Siyasi bir isim üzerinden bir fikir alıştırması yapalım.
İmamoğlu Cumhurbaşkanı adayı olmak istiyor, kamuoyunda bir eğilim de ona işaret ediyor
Soru şu: Neden İmamoğlu’na neden oy verelim?
Muhalifsek, Erdoğan’ın gitmesini sağlayacak en güçlü aday olduğu varsayımıyla mı?
Bir kere bu varsayım doğru mu? Veya en güçlü olmayı ne tanımlar? Sadece tahminler, anketler ve imajlar mı?
İkincisi salt Erdoğan’ın sandıkta yenmeye endeksli bir siyaset anlayışı kazanmak ve gelecek için yeterli midir? Veya sağlıklı bir siyaset için herhangi bir adayın seçim kazanma gücüyle gelecek tasavvurunun bilinmesi doğru orantı olması gerekmez mi?
İmamoğlu’nun 2019 Haziran yerel yönetim seçimlerinde, kültür savaşları, çatışması, gerilimi dışında bir söylemle ortaya çıktığı ve başarılı olduğu malum.
Başlangıç iyi ve itiraz temelliydi.
Peki sonra?
O gün bugün ne yaptı da siyaseten akılda kaldı İmamoğlu.
İstanbul Belediyesi’nin imkanlarını açık toplum projeleri için kullandı mı mesela? Yerel düzeyde alternatif yeni siyaset hamleleri yaptı mı? Kararlarında rahmetli Kadir Topbaş gibi, katılımcı davrandı mı? Enformel referandumlar gerçekleştirdi mi?
Türkiye’yi nasıl yöneteceğini nereden bileceğiz İmamoğlu’nun?
Mesele, elbette İmamoğlu değil.
Aynı durum Mansur Yavaş için de benzer konumda olan herhangi bir isim için de geçerli…
Unutmamak gerek:
Muhalif adayın kazanması halinde ülkenin önünde iki çıplak veri olacak.
1- Seçilmiş başkana ölçüsüz ve denetimsiz yetkiler veren bir anayasa (ki bunu değiştirmeye muhalefetin oy oranın yetmeyeceği şimdiden açık).
2- Enformel, kuvvetli bir dayanışmayı gerektirecek ittifak ihtiyacı ve gereği. Doğal olarak bu ittifaka ekonomi, dış politika, devlet restorasyonu, orduya dair siyasi fikirler, projeler gerekecek
Bu iki koşul özellikle şeffaflık gerektirir.
Siyasetin kenarından gelecek, kapalı kutu, doğal olarak davranışları kestirilemez bir başkanla ne kadar mümkün olabilir bu?
Niyetim hiçbir şekilde kişileri ve muhtemel adayları eleştirmek değil.
Söylemek istediğim bu gidişin (toplum-siyaset ilişkileri anlamında) siyaset dışı olduğudur.
Adını koymakta da mahzur yok. Bu durum, muhalefeti gitgide kuşatan popülist bir dalgaya işaret eder.
Siyasetsiz bir siyaset yolu, kişinin siyaseti ikame ettiği bir istikamet, samimiyet, güven, söylem, duruş gibi şahsi girdiler üzerine kurulu bir tutum ve geleceğe dair büyük bir muamma, siyasi partiler düzenin tahribatını, toplum-siyaset bağının örselenmesi…
Bu durum katılım, etkileşim, fikri derinlik ve tarihselliği perişan eder.
Türkiye son yıllarda kurumların çözülmesinin, kişi merkezli siyasetin ağır bedeli ödüyor.
Yenisine ihtiyaç yok…
Ve tehlikeyi hafife almamak gerek.
Bakın görürsünüz: Akşener, eleştiride “samimiyet, dobralık, kuvvetli hitabetle anketlerdeki oy oranını yükseltiyor. Tüm siyasi önerileri, “nasılları”, seçim sonrasına havale ederek, günü “siyasetsizlik paketi”ne hapsediyor. “Erdoğan’ı yenecek adayla seçimlere gireceğiz” diyor.
Ne büyük gaflet!
Mesele, seçim anı ve seçim sonrasını birlikte düşünebilmektir.
Ve bu anlamda muhalefetin, şu aşmada, en doğru, tüm bu sorunları giderebilecek ve son dönemde anlamlı ve yeni bir siyasi melodi oluşturmaya başlayan başkan adayı Kılıçdaroğlu gibi görünmektedir.