını ve sorumluluk üstlenmesini bekliyoruz.

?Bir şey yapılmalı? diye yazanlara, konuşanlara ?Organizasyon sorumluluğunu sen üstlen, biz de konuşmalarımızla seni destekleyelim. Şehir şehir dolaşalım. Örgütlenelim, kapı kapı dolaşıp bu ülkede olup bitenleri herkese anlatalım, yeni bir hikaye ile mutlu, huzurlu, yaşanabilir bir ülke hayali yaratıp; kimliğine, inancına, mezhebine, yaşam tarzına bakmadan herkesi o hayale ortak edelim? diyoruz ?Hayır o kişi ben değilim? diyor.

Kimisi zaman yokluğundan, kimisi cesaret edememekten, kimisi kendini yeterli görememekten dolayı sorumluluk üstlenmekten kaçıyor.

?Peki kimse sorumluluğu almıyorsa ben alayım? dediğimizde de ?Adama bak başkan olmak için veyahut siyasi kariyer için çırpınıyor? havası yaratıyorlar.

Peki kim o kişi? Uzaydan kurtarıcı mı ithal edeceğiz?

Yani demem o ki kimse kimseyi beğenmiyor.

Esas sorun bu.

Ülkemiz gözümüzün önünde eriyip gidiyor.

Ülkenin itibarı yerlerde. Hepimizin başını önüne eğdirecek, utanca boğacak, vicdanını yaralayacak türden olaylar yaşanıyor ülkemizde.

İçerideki yoksulluk, hukuksuzluk, kuralsızlık, eğitimsizlik?

Kötülük bütün yaşamımızı teslim alıyor. Hücrelerimize kadar işliyor.

Daha iyi bir ülke olamayız; bağımsız yargısı, bağımsız medyası, kurumları olan bir ülke olamaz; özgürlüğün, eşitliğin olduğu, liyakatin esas alındığı bir ülke olamayız inancı hepimizde yerleşiyor.

Durumu kabullendiğimiz için de farkında olmadan giderek hepimiz çürüyoruz.

?Bir şey yapmalı? diye feveran edenlerin ?bir şey?yapamamasının birinci nedeni dediğim gibi kimsenin kimseyi beğenmemesi.

Kibir, kendini üstün görme, ?bizden olanı? yüceltip bir başkasını değersiz görme sığlığı.

Bir başka neden daha var.

Geçtiğimiz ay kıymetli yazar Tanıl Bora Birikim dergisindeki?Sebat? başlıklı yazısında şöyle demişti: ?Yanılmıyorsam Sadun Aren söylemiş? Bizim solcular, demiş, ?meâlen? kavga-hadise var dense hemen koşar, ama her gün sektirmeden şu saksıya bir bakraç su dökülecek dense, iki gün sonra o iş tavsar? Evet, böyle bir sorun var (solla ilgili konuşuyoruz ama öznesini genişletebilirsiniz): âcil ve vahim sayılmayan, gösterişli olmayan, zevk-heyecan vermeyen, nitelikli de görünmeyen, istikrar ve devamlılık isteyen işlere gelememek? Sebatsızlık.?

Kıymetli Tanıl Bora muhalif kesimdeki ileriye dönük, sonuç alıcı iş yapamamanın nedenini sebat ve sabır eksikliğine bağlıyor.

Gözlemlerime göre sabır ve sebat sorununun yanında bir de tevekkül sorunu var.

Yani bir işe kalkışırken doğanın, yaşamın veyahut Allah´ın takdirini de hesaba katma.

Hayal kuramıyorlar, o hayalin peşinden gitme kararlılığı gösteremiyorlar. Yani toplumu etkileyebileceklerine ve işe yarar sonuç alabileceklerine inanmıyorlar.

Kanaatimce tevekkül sorunu sabırsızlığı ve sebatsızlığı getiriyor.

Bugünkü iktidarın en önemli dayanağı da ne yazık ki muhalif kesimdeki bu kibir ve yetersizlik.

İktidar, nasıl olsa bir şey yapamazlar, nasıl olsa bağırır, çağırır sonra susarlar, nasıl olsa toplumun bütününe ulaşacak bir organizasyon kuramazlar, nasıl olsa bir alternatif haline gelemezler diye düşündüğü için bu kadar pervasız olabiliyor.

Bunca yanlış politika, bunca yüz kızartıcı zikzaklar, ülkeyi yıkıma götüren politikalarına rağmen bu iktidar varlığını sürdürüyorsa bu utanç hepimizindir.

Muhalif kesimdeki kibir, birbirini beğenmeme, sebatsızlık, sabırsızlık, iş yapma kapasitesinin zayıflığı iktidarın en büyük avantajıdır.

Hep söylerim yeri gelmişken bir kez daha tekrarlayayım: Türkiye bir şey yapmaya çalışanların değil bir şey olmaya çalışanların ülkesidir.

Bugün yapmamız gereken iş bir şey olmayı değil bir şey yapmayı gerektiriyor.

Çünkü hazırda bir makam yok.

Hakarete, iftiraya uğrama var. Yorulma, yıpranma var. Binbir zorluk var.

Uzun süreli çaba gerektiren bir sorumluluk bu.

Ülkeyi dolaşmak, bıkmadan, usanmadan inanlarla konuşmak, herkesi dinleyip onları yeni bir ülke hayaline ortak etmek için gece gündüz koşturma var.

Yeni bir Türkiye hayali yaratma ve kimseyi dışarıda bırakmadan 80 milyonu o hayale ortak etme vizyonunu, anlayışını ortaya koyma yükümlülüğü var.

Bir şey olmayı kafasına koyanlar ne yazık ki bir şey yapmayı göze alamıyorlar.

Yaptıkları, olup bitenden yakınmak, sızlanmak, ağlamak, itiraz etmekten ibaret kalıyor.

Demek istediğim sorumluluk almadan sadece yazarak, konuşarak, analiz kasarak, mırıldanarak, tweet atarak verdiğimiz cılız tepkilerle bu gidişatı değiştiremeyiz?

Bir kez daha tekrarlayayım: Ülkemizin bu kötüye gidişine seyirci kalamayız.

İktidarın bizi mahkum ettiği; onuru, haysiyeti, vicdanı, ahlakı, hukuku, değerleri olmayan bir Türkiye´yi kabullenmek zorunda değiliz.

Herkesin mutlu, huzurlu; dostça, kardeşçe yaşadığı bir ülke olabiliriz.

Liyakatin en temel değer kabul edildiği, eşitliğin, özgürlüğün, demokrasinin, inanç özgürlüğüne dayalı laikliğin güçlü bir şekilde uygulandığı, bağımsız medyası, değerleri, intizamı olan bir ülke olabiliriz.

Eğitim sorunumuzu çözebiliriz.

Yoksulluğu kader olmaktan çıkarabiliriz.

Birbirimize gülümsediğimiz, selam verdiğimiz; müzakereyle, konuşarak bütün sorunların üstesinden gelen bir ülke olabiliriz.

Bizim gibi düşünen, böyle bir ülke hayali kuran milyonlar var.

Tek yapmamız gereken şey sorumluluk alıp bu insanları bir araya getirmek.

Biz yapmazsak kimse gelip yapmayacak.

Biz sorumluluk almazsak kimse almayacak.

Demokrasi, adalet, eşitlik, özgürlük, liyakat gibi evrensel değerler etrafında bir araya gelebiliriz.

Kibri, ideolojik katılığı, ?ille bizden olmalı? sığlığını bir tarafa bırakıp sorumluluk alabiliriz ya da sorumluluk alanlara destek olabiliriz.

Kimimiz yazılarımızla, kimimiz bir mesajla, kimimiz paramızla, kimimiz bir resimle, kimimiz bir filmle, kimimiz fikrimizle yani elimizden ne geliyorsa onunla destek olabiliriz.

Kendi adıma söyleyeyim. Bu değerleri esas alan biri/birileri çıkarsa yazılarımla, şehir şehir dolaşıp yapacağım konuşmalarla her türlü desteği vermeye hazırım.

Kimse çıkmayacaksa bu organizasyonun sorumluluğunu almaya da hazırım.

Çünkü şu üç günlük hayatımı böyle korkakça, ağlayarak, sızlanarak, şikayet ederek ?ama bu kadar da olmaz ki canım?, ?vah vah bunu da yaptılar? gibi sefil bir şekilde harcamak istemiyorum.

Ülkemizin yıkıma sürüklenmesini engelleyemediğimiz için gelecekte, gençlerin, çocukların yüzüne bakarken utanç, mahcubiyet duymak istemiyorum.

Diğer yandan kötülüğün, sefaletin, adiliğin egemen olduğu bir ülkede ne yazar yazarlığını yapabilir, ne sanatçı sanatını icra edebilir ne de bilim insanı bilim üretebilir.

Yapacağımız tek şey var: Farklılıklarımızı zenginlik görüp bir araya gelerek herkesin mutlu huzurlu olacağı bir Türkiye için sorumluluk almak.

Çok mu zor?