Altı parti lideri Sayın Akşener, Sayın Babacan, Sayın Davutoğlu, Sayın Karamollaoğlu ve Sayın Uysal’ın Sayın Kılıçdaroğlu koordinesiyle bir araya gelip birlikte fotoğraf vermesi bu resmin sokaktaki etkisini tartışmalı kılmakla birlikte ülkenin muhalif aydın kesiminde de heyecan yarattı. Bu fotoğraf, Türk Soluna, özellikle ülke gelecekte de hep Sağ ideolojiye[1] muhtaç mı kalacak kaygısını da taşıdı.
Genel bir eleştiri de Muhalefetin Sayın Erdoğan sonrası (Post Erdoğanizm)[2] dönemine geçmek amacı dışında hayatın içine müdahale edebilen projeleri üretemediği veya henüz bu güveni seçmende sağlayamadığı yönünde.
Sürecin entelektüel arka planına baktığınızda bildiride AB değerlerine atıf yapılmasına karşın, CHP seküler bir neo Kemalizm, İYİ parti ise muhafazakâr bir neo Kemalizm çizgisinin görünümünü vermekte. Daha muhafazakâr ve liberal nitelikte olan Deva, Gelecek ve Saadet partileri ise post Kemalizm çizgisinde durmaktalar. Bu iki farklı yaklaşımda da ortak paydanın belirleyici unsurları, ulus devletin güncellenmesi ve Kürt sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu arada Deva, Gelecek ve Saadet partilerinin KHK mağduriyetleri ve Kürt sorunu hususunda resmî ideoloji ötesinde farklı pencereleri açmalarına karşın henüz seçmenden de gerekli ilgiyi göremediklerini de hatırlatalım.
İktidar bloğu ise politik çıkarları doğrultusunda, iç ve dış gelişmeleri yorumlayarak 110 yıllık resmî ideolojimizin ilk versiyonu olan neo Talatizm duyarlılığı ile siyaset üretmekte. Bu siyasetin, içeride ve dışarıda sonuç alıcı yeni pragmatik versiyonuna Sayın Erdoğan’a izafeten “Erdoğanizm-Erdoğan dönemi” ismi de bir takım sosyal bilimciler tarafından verilmekte.
İbni Haldun’a izafeten denir ki “tarihte dün ve bugün su damlaları gibi birbirine benzer”. Bugünün cari resmî ideolojisini doğru anlamak için Osmanlı modernleşmesi ve anayasacılığından ulus devletimize kadar giden yolculuğumuzun doğru okunması gerekiyor.
19. Yüzyıl başı Tanzimat’tan itibaren iyi niyetle geliştirilen eşit anayasal vatandaşlık sürecini, 93 harbi diye anılan Osmanlı-Rus savaşına ve ardından Berlin konferansına bağlı gelişmeler sekteye uğrattı. Ardından 1912 Balkan harbi sonuçları devlette Gayri-Müslim Osmanlı vatandaşlarına olan güveni sarstı.
Bu sürecin arayışlarını yansıtan ardı ardına üç ana siyaset izlendi. Kapsayıcı Osmanlıcılık, sadece Müslüman anasırı hedef alan İslamcılık ve emperyal idealde ısrar edercesine genişleme alanını Doğuya kaydıran Türkçülük-Turancılık. Bürokrasi bu süreçlere bağlı şekillendi. I. Dünya savaşına katılma ve Almanya ittifakı bu beklentiler doğrultusunda yapıldı. Sonuç alınamadı.
İttihat ve Terakki (İTC) dünya tarihine geçecek bugüne gölgesi yansıyan bir örgüttü.[3] İTC kurulduğundan beri bir fikir hareketi değil kadro ve eylem hareketiydi. Muhittin Birgen İTC anılarında “İTC’de içtimai ve siyasi manada bir şey yoktu denebilir. Gerçi bu muhitte muhtelif fikirler vardı ancak bu fikirler herhangi bir felsefeden ruh almış değildir” der.
İTC, tartışmalı 1912 seçimlerinden sonra tek parti olarak otoriter bir yönetimle ülkeyi idare etmiştir. İTC’nin bu tavrının sebeplerinden biri toplumu bir bütün olarak düzenlemenin veya tek tip olarak yönetmenin imparatorluğun dağılmasını önleyebileceği kanaatiydi.
Parti yönetiminde 1907’den, tasfiyesine kadar İTC’nin sivil kanadının başındaki Talat Bey etkili olmuştur. Talat beyin düşüncelerinin şekillenmesine 1911-12’de kurulan Türk Yurdu dergisi, platformu ve Ziya Gökalp önderlik etmişlerdir. Ziya Gökalp, Moiz Tekinalp ve arkadaşlarının en eleştirilen yönü, üzerinde müzakere edilmiş çoğulcu ve anayasal ulus fikrini değil, organik ve homojen ulus fikrini benimsemeleriydi. Bu yaklaşım bugünkü resmî ideolojinin temelini teşkil etti.
Balkan ve Yemen harplerinden sonra ancak Anadolu’da Türkler ve Türklüğe sadık Müslümanlar için güvenli bir yurt oluşturulabileceği fikri İTC yönetiminde netleşmişti. Bu manada Talat Bey sıkça Kürtlerin asimilasyonu ve Türkleşmesinden bahsetmekteydi.[4] Tehcir de güvenli Anadolu projesinin sadece bir parçasıydı. Talat ve arkadaşları Osmanlı emperyal mitinin hayalini 1918’e kadar devam ettirdiler.
Muhittin Birgen aynı şekilde anılarında kadınların başının açılarak sosyal hayatta yer alabilmeleri, Türkçe Kur’an ve ibadet gibi hususları Ziya Gökalp danışmanlığında Talat beyin ifade ettiğini yazmıştır.
İTC’nin beyni Talat beyin, icraatları ve zihni ile bugünkü resmî ideolojinin mimarı olduğu açıktır. M. Kemal Atatürk bu mirası değerlendirmiştir. Laikliği daha belirginleştirmiş, devir aldığı Talatizm’i emperyal maceralardan arındırmıştır. Resmî ideolojinin bu versiyonuna da Kemalizm denmiştir.
Cumhuriyetimizdeki inişli çıkışlı anayasal reformlar veya Kürt sorununa çözüm arama çabaları Kemalizm’in duyarlılıkları gölgesinde yapılmaya veya ertelenmeye çalışılmıştır. 20 yıllık Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı ilk yıllarında post Kemalizm’in sinyalini verse de bunu böyle devam ettirememiştir. Mevcut yönetim, Gezi ve 15 Temmuz darbe girişiminden sonra, Cumhur İttifakı çatısında, içeride ve dışarıda Türk-İslam sentezi ağırlıklı neo-Talatizm’i tercih etmiştir.
Ülkedeki ekonomik krizin çözümünün içeride ve dışarıda oluşması gereken siyasi güven ile bağlantısı açık gözükmektedir. Ülkenin ihtiyacı olan nitelikli sermaye ve yatırımın gelebilmesi de buna bağlıdır. Bizim Çin veya Rusya geleneğinde olmadığımız göz önünde bulundurulduğunda, bu güven koşulunu ancak demokrasi ve Hukuk’un üstünlüğünün sağlayabileceği gözükmektedir.
Neo Talatizm koşullarında ülkenin ayırt edilmeksizin tüm taraflarının ortak bir uzlaşma anayasası yapabilmeleri zor gözükmektedir. Eşitlikçi ve sosyal uzlaşmacı bir yarın vizyonuna ihtiyaç vardır. Bunu muhalefetin ana bileşenleri CHP ve İYİ Partinin bir şekilde resmî ideoloji duyarlılıklarıyla nasıl sağlayabilekleri de ayrı bir husustur.
Görünen odur ki gerek iktidar ve gerekse de muhalefet -adeta İTC gibi- ülke yönetmeyi ihtiyaçlardan kaynaklanan kadro ve eylem konusu olarak görmektedirler. Bu hususta özellikle muhalefette (Millet İttifakı) kafalar karışıktır. CHP ve İYİ Parti henüz bir fikir ve vizyon sorunlarının olduğu hususunda netleşememişlerdir.
Tartışmalı olmakla birlikte resmi Sağ ideolojinin süreçleri Hamidizm, Talatizm ve bir kısım yönü ile Kemalizm kabul edilmektedir. Yarını tasarlama iddiasında olan iktidar ve muhalefet yarın için yeni olarak bunların herhangi bir versiyonunun başına neo’yu mu (yeni) yoksa deneyimlerden ve birikimlerden güç alarak post’u mu (sonra) koyacak birlikte göreceğiz.
[1] Burada Sağ-Resmi ideoloji derken Laik yorumlu Türk-İslam sentezli olarak 1911’den bugüne süregelen duyarlılıkları kast etmekteyiz.
[2] Prof. Ahmet İnsel, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yemin etmesiyle başlayan ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne ‘Erdoğanizm’ ismini veriyor. Sayın Erdoğan’ın karizmatik kişiliği altında yeni sistemin temel niteliğinin ‘bütün güçlerin bir mevkide ve bir merkez elinde toplanması’ yaklaşımıdır yorumu yapılmakta.
[3] https://www.indyturk.com/node/370126/türki̇yeden-sesler/atatürkten-bugüne-i̇ttihatçılık-hala-bizle-mi
[4] Osmanlı Bankası Baskını- Armen Garo’nun Anıları, belge yayınları.