Tarih: 21.04.2020 10:30

Muhalefet için muhaliflik şart

Facebook Twitter Linked-in

Nihayet biri çıkıp, altında ezildiğimiz mekanizmanın “Tek Adam Rejimi” diye nitelenmesinin nasıl yanıltıcı olabileceğine dikkat çekti. Orhan Gazi Ertekin, “ortaokul milli tarih kitaplarından çıkma … ‘tek adam’ vurgusu”na takılıp kalmış “konvansiyonel bakış açısı”nın olan biteni, özellikle iktidarın yapısı ve karar alma-eyleme süreçlerini kavramada yarattığı eksikliğe dikkat çektiği yazısında (Duvar’da:, “Yargı, iktidarı anlamak ve infaz yasası”), “Bu yaklaşım,” diyor, “iktidarın ‘çoğul’ yeniden üretimini ve hükümetin kendisiyle çelişen her hareketinin yine kendisinin tutarlılığından kaynaklandığını fark edememektedir. Ve konvansiyonel bakışın ikinci önemli sorunu ise ‘kamuoyu’nun hem iktidar içindeki gruplarda hem de dışında hâlâ anlamlı olduğu yerlerin bulunduğunun fark edilmemesidir.” Özellikle ikincisinin, etkin muhalefet yapılamayışının başlıca sebepleri arasında yeraldığı âşikâr.

Tek Adam otoritesinde bir süredir sıklaşarak görülen yalpalamalar, yetersizlikler, çatlaklar bir yana, Tayyip Erdoğan’ın “başkanlık”ıyla kurulan rejim ilk gününden beri “Tek Adam rejimi” değildi ki. Bunu böyle düşünen pek çok kimsenin rahatça ve genişçe dile getiremeyişi, muhtemelen, muhalefet saflarına salınmış, felç edici o bıkkınlık yüzündendir. Hakaret yorgunluğu. Ufuksuzluğun yarattığı çöküntü. “Akepe’yi savunuyorsun!” şirretlikleri… “Şu andaki iktidar Tek Adam iktidarı değil” dediğinizde doğacak olağan Türk-işi sonuç bu: Onu mu aklamaya çalışıyorsun?

Oysa şu anda bu memlekette doğru dürüst, sonuç alıcı muhalefet hareketinin oluşabilmesi için, öncelikle muhalefetin kendine doğru dürüst varoluş imkânları, hedefler ve siyaset tasarlaması, bunu mümkün kılabilmek için de karşısındaki iktidarın yapısını doğru kavrayabilmesi gerekli.

“Şahsım” teorisini, yalnız edâ, üslûp, ideolojik motif, duygusal etki aracı veya boyuna yeniden teyit edilmesi “sürdürülebilir kudret” açısından gerekli iddia değil, iktidar yapısının gerçeği sayarak muhalefetin iştiha ve iştiyakla benimsemesi, yalnız bunun faili basitleştirip işleri müthiş kolaylaştırmasına bağlanamaz. Esas sebep, aksi halde ana akım muhalifliğin yerleşik -hattâ kurucu- anlatısının çökecek olması. (Karakteristik ruh halinin, iktidarın “esas sahibi” olma duygusu ve iddiasının pörtleyecek oluşu da var; ama ona burada giremeyeceğiz. Çünkü ezelî muhalif kesimlerin bile bu duyguya zaman zaman yakınlaşabilmelerindeki patolojik karmaşıklık, uzun, zorlu bahis.)

MHP’nin sorun edilmeyişi

Mevcut iktidarın bir koalisyon olduğunu tesbit edip buradaki güç ilişkilerini tarife kalkıştığınızda, konu güncel olarak hemen 7 Haziran 2015’e gelir, oradan da nereye gider, Allah bilir. Biz sıradan fânilerin bilebileceği kısmıysa, bu işten sol-muhalifliğin ana akımını oluşturan her türlü “ulusalcı” -yani milliyetçi- siyasî iddianın zararlı çıkacağı, hepsinin paylaştığı hâkim anlatının çökeceği. Somut olarak bu, birtakım kimselerin somut konumlarının sarsılması da demek; haliyle :)

İktidarın özellikle gaddarca uygulamalarının esas isteklilerinin “şahsım” veya “akepe”den çok, başkaları olduğu, cumhurbaşkanının, kendisini en tepede tutacak bir güçler dengesini kâh onun kâh bunun, ama çoğunlukla şunun taleplerini yerine getirerek sürdürüyor olabileceği ihtimali hesaba katılırsa, kurulacak muhalefetin atışlarını yönelteceği hedefler elbette ona göre yeniden düzenlenecektir. Bugün “akepe” dendiğinde anlaşılması gereken, gerçek bir parti teşkilatı değil. Teşkilatta etkin olmak, anlamlıdır. Bu yüzden parti teşkilatında “taban” bir etkendir. Tepenin yamaçlarında ve eteklerinde kümelenmiş çıkar grupları ve doğrudan muhafızlık-tetikçilik işlevleri yüklenmiş, yukarıdan gelen buyrukla iş gören hizmetliler, vazifeliler topluluğu, herhangi bir parti örgütlenmesine, işleyişine tâbi değiller.

Orhan Gazi’nin konvansiyonel bakış açısı” dediği, benim “ana akım muhalif yaklaşım” diye adlandırmayı yeğlediğim zihniyet, unutmayalım, Devlet Bahçeli ve MHP’yi, Gezi İsyanı’n ertesinde dahi, “demokrasi cephesi”nin (“hayır cephesi”) doğal unsuru olarak görüyor, “akepe”ye beklenen tavrı almadığı için eleştiriyordu. (Gezi İsyanı sırasında ve ertesinde, muhalif saflarda yaygın olarak en beğenilen görüntülerden biri, sol yumruk, zafer (“V”) işareti ve Ülkücü el hareketi (“kurt”) yapan üç kişinin -kollarının, ellerinin- yanyana görüldüğü, muhtemelen imal edilmiş fotoğraftı. Eninde sonunda, şu ya da bu şekilde, nüfusun “istenmeyen” kesiminin imha veya enterne edilmesini öngören MHP’liliğin güvenlik aygıtında inanılmaz ölçülerde etkin ve yaygın bir siyasî yaklaşım, dünya görüşü, tavır olarak kazandığı konum; Kürt illeri yakılıp yıkılırken askerlerin kurt işareti yaparak selfie’ler çekmeleri, paylaşmaları, her yere MHP amblemi üç hilalin çizilmesi, MHP sloganlarının atılması, Suriye’ye giren ordu araçlarındaki askerlerin kurt işareti yaparak geçişleri… Türkiye’nin muhalif saflarında bunların hiçbiri “akepe”nin yediği haltların yüzde biri kadar bile mesele edilmez. Edilmiyor. Hâlâ. İktidar koalisyonunun “devlet” ayağına yönelmiş muhalif eleştiri ve öfke, “akepe”ye yönelenin yüzde birinden fazla, evet, yüzde beş kadar.

Bunları konuşmayı birden kolaylaştıracak simgesel hadise: “Ya Allah - Bismillah - Allahüekber!” son yıllarda “Reis’çi” gençlerin, Türk-İslâmcı grupların, solcu veya Kürt düşmanı linç kalabalıklarının coşkuyla attığı slogan. Genellikle “tekbir getirdiler” diye bahsediliyor bundan. Ve tabiî “dinci-gerici” güruhlara hasrediliveriyor. Oysa bu, MHP’nin 1970’lerden beri kullandığı slogandır. Sırf faşist milliyetçilikle eyleme sürükleyemeyecekleri kitleleri “kazanmakta” epey işlerine yaramıştır. O dönemleri bilenler dahil kimsenin bugün bu sloganla karşılaştığında MHP’nin sözünü etmemesi, doğal olarak, faşist hareketin Kahramanmaraş katliamı gibi pek de nadirattan olmayan eserlerini akla getirecek bağlantıyı hatırlatmaması ilginç değil mi? Bakın bir simgesel olgu daha: Bugünün muhalifinin gözdesi, 1970 öncesinin seri Alevi katliamları değil, Sivas Katliamı’dır; niye? Sadece tarihi daha yakın diye mi? Öncekilerde, siyasî hazırlık ve icraatı, devlet güçlerinin katkısını bir tarafa koyup yalnız dinci-gericilerden bahsetmek imkânsız olduğundan mı yoksa?

Kod kelimeler

Burada sorun güncel-siyasî değil. Hangi partiyi tahlillerimizde ve tavır takınırken nereye yerleştireceğiz meselesi değil. Bütün bir yakın tarih kavrayışı. “Muhalifim” diyenin elini kolunu bağlayan bir sembiyotik ilişki. Nâzım’la onu hapse atanlara, Deniz’lerle onları asanlara aynı anda sempati -kimileri için, hattâ, âşk- duymak, memleket ana akım muhalefetinin asla aşamadığı duygusal ruh hali. Yaşadıklarımızın ilk kaynağı eline güç geçirebilenlerin kötülüğe yatkın, zulme meyyal oluşları, vicdansızlıkları, merhametsizlikleriyse, ondan hemen sonra gelen sebep de bu. “Muhalefet” öyle şeylerden bir türlü vazgeçemiyor ki, aslında bu yüzden muhalefet olamıyor. Ancak “Yenikapı ruhu” temsilinde repliksiz figüran kimliğiyle sahneye çıkabiliyor.

Muhalefetin elini kolunu bağlayan neydi? “Dinciler-gericiler” korkusu. Oysa bugün görüldü ki, o “dinciler-gericiler”, Müslüman ahalinin ufak kısmıdır ve böyle gözükenler arasından iktidara gelenlerin ilk çıkarıp attığı şey, eski siyasî gömlekleri falan değil, düpedüz Allah ve ahiret inancıdır. Sahiden Allah korkusu taşıyan, bugünkü iktidarla etrafındaki çembere üşüşmüş açgözlü yalaka ve tetikçi sürüsünün bir gün içerisinde yediği kırk halttan birini bile yerken sıkıntı duyar. “Din istismarı” konusunu yurttaş çoğunluğunun dinî hassasiyet ve alışkanlıklarından ayırt etmeyi onyıllar boyunca beceremeyen, bütün bu uzun zaman boyunca, halk çoğunluğunu, kaçınılmaz olarak yoksul halk çoğunluğunu alenen aşağılayarak, silahların gölgesinde toplumsal tahakküm sürdürmeye çalışan birileri, bugün kendilerini toplumun parçası saymakta zorlanıyor, bu yüzden kan ve can verdikleri ana muhalefet gövdesi, zorlukla koltuğa oturtulduğunda hayat belirtileri gösteren bir yarı-canlı gibi. Makam koltuğu görünce eski konumunu hatırlıyor, yanaklarına azıcık renk geliyor. Muhalif tavır takınması gerektiğinde, uyarıcı olarak, kulağına “dinciler-gericiler” diye fısıldanması gerekiyor; bu kod kelimeleri işittiğinde azıcık canlanabiliyor.

İyi de, kendisi hiç iktidar paylaşmamış, doğal yeri ezilenlerin yanı olan başka muhalifler neden bu ana akımın “konvansiyonel bakış açısı”nın tesirinden kurtulamıyor? Üstelik bunun dışına çıkmaya kalkan herkesi anında bu işten caydırmak veya bunu başaramıyorsa üstüne basıp ezmek, un ufak etmek için büyük iştiha duyuyor? (Galiba vaka yine yukarıda anıp geçtiğim patolojik vaziyetle ilgili.)

Yoksa muhalifler ortamında egemen genel dünya görüşü ve özel olarak ülke ve topluma dair temel idrakın da bugünkü iktidar koalisyonunun aslî unsurlarının amentüsü olan aynı yalanlar üzerine kurulu oluşundan mı? Olabilir mi böyle bir şey?

Muhalefet, en aykırı, en dinamik kesimleri dahil, hayatımızı imal ve tezyin etmiş şu yalan rüzgârından kendini sakınabileceği bir barınağı kısa sürede inşa edemezse, günün birinde yapıcı rol oynayabilecek etkin muktedir aktör konumuna gelemeyecek; bu belli. Gözümüzü bu kadar yükseğe dikmeyeceksek, muhalefetten en azından muhaliflik bekleyebiliriz herhalde. Haksızlığın, adaletsizliğin daha fazlasına, zulme karşı direniş; bari! Keyfî kararlarla eziyet çektirilen, işkence edilen, hapse atılan, sürekli tehdit altında tedirgin yaşatılan insanlara, çöpten yiyecek toplayanlara, yaşamları gözden çıkarılmış işçilere fayda; azıcık!

Şu anda Türkiye’yi Tek Adam tek başına yönetmiyor. Şu anda “akepe” iktidardaki güçlerin belki de en önemsizi. Siyasî yelpaze barındıran kitle partisiyken, şimdi Tek Adam’ın ihtiyaçlarına göre devreye sokulan hizmetliler şebekesinden ibaret. Şu anda iktidar koalisyonunda yeralan bir aslî güç, “akepe”den önce de, dönemine göre şu ya da bu ölçüde iktidarı paylaştı ya da gerektiğinde devreye girdi. Şu anda birçok tasarruf, bu odağın taleplerine uygun olarak gerçekleştiriliyor. Ona değil, mütemadiyen Tek Adam’la “akepe”ye saydırınca muhaliflik yapılmış olunmuyor.

P24 Blog




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —