Geçtiğimiz hafta iktidarla muhalefet arasında 10 soru 10 cevap yarışması vardı. CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun, Tayyip Erdoğan’a “ Saat 10’da avukatını, doktorunu al da gel!” meydan okumasıyla, beklenti ve gerilim yaratarak açıkladığı sorularına Erdoğan 10 karşı soruyla cevap vermekte gecikmedi. Bana sorarsanız her ikisinin soruları da bugüne kadar duyduklarımızdan farklı değildi, atışma düzeyindeydi, gündem de olmadı zaten.
Böyle sorular siyasette rakibi güç durumda bırakmak için; yapılan yolsuzlukları, ülkeyi çıkmaza sürükleyen vahim hataları, çözüm yetersizliğini sergilemek, iktidarın yanlış politikalarını halka teşhir etmek için sorulur.
Başta CHP ve 6’lı masa bileşenlerinin, iktidara yönelen soru ve eleştirileri ağırlıklı olarak: kötü ekonomi yönetimi, geniş kitleleri ezen yaşam koşulları, pahalılık, işsizlik, yolsuzluk, adam kayırma konularında yoğunlaşıyor. Ufukta bir seçim var ve derin bir ekonomik bunalımın pençesindeki ülkede kuşkusuz, seçmen açısından en önemli, en yaşamsal konular bunlar. Zaman zaman yargı kararlarının, hukuksuzluğun, özgürlüklerin kısıtlanmasının gündeme getirildiği de oluyor, ama sadece kendilerine dokunduğu zaman…
Öyle bir soru var ki, o soruyu sormadan ve doğru cevap vermeden Erdoğan’ın silahlarını elinden almak, tek adam rejimini değiştirmek, fırtınalı denizde sürüklenen teknenin dümenini doğru rotaya kırmak mümkün değil. Ne var ki bu soruyu ne CHP lideri ne de 6’lı masanın etrafındakiler gündeme getirmeye cesaret edebiliyor.
Soru basit: Yıllardır Kuzey Suriye’de, Kuzey Irak’ta hangi amaçla savaşıyorsunuz? Sınırlarımızın ötesinde, komşu ülkelerin topraklarında ne işiniz var? Oralarda yabancı ellerde ölen evlatlarımız ne uğruna, kimin uğruna şehit oluyorlar? O bölgeleri yakan yıkan, ören yerine çeviren, milyonlarca insanı yerinden yurdundan eden, büyük acılar yaşatan, göçmen/mülteci sorununa yol açan bu savaşın getirisi nedir?
İktidarın vereceği cevap mâlum, herkesin ezberinde: “O bölgeden ülkemize yönelecek terör saldırılarını engellemek, güvenlik koridoru oluşturmak için”… İyi de, oralardan Türkiye’ye saldırı falan yok. Yerel güçler, bölgelerine girmiş ve sürekli ilerleyen yabancı birliklere karşı kendilerini, yurtlarını, düzenlerini savunmaya çalışıyorlar. Türkiye’nin bombalar yağdırdığı, sınır ötesi operasyonlar düzenlediği Kuzey Suriye topraklarındaki savaş Türkiye açısından vatan savunması değil. Oralardaki halkı, özellikle Kürt nüfusu yurtlarından sürme, yerlerine Sünnî Arap nüfus yerleştirme, ekonomik-siyasî, askerî nüfuz bölgesi oluşturma harekâtı.
Oy desteği sürekli düşen Erdoğan’ın seçimleri kazanmak için bir zafer algısına ihtiyacı olduğu biliniyor. Önce düşman yaratma, sonra o düşmanı yenerek zafer kazanmış görünme, kof hamaset oltasını sallayarak kitleleri kandırma, her zaman geçerli akçe olmuştur. Erdoğan yine bu yönteme başvurmayı denerken ne savaşın maddî manevî maliyeti, ne oralarda şehit olan evlatlarımız, ne dökülecek kan umurunda.
Bu sözde zaferi engellemenin tek yolu, Erdoğan-Bahçeli ikilisinin arkasında hizalanıp savaşçı politikaları desteklemek değil; sorgulamak, karşı çıkmak, seçmen kitlesine savaşın haksızlığını, insanî, toplumsal, ekonomik maliyetini anlatmaktır.
Yunanistan’la ilişkiler için de aynı soru geçerli. 12 Adalar, karasuları, vb. konularını diplomasiyle, uluslararası destek sağlayarak, barışçı yoldan çözmek yerine savaşçı bir hat izlenmesinin, tehditler savrulmasının, kösteklenmenin amacı da Erdoğan’ın vatan kurtaran aslan postuna bürünmesini sağlamak. Muhalefet bu politikayı sorgulamak yerine ne yapıyor? Aynı siyaseti farklı terimlerle ifade ediyor. Televizyon ekranlarını istila etmiş, çoğu hokus pokus’la akademik titr sahibi olmuş subay eskileri, istihbaratçılar, şahin savaş muhabirleri korosunun sözde muhalif as solistleri, Suriye’ye Yunanistan’a savaş söz konusu olduğunda hemen Erdoğan’ın saflarına geçip muzaffer komutan imajına katkıda kusur etmiyorlar.
Bu konuları sorgulamayan, soruları cesaretle soramayan 6’lı muhalefet, “Kim bu kardeşinize saldırırsa Türkiye’ye saldırıyor demektir” diyen Erdoğan’ın seçim stratejisine bilerek bilmeyerek su taşıyor.
Muhalefetin soramadığı sorular gibi muhalefete sorulmayan sorular da var. Bir yurttaş ve seçmen olarak benim 6’lı masaya benim en temel sorum: Demokrasiyi, özgürlükleri, hukuku sadece kendiniz için mi yoksa herkes için mi istiyorsunuz?
Herkes için diyeceklerine eminim; gel gör ki kendi partileri, kendi milletvekilleri, kendilerine yakın basın mensupları için yeri göğü inleten muhalefet, özellikle de CHP; söz konusu olan HDP ise, Kürt siyasetçiler ise, Kürt medyasında çalışan gazeteciler ise, onların maruz kaldığı hak ihlalleri, baskılar, hukuksuzluklar karşısında aynı refleksi, aynı tepkiyi göstermiyor. CHP Milletvekili Enis Berberoğlu için tarihinin en şanlı eylemlerinden birini, Adalet Yürüyüşü’nü gerçekleştiren Kılıçdaroğlu, HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına onay vermesi bir yana, son günlerde bu partinin yöneticilerinden militanlarına, sempatizanlarına kadar bütün kadrolarıyla tasfiye edilme operasyonları karşısında susuyor ya da işi taraflı ve bağımlı olduğunu her fırsatta tekrarladıkları yargıya havale ediyor. CHP İstanbul İl Başkan Canan Kaftancıoğlu’nun mahkûmiyeti için yeri göğü inletirken, yüzlerce HDP’linin delilsiz ispatsız yargılandıkları siyasî davalar karşısında üç maymunu oynuyor. Kendi medyalarına dokunuldu mu feryat eden, çok haklı olarak yasakları, kısıtlamaları, cezaları eleştiren muhalefet, birkaç gün önce Diyarbakır’da gözaltına alınan 21 medya mensubu konusunda sus pus.
Muhalefete bir başka soru: İktidarın “Terör=PKK=HDP=Kürtler” denklemine katılıyor musunuz? Katılmıyorsanız neden bu denklemi bozmaya yanaşmıyorsunuz? Erdoğan-Bahçeli çiftine vokal yapmanızın nedeni ne? Ne umuyorsunuz, neden korkuyorsunuz?
Özellikle Kılıçdaroğlu’na sormaktan kendimi alamadığım bir sorum daha var: Bolu Belediye Başkanı’nızın yabancı düşmanı, ırkçı-faşizan söylemini benimsiyor musunuz? Hayır’sa o zatı partinizden uzaklaştırmak yerine duymazdan gelmeyi neden yeğliyorsunuz? Mezhep ayrımcılığına cesurca karşı çıkan ortağınız Meral Akşener kadar da mı olamıyorsunuz?
Önemsiz, ayrıntı görülebilecek ama bence çok önemli bir başka soru: Halk TV’de Murat Sabuncu ve Levent Gültekin’in programının CHP’lilerin itiraz ve baskılarıyla kaldırıldığını bilmeyen yok. Muhalefetteyken “dost eleştirisi”ne bile katlanamayanlar, iktidara gelince düşünce, ifade ve basın özgürlüğünü nasıl koruyacaklar?
Ve 6’lı masanın tümüne en can alıcı soru: 4 işlem düzeyinde aritmetik bilginiz var mı? Kesinlikle vardır. Peki o zaman Kürt siyasî hareketinin desteği, HDP ve Kürt oylarının katkısı olmadan seçimleri nasıl kazanacağınızı, diyelim ki kazandınız, ülkeyi nasıl yöneteceğinizi düşünüyorsunuz? Demirtaş’ın özgürlüğüne kavuşmasına yarım ağız “inşallah” demekten bile bu derece korkan Belediye Başkanı’nıza söyleyecek bir çift sözünüz, küçük bir uyarınız yok mu?
Yoksa sizler seçimleri kazanmayı, ülkenin bu cehennemden kurtulmasını istemiyor musunuz?
Kaynak: Farklı Bakış