20 senelik muhafazakâr iktidar döneminde başta altyapı (ulaşım, iletişim, enerji) olmak üzere sağlık ve silah teknolojisi ve son dönemlerde üretim alanlarında -yatırım öncelikleri ve ekonomi bilimi açısından doğru veya yanlış- gelişmeler sağlandı. Eğitim, üniversite, kültür, hukuk, mimari, sanat ve din alanlarında ise ciddi tavsamalar, gerilemeler oldu. Sözde ve görünürlükte (Kisve-Cami) din artarken; içerik/mahiyet epeyce boşaltıldı.
Müslümanlık
Müslümanlık, Kur’an’da özü itibari ile daima hasbî ve muhasibi/münekkit (eleştirel-critical) bir halet-i ruhiyedir. Kur’anî bir kavram olan “Takva”, müminin/Müslümanın sürekli teyakkuzda, tetikte olma, dikkatli olma, kül yutmama, uyanık olma, kendini kandırmama, mukallit olmama; müçtehit ve mücahit olmasıdır. Vicdan kapasitesinin (lübb, fuad, basiret) düşünür olma (tefekkür, taakkul, tafakkuh, tezekkür, tedebbür, taabbur, nazar, rey…) halidir. Ahlak alanında cehalet, oralı olmama, sorumsuzluk, nadanlık, mazeret değil; suçtur. İçgüdülere uyma (heva), haddi aşma ve tuğyan, zulüm ve hayvanlıktır. Tekebbür-istiğna, kendini beğenme, şeytanlıktır, küfürdür. Müslümanlık, Kur’an’da yüzlerce kez tekrar edildiği gibi “İman ve salih amel” ve amelin, imandan kopmamasıdır.
Taklit, yani içinde doğulan toplumun, tarihin, geleneğin değerlerine körü körüne, sorgulamadan, seçmeden, itiraz etmeden, olduğu gibi uymak, meşru değildir. Kur’an, 23 sene boyunca böylesine katı muhafazakâr-mukallit bir (Hamiyyetu’l-cahiliyye) tutum ile mücadele ederek Müslümanlığı oluşturmuştur. Müslüman âlimlerin bir kısmı, bu gerçeği görüp taklidi “haram” olarak gördükleri halde; çoğunluğu, yeni dönemde kendilerinin mutlak hakikati yorum yolu ile (mezhep) ortaya koydukları zannı ile avama/halka taklidi meşru görmüşlerdir: “Avamın dini, mezhebidir.” Sünnîlik, Şiîlik ve Haricîlik, böylece Müslüman ahalinin “din”i olmuştur. Yani Cahiliye döneminin taklit ve katı muhafazakârlığına kısa sürede yeni bir teolojik ajanda ile geri dönülmüştür. Tıp biliminde olduğu gibi, dinde de “Ulema” grubunun oluşması meşru olsa da; “Koruyucu Hekimlik” ve “Halk Sağlığı” kavramlarında olduğu gibi, asıl olan, herkesin sağlığını koruyup hasta olmaması ve hasta olduğunda da uzman bir hekime başvurma itiyadının herkese kazandırılması ve herkesin, kendini ilgilendiren dini-ahlaki konuları düşünmesi ve bilmesidir. Hz. Muhammed’in söylediği gibi, nihayetinde “Fetva”yı kalbinden/kendinden/vicdanından almasıdır. Öncelikle Kur’an da, aynı şeyi teyit eder: “Hakkında bilgin olmayan şeylerin peşine körü körüne takılma; kalp, göz ve kulak, bundan Ahirette sorguya çekilecektir.” (17/36). “Onlar, sözü dinler, en güzeline uyarlar.” (39/18). Ahirette cehennemlikler şöyle derler: “Şayet akletseydik veya dinleseydik; burada olmayacaktık.” (67/10)…
Muhafazakârlık
a) Politik İçerik: Muhafazakârlık, İngilizce kavramsallaştırılması ile “conservatism”; Fransız Devrimi ve Aydınlanmanın dini değerleri kökten reddetmesine aksülamel olarak, İngiltere’de ortaya çıkmış politik-kültürel bir ideolojidir. Dini değerleri modernitenin değerleri ile sentezlemeyi ve yenilemeyi ifade eder. Kendini sürekli yenilemenin (tecdit-update) ve eleştirellik, kapsayıcılık ve ahlaki mükemmelleşme anlamında “Modernleşme”nin (Tecdit/Yenilenme) mutlak iyiliğine karşı, yine de kültürel-politik tıkanma/donma sonrası için doğru bir tutumdur: Yaratıcı-Organik yenilenme teşebbüsü.
b) Psikolojik Halet-i Ruhiye: Muhafazakârlık, aynı zamanda bir yaşlılık psikolojisidir. Metabolizma yaşlanınca, değişim, dinamizm, yenilenme, cesaret ve risk alma kapasiteleri zayıflar. Katı-Muhafazakârlık, tutuculuk, taassup/cimrilik karakteridir; istifçilik (çöp ev) karakteridir. Bilinçli ısrardan ziyade, kör inattır: “Yedisinde ne ise, yetmişinde de o olma.” Muhafazakârlık bir yenilik alerjisi veya gerçeklik ve olgusallığın dinamizminden kopuş; nostalji, hayal, romantizm ve şizofreni barındırır.
c) Teolojik İçerik: Geleneksel toplumlarda değişim yavaş olduğu için taklit, yani kalabalığa/topluma uymak esastır, güvenlidir, risksizdir. “Taklit ile tok olan, hakikatte açtır.” Tanrı’nın mutlaklığı, dokunduğu insani siferi de –insanların zannınca- kendine benzetir/mutlaklaştırır. Mezhepler böyle oluşur. Bireyler, bireysel sorumluluk üstlenerek, düşünerek, vicdanlarını diri tutarak şuurlu bir şekilde ahlaki eylem tercihinde bulunmaktansa; yerleşik kanaatleri/inançları sürdürmeyi kolayca ve konformist olarak tercih ederler: “İtikat-İbadet-İlmihal Dindarlığı”. Diğer taraftan, kurnaz dindarlar, yükte hafif olan itikat ve ibadetleri, “dindarlık”ın tamamı olarak kodlayıp; pahada ağır olan iman ve ahlakı ıskalar: “Kitleler, Tanrı’yı kandırma peşindedir” (Spinoza).
“Temsil” iddiasındaki kurumsal din bürokrasisinin (din adamları, kilise, tarikat, cemaat, parti, vakıf, dernek…) oluşturduğu “muhafazakârlık” ile sıradan/saf dindarın, avamın, halkın muhafazakârlığı da aynı değildir. Sahici dindarlık, hasbîlik ve muhasibilik iken; muhafazakârlık, ciddi düzeyde hesabîliktir. Müslümanlık amatör ruhu iken; muhafazakârlık, profesyonelliktir. Müslümanlık, çiçek çiçek gezerek bal yapmak iken; muhafazakârlık, hazır şeker yiyerek bal yapmaktır. Muhafazakârlık, “Ne şiş yansın ne de kebap” ve gelin kızın: “Hem giderim hem ağlarım” psikolojisidir. Kur’an’ın deyimi ile: “… ne bunlara ne şunlara bağlananlardır.” (4/143). Tüccarlıktır, kurnazlıktır, din istismarcılığıdır. Muhafazakârlıkta dinsel dil, “…sürekli bir üstünü kapatma aracı olarak işler… Dinsel girişim, ekonomik boyutlu bir girişimdir; ancak, bu niteliğini itiraf etmez; ekonomik boyutunun bir tür sürekli yadsınması dahilinde çalışır.” (P. Bourdieu, Pratik Nedenler. Çev. Hülya Tufan. İst. 1995. s. 202, 206.) Dinin simgesel, sembolik, kutsal kapitalleri/kavramları kullanılarak politik güç, meşruiyet, ekonomik güç, mal, para, rant, itibar, çıkar elde edilir. Kur’an: “İnsan, menfaate aşırı (şedit) düşkündür.” (100/8) der. Marx’ın da toprağı bol olsun; çoğunlukla haklı çıkıyor. Din/İslam, iman ve salih amel-ihsan (adalet-merhamet) ile bu menfaatin “Ahiret”e tecil edilmesidir.
Türkiye Muhafazakârlığı ve MüslümanlıkBatı’ya komşu/sınır olan Osmanlı’nın, katı-muhafazakâr, skolastik, taklitçi/dogmatik, geleneksel ısrarı, Batı’nın meydan okuması, yani Endüstri Devrimi, Aydınlanma, Rönesans, Reform, Fransız Devrimi karşısında sendeleyerek çökmesine sebep oldu. Osmanlı’nın, “Tanzimat” ve “Meşrutiyet” süreçlerinde kendini yenileme/modernleşme çabaları, hayatiyetini sürdürmek için yetmedi. Aydınlar ve askeri-sivil bürokrasi de kendine yabancılaşarak Batı’yı da hakkıyla tanımayan, Batı hayranı, İranlı düşünür S.A. Ferdid’in deyimi ile “Garpzede”, mutasyona uğramış, ne öteki/ne kendi olabilen bir grup, “Devrim” yaparak yeni bir seküler “Ulus Devlet” ve “Çağdaş-Laik” bir toplum oluşturmaya çalıştı. Oysa Batı, kendi yenilenmesini, uzun süre içinde eleştiri-düşünce ile “Kanon”lar oluşturarak, -sunî değil- daha sağlıklı ve organik olarak yapmıştı.
Bu kültür ve politika devrimi karşısında taklitçi-dindar halk yığınları da kendi içine kapanarak, bir içerleme-uçuklama psikolojisi ile bu duruma direndi. 1950’lerden itibaren yönetici/siyasi-bürokratik ekip içinden “Sağcı-Amerikancı” muhafazakâr bir mutasyon daha yaşandı. Askeri bürokrasinin ve CHP’nin kültürel-politik hegemonyası ile mukallit-mütedeyyin halk kesimi arasında arabuluculuk yaptı. 1970’lerden itibaren bu Sağcı-Amerikancı muhafazakârlık içinden merhum N. Erbakan’ın öncülüğünde “Millî Görüş” adı altında “İslamcı (Mücahit)” bir kırılma oluştu. Şairler (N. Fazıl, S. Karakoç, İ. Özel…) ve Şeyhler-Tarikat-Cemaatler, bu oluşuma destek verdi. 2000’li yılların başına gelinceye kadar bu süreçte “Hasbilik” ile “Hesâbilik”in (Köylü-Esnaf kurnazlığı) iç içe olduğunu söylemek mümkündür.
2000’li yılların başından itibaren merkez sağın ahlaki-politik olarak çökmesinden sonra, “İslamcı Millî Görüş”ün içinden “Gömlek değiştirerek” ve kendini “Muhafazakâr” olarak kodlayan “Kazan-Kazan” mantığı ile -sanayi ve teknolojik üretimde tarihsel olarak behresi olmadığı için- daha ziyade “Müteahhit” meşrep (İnşaat-Eser Siyaseti/Rant içgüdüsü) politik bir mutasyon daha yaşandı (AK Parti). Bu mutasyon, aynı zamanda, askeri vesayet döneminde uzun süre “Mürteci-Şeriatçı-Mutaassıp- Örümcek Kafalı” olarak aşağılanan ve ekonomik olarak periferide (yoksul/yoksun) kalmışlar, rövanş almak için bilge bir “Devlet Adamı” arayacak halleri/mecalleri olmadığı için; “Deli Yürek/Çatal Yürekli/Kasımpaşalı-Delikanlı” bir kahraman arıyorlardı; sonunda buldular da (R. T. Erdoğan). Aynı genetiği haiz ikinci-benzer bir mutasyon da, 1980’lerden itibaren “Nurculuk” Cemaatinin içinden F. Gülen’in öncülüğünde “The Cemaat/Hizmet Hareketi” olarak oluştu. Bu iki muhafazakâr mutasyon, işbirliği yaparak “Takiyye” ve “Kumpas”larla (Paralel Yapı) “Askeri Vesayet”e son verdi. Daha sonra da, -Sahabe dönemindeki iç savaş/“Büyük Fitne”de olduğu gibi-teolojileri aynı olmasına rağmen, kendi içlerinde politik ihtilaftan/ihtirastan dolayı çatışmaya girdiler (15 Temmuz). Cemaat, koşulsuz olarak Amerikancıydı; AK parti ise, -haklı gerekçelerle- Amerika’dan, AB’den giderek koparak bağımsızlaşmaya ve Rusya’ya doğru dönmüştü. Siyasi iktidar, Cemaati tasfiye etti (FETÖ). Bu olaydan sonra, işbirliğinin komplo (darbe teşebbüsü) ile bitmesi sonucu; demokrasi, salt seçim/oy sandığına indirgenerek; Parlamento/Meclis, Kuvvetler Ayrılığı, Hukuk Devleti… kavram ve kurumları es geçilerek; “Başkanlık” adı altında ve “istikrar” uğruna, “Hilafet-Saltanat (II. Abdulhamit)” hafızasına ve Atatürk dönemi “Tek Adamlık (Lider)” rejimine tekrar geri dönüldü. Partide, devlette, bürokraside lidere “sadakat” ilke haline getirilerek, “Bölgecilik-Karadeniz” hegemonyası perçinlendi: “Bize her yer Trabzon”. Ülkede bir sürü eğitimli/meslek/ehliyet sahibi genç insan işsiz-güçsüz gezerken; halk deyimi ile: “Karadeniz’de eşeklere bile iş bulundu (Bölgecilik, Akrabacılık, Partizanlık)”. Muhafazakârlık markası altında etnik olarak Türk ve Kürtlere de bazı “Taşeronluk”lar verildi. Lidere sadık olanlar kaldı; diğerleri tasfiye edildi.
Milliyetçiliğin (MHP), mukaddesatçılıktan -erken dönemde- Muhsin Yazıcıoğlu ve -son dönemde- Sinan Ateş tasfiyeleri; merkezlilikten de “İYİ Parti” kopuşu ile yer yer mafyalaşmaya doğru olan mutasyonu (S. Peker, A. Çakıcı), sonunda “Cumhur İttifakı” adı altında Karadeniz hegemonyasına “Yerlilik-Millilik” tekeli altında eklemlendi. AK Parti, “Rabia” işareti ile dış politikada çıkmış olduğu “Ümmetçilik (Yeni Osmanlı, Stratejik Derinlik, Komşularla Sıfır Sorun)” idealinden, reelpolitikanın pis/acı gerçekleri ile karşılaşması sonucu, tekrar “Rabia”nın mutasyonu (Tek Vatan, Tek Bayrak, Tek Millet, Tek Devlet) ile muhafazakâr-milliyetçiliğe geri döndü. Bu arada Türkî Cumhuriyetlerle ilişkiler geliştirildi. Balkanlardaki Osmanlı bakiyesi topluluklar ile sıcak ilişkiler kuruldu. Afrika açılımını da kaydetmek gerekir.
Sonuç
20 senelik muhafazakâr iktidar döneminde başta altyapı (ulaşım, iletişim, enerji) olmak üzere sağlık ve silah teknolojisi ve son dönemlerde üretim alanlarında -yatırım öncelikleri ve ekonomi bilimi açısından doğru veya yanlış- gelişmeler sağlandı. Eğitim, üniversite, kültür, hukuk, mimari, sanat ve din alanlarında ise ciddi tavsamalar, gerilemeler oldu. Sözde ve görünürlükte (Kisve-Cami) din artarken; içerik/mahiyet epeyce boşaltıldı. Hâsılı muhafazakârlık -İngiliz tarzı- kendi geçmişi ve Batı Modernitesi üzerine ciddi bir eleştiri yapıp, düşünceye dayanan bir iman ve vicdan yenilemesi (tecdit-update) gerçekleştirip; özgün bir kültür/kimlik/kişilik/karakter oluşturamadığı için, anakronik taassup/taklit tezahürleri (Tarikat-Cemaat) veya mutasyona uğramış bir kişilik ile ağırlıklı olarak itibar ve kazanç kapısına dönüştü. Muhafazakârların kendi yorumu ile: “Çalıyorlar; ama çalışıyorlar”. İşini/görevini/mesleğini, ibadet saiki ve ahlaki sorumluluk ile yerine getiren dürüst dindarları tenzih ederim.
Kaynak: Farklı Bakış