Siyasi partiler muhalefetteyken iktidarın her icraatını rahatlıkla eleştirip yapılan hataları kolaylıkla dile getirebilirler.
Eleştiri kültürü ve iktidarın varsa yanlışlarına muhalefet etmek demokrasilerin olmazsa olmazıdır ve bunu yaptı diye de görevi muhalefet etmek olan partiler acımasız şekilde tenkit edilmemelidir.
Bununla birlikte, muhalefetin söylemlerinde ne kadar samimi olduğu ve eleştiriyi gerçekten inanarak mı yoksa siyasi rant için mi yaptığı, günümüz Türkiye'sinde çok da ispatlanabilecek bir durum değildir.
Muhalefet partileri için uzun zamandır sağlama yapma imkanımız bulunmuyor. Zira kendilerini icra makamında deneyimleme imkanımız olmadı şimdiye kadar.
Öte yandan iktidar partisi icra makamında olduğu için hem toplum hem de muhalefet tarafından varsa tutarsız politikaları ya da popülist yaklaşımları çok rahat tespit edilip bunların üzerine kolayca gidilebiliyor.
Ancak Türkiye'deki mevcut siyasi parti liderleri arasında daha önce icracı makamda olup şu an muhalefet eden kişiler de mevcut.
Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu, DEVA Partisi lideri Ali Babacan ve İYİ Parti lideri Meral Akşener geçmiş hükümetlerde bakanlık yapmış kişiler.
Bu üç liderden Ahmet Davutoğlu ise çok farklı bir profille karşımızda duruyor. Geçmişte yaptıkları ile şimdi söyledikleri arasında ciddi çelişkiler bulunan Sayın Davutoğlu, ne yazık ki birçok konuda daha önceki söylemlerini görmezden gelip toplum karşısında farklı bir resim çizmeye çalışıyor.
Bugün Sayın Davutoğlu ile ilgili özellikle dikkatimi çeken bir konuyu ve bu konuyla ilgili zaman içinde değişen söylemini sizin de dikkatinize sunmak istiyorum.
Ahmet Bey'i takip ediyorsanız son günlerde bulunduğu her platformda Uygur meselesini özellikle gündeme getirip buradan AK Parti'yi sert bir şekilde vurmaya çalıştığını rahatlıkla gözlemleyebilirsiniz.
Partisinin Ardahan kongresi, Kayseri kongresi hatta Konya'daki bir ilçe binasının açılışında dahi, Uygur konusunu açıyor ve konuyla ilgili AK Parti'nin sessizliğini eleştiriyor.
Bazen o kadar sert konuşuyor ki iktidar partisini bu konuda ihanetle dahi suçluyor.
Sadece Sayın Davutoğlu değil, ona yakın basın ve akademisyenler de durmadan bu konuyu işliyor ve neredeyse her gün konuyla ilgili yazılar yazıyorlar.
"Tabi ne var bu söylediklerinde, adam doğruları söylüyor" diyebilirsiniz; zira birçok kişi özellikle de milliyetçi ve muhafazakar kesim bu konuda hemen hemen Davutoğlu ile aynı şeyleri söyleyip benzer düşünceleri paylaşıyor.
Fakat konu Davutoğlu'nun söylediklerinden ziyade zaman içerisinde değişen söylem farklılığı.
Nasıl bir söylem ve icraat farklılığı olduğunu kısaca şu şekilde ifade edeyim: Aslında bugün AK Parti'yi eleştirdiği Uygur meselesinde Davutoğlu aynı tutumu sergilemişti. Hatta bugünkü sessizliğin mimarı Sayın Davutoğlu'ydu.
Şimdi 2009 tarihine gidelim. Haziran 2009'da Abdullah Gül beraberindeki geniş bir heyetle Çin'i ziyaret ediyor ve gayet olumlu görüşmeler gerçekleştiriyordu.
Gül, Türkiye'ye döndükten bir hafta sonra ise Uygur Özerk Bölgesi Sincan'da büyük çaplı olaylar meydana geliyor ve Çin hükümetinin açıklamalarına göre olaylarda 184 kişi hayatını kaybediyordu.
Sonrasında ise Türkiye'deki tüm resmi makamlar olaya sert bir reaksiyon gösterip Çin'i sert bir dille eleştirmişti.
Özellikle Başbakan Recep Tayip Erdoğan'ın açıklamaları Çin'e yönelik en sert tepkiyken, Erdoğan olayları "vahşet ve soykırım" diye tanımlamıştı.
Dönemin Dışişleri Bakanı Davutoğlu da bir açıklama yaparak, konu hakkında sadece "Gelişmeleri kaygı ve üzüntüyle takip ediyoruz" demişti.
Özellikle Erdoğan'ın tepkisi sonrasında iki ülke arasındaki ilişkiler kopma noktasına gelmiş; fakat sonrasında Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun araya girmesiyle bozulan ilişkiler yeniden yumuşamaya başlamıştı.
Evet, bugün AK Parti'yi sessizlikle eleştiren Sayın Davutoğlu, o günlerde sert açıklamaların neden olduğu ilişkileri onarmaya çalışıyordu.
Davutoğlu iki ülke arasındaki ilişkileri düzeltmek için birçok kez Çin Dışişleri Bakanı Yang Jiechi ile telefon görüşmesi gerçekleştirmiş ve bu görüşmelerde bugün yaptığı açıklamalarla çelişecek sözler kullanmıştı.
Bu görüşmelerin birinde Davutoğlu, mevkidaşına şunları söylüyordu:
Türk topraklarında hiç kimsenin Çin'in egemenliğine zarar verecek faaliyetler gerçekleştirmesine izin vermeyeceğiz.
Çin tarafını ikna etmeye çalışan Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun yoğun çabaları sonucunda, iki ülke yeniden sıcak temaslar kurmuş ve bunun neticesinde iki ülke yetkilileri sık sık karşılıklı ziyaretler gerçekleştirmişti.
Önce Eylül 2009'da Zafer Çağlayan, Başbakan'ın özel temsilcisi olarak Pekin'i ziyaret etmiş ve Çin Başbakanı Wen Jiabao'ya, "Türkiye hükümetinin 'Tek Çin' politikasını kararlılıkla izlediğini, Çin Halk Cumhuriyeti'ni tüm Çin halkını temsil eden tek yasal hükümet olarak tanıdığını ve hiç kimsenin Türkiye topraklarında Çin'in egemenliğine ve toprak bütünlüğüne zarar veren eylemlerde bulunmasına izin vermeyeceğini" taahüt etmiştir.
Ekim 2010 tarihinde ise Başbakan Wen Jaiabao, Türkiye'yi ziyaret etmiş ve ilişkiler stratejik ortaklık seviyesine çıkarılarak, iki ülke arasında çok sayıda anlaşma imzalanmıştı.
Bu ziyaret sırasında terörizme karşı ortak bir mekanizma kurulacağı sözü de verilirken, yapılan anlaşmanın taahhütleri arasında şöyle bir madde de bulunuyordu:
Türkiye'deki Çin karşıtı ayrılıkçı terörist faaliyetleri bastırmak.
Bu ziyaret sonrasında ise Davutoğlu, Dışişleri Bakanı Jiechi'nin davetiyle Çin'i ziyaret edip Urumçi de dahil bazı bölgeleri ziyaret ediyordu.
Böylece 2009'da Başbakan Erdoğan'ın sert söylemleri nedeniyle gerilen ilişkiler Davutoğlu'nun çabaları sayesinde tekrar düzeliyor ve bu çabalar sonrasında Çin-Türkiye ilişkileri Stratejik Ortaklık seviyesine çıkarılıyordu.
Sayın Davutoğlu'nun eleştirdiği Türkiye'nin sessizliğinin kökleri de aslında bu günlere dayanıyor.
2009 Urumçi olaylarından sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın tavrı, sonra da Ahmet Davutoğlu'nun tutumu dikkatle incelenmesi gereken bir konu.
Davutoğlu ve ekibinin bugün bu konuyu bu kadar kullanması ise sorgulanması gereken bir mesele.
O dönem Erdoğan'ın sert eleştirileri yüzünden bozulan ilişkiler, Davutoğlu'nun çabaları sayesinde yeniden toparlanmıştı.
"Bugün neden sesleri çıkmıyor" diyenler, o gün sesi çıktı diye bozulan ilişkileri düzeltmek için Çin'le Türkiye arasında mekik dokuyordu.
Peki, Ahmet Davutoğlu ve ekibi neden bugün böyle davranıyor? Neden sürekli bu konuyu işleyip geçmiştekinin aksi bir davranış sergiliyorlar?
Yukarıda da ifade ettiğim gibi Uygur meselesi özellikle muhafazakar ve milliyetçi kesim arasında dikkatle takip edilen ve önem verilen bir konu.
Konunun belli bir oy potansiyeli var ve buraya yatırım yapan birinin bu iki kesimden hızlı bir geri dönüt alması da oldukça kolay oluyor.
Bu yüzden Çin-Türk ilişkilerinde "sert söylemden, görmezden gelme sürecine geçişin mimarı" olan Sayın Davutoğlu, bu konuyu bugün siyasi bir rant meselesi haline getirebiliyor.
Bir de söz konusu mesele insanların yakından takip etmediği Çin gibi bir konuysa, doğal olarak çelişkileriniz de kolay kolay ortaya çıkmıyor.
Fakat detaylı bir inceleme sonrasında Uygurların Türkiye'de gösteri yapmasının önünü alacak kararlar da dahil olmak üzere, sessizlik diye tabir edilen güncel durumun arkasında Sayın Davutoğlu'nun sözleri ve imzasının bulunduğunu rahatlıkla görebilirsiniz.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Shanghai Üniversitesi öğretim görevlisi Nurettin Akçay