Ülke seçimlere doğru yol aldıkça, bu yolda siyasi kutuplaşma tahkim oldukça, siyaset bunları dikkate alan istikamette hareketleniyor.
İktidar cephesinin son dönem çıkışları görünür iki unsur üzerine oturuyor.
İlki, sınır ötesi dengeleri, jeopolitik durum ve gelişmeleri iç siyasete taşıyarak milliyetçiliği kabartmak üzerinden kendi cephesine yönelik sürekli tahkimat arayışı olarak özetlenebilir.
İkincisi ise kutuplar siyasi dengeyi, karşı tarafı zayıflatarak, parçalayarak, en azından şekillendirerek, kendi lehine bozma çabasından oluşuyor. İktidar temsilcileri bunu reddederken bile teyit ediyorlar. İki gün önce, AK Parti Genel Başkan Yardımcılarından Mahir Ünal, “CHP-HDP’yi ayrı bir yerde, İYİ Parti-Saadet Partisini ayrı bir yerde tutuyorum. Diyorlar ki işte Millet İttifakı’nı parçalamak istiyorsunuz’. Hayır. Bunu bir siyasal tespit olarak söylüyorum...” diyordu. Ünal’ın tespiti, aslında Erdoğan’ın, hatta Bahçeli’nin stratejisidir.
Amaç gizlenemeyecek kadar açık: CHP ile HDP’yi baş başa bırakmak. Böylelikle bir taşla iki kuş vurmak: Bir yandan muhalif cepheyi küçültmek/bölmek, öte yandan Kürt meselesindeki asayişçi-milliyetçi çıkışlarla, HDP’yi PKK’yla özdeş ilan eden ithamlarla CHP’yi hedef haline getirilip, marjinalleştirmek.
Nitekim Erdoğan CHP-HDP konusunu dilinden düşürmüyor. HDP üzerinden DEVA ve Gelecek Partisi’ne endişe salıyor. Saadet Partisi’yle, bu partiyi içeriden karıştıracak, milliyetçi-muhafazakar kanadı kaşıyacak tarz ilişkiler kuruyor. Bahçeli’nin, İYİ Parti’ye sık yaptığı göndermeler, çıkardığı davetler de bu stratejiden bağımsız değil. Velhasıl, iktidar cenahında kartlar, Kürt meselesi, daha doğrusu anti-Kürt bir tutum üzerinden karılıyor.
İlginç olan muhalefet cephesinin bugün kadar bu arayışları belli bir mesafeden izlemesiydi.
Dolasıyla karşı hamle hiç söz konusu olmadı Nitekim bu alan içinde “itiraz birliği”nin ve “eleştirel siyaset”in ötesine (parlamenter sisteme dönüş arayışlarını saymazsak) geçilemedi. Ne kurucu bir siyaset arayışı, ne ortak bir yol haritası veya siyasi partiler arası yakınlaşmalar yaşandı.
CHP, amiral gemisi olduğu düşünüyor. Bir tarafında İYİ Parti diğer tarafında HDP’yle adını koyamadığı bir küme içinde, titrek, tedirgin, mesafeli bir konumda bulunuyor. Gelecek Partisi, DEVA gibi yeni siyasi aktörler ise önce siyasi rüştlerini ispat etmek, bağımlı değişken durumuna düşmemek için şu ana kadar kendi başlarına durmayı tercih ediyorlar.
Bununla birlikte siyasetteki hareketlenme muhalif alana da yansımaya başladı.
Dikkat çekici iki gelişme oldu.
Babacan-Kılıçdaroğlu görüşmesinden sonra yapılan “CHP ile DEVA’nın güçlendirilmiş parlamenter sistem için ortak çalışma yürütecekler” açıklaması bunlardan birincisi. İki partinin aldığı “güçlendirilmiş parlamenter sistem konusunda mutabakat zemini oluşturma kararı, sadece içerik değil, simgesel bakımdan da önemlidir. Muhalif alanda siyasi partiler arasında ilk tematik ve siyasi buluşmadır. Bu tür buluşmalar, bunların sayılarının çoğalması, iktidara itiraz eden partilerin, itiraz ettikleri konularda alternatif güç ve fikir üretmesi, olana direnmesi açısından özellikle bugünün koşullarında kritik ve önemli bir siyaset yapma halidir.
İkinci gelişme HDP’nin bir adımıyla ilgili. HDP, muhalif alanın diğer siyasi partileriyle temas kararı verdi ve hareket geçti. Sancar ve Buldan ilk görüşmeyi 1 Şubat’ta Saadet Partisi’yle yapacaklar. Bunu 5 Şubat’ta CHP, 9 Şubat’ta Gelecek Partisi, 11 Şubat’ta DEVA genel başkanlarıyla buluşmaları takip edecek.
HDP’nin kendisine gelemeyen muhalif siyasi partilere doğru hamle yapması, bir anlamda, hem içeriye doğru ilerleme arayışını ifade eder. Muhalif partileri sınırlarını tekrar düşünmeye iter. AK Parti’nin, tek bir siyasi partiyle HDP’yi baş başa bırakması hamlesini kısmen bozar. En önemlisi, ortak bir yol haritası, oyun kurma davetini ima eder.
Elbette, HDP’nin bu siyasi partilere nasıl bir gündemle gideceği belirleyici olacak.
Bakalım, bu ilk adımlar ve buluşmalar nasıl seyredecek?