Muhafazakâr Siyasetin Savrulması

İlhami Güler, karar.com’da “Muhafazakâr Siyasetin Savrulması” başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Muhafazakâr Siyasetin Savrulması

“Kitabına uydurarak” ve “Hile-i Şeriyyeler” ile, “Daru’l-Harp”, “Harp=Hile=Siyaset”, “Takiyye” ve “Ganimet” kavramları ile kendini kandırıp ahlaksızlık, hukuksuzluk yapmak, “savrulma” dan başka nedir?

muhafazakar siyaset

 

“Savrulma” kavramı ile kastımız, ahlak ve hukuk dışına çıkmadır. Ahlak dışına çıkmanın teolojik nedenleri olduğu gibi; hukuk dışına çıkmanın, artı politik ve iktisadi nedenleri vardır. Bu yazıda bunlar üzerinde durulacaktır. Yazı, zımnen veya mefhum-i muhalif olarak Türkiye’de seküler saiklerle siyaset yapanların ahlaki kapasitelerinin kategorik olarak onaylanmasını ima etmez.

 

1-Tarihsel-Teolojik Arka Plan

Tanzimat aydınları, Jön Türkler, İttihat ve Terakki Partisi, Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmesinden, onu deruhte eden dini ideolojinin ve kurumlarının, yani Medresenin, Sünniliğin, Tasavvuf ve Tarikatların, Hilafetin, Şeriatın çökmesini sorumlu tuttular ve Cumhuriyet’i kuran kadro, bu kurumları ilga ederek milliyetçilik ideolojisi ve devrimlerle seküler bir “Ulus-Devlet” kurdular. Mehmet Akif, “Safahat” adlı manzum eserinde ve düz yazılarında bu çöküşü anlatırken; N. Fazıl, kitaplarında ve şiirlerinde devrimcilerin bu çöken dinsel ideolojiye yaptıkları “ihanet”i ve “Şanlı Mazi”ye olan nostaljik bağlılığını terennüm eder.

M. Kemal ve İsmet İnönü “Yerli/Bağımsız ve Milli/Ulusal” idiler. Adnan Menderes, muhafazakârların ilk politik önderi; Necip Fazıl ise, Türk muhafazakârlığının politik ideologlarından biridir: “Bir şapka, bir maymun, bir eldiven ve inkılap (devrim)”. “Surda bir gedik açtık, mukaddes mi mukaddes; Ey kahpe rüzgâr, artık ne yandan esersen, es.” Her ikisi de Amerikancı idi. N. Fazıl’ın Amerikancılığını aşağıdaki cümleleri gayet açık bir şekilde ortaya koymaktadır: “Amerikan politikasını korumakla mükellefiz… Amerikan siyasetini tutmak, biricik yoldur… Amerika’dan nazlı bir sevgili muamelesi görmek, biricik dikkatimiz olmalı. Yoksa bir Amerikan bahriyesinin iki yana açık bacakları arasında mütalaa ettiği kadrodan ileri gidemeyiz. Dış siyasetimizde Amerikan siyaseti ve iç bünyemizde Amerikanizm politikasını kendimize tecezzi etmez bir siyaset vahidine göre ayarlamakta büyük ve her işe hâkim bir mana gizlidir.” (Büyük Doğu, Sayı: 20, 17. 7. 1959)

Muhafazakâr ruh, 1950’ye kadar yer altına çekilerek Cemaat ve Tarikatlarla varlığını sürdürür. 1950’den sonra demokrasi ve çok partili hayata geçişle birlikte Anadolu’nun muhafazakâr ruhu, kendini “Demokrat Parti” olarak örgütleyip siyasete katıldı. 1960’ta da ihtilal ile devrildi ve üç önderi idam edildi. Bu olay, muhafazakârlarda ikinci bir uçuklama ve içerleme yarattı.

Sünniliğin siyasal aklını belirleyen “Fütuhat” olgusu, -kılıç elden düştükten sonra- fiilen sona ermiş olmasına rağmen; “Daru’l-Harp” kavramı hafızalarda mevcuttu. Yeni yönetim meşru görülmediği için, birçok dindar (cemaat ve tarikat), bireysel ilişkilerinde Daru’l-Harp “hukuku”nu uyguladı. Fütuhat, fiilen bitmiş olsa da “Ganimet” kavramı, itiyadı, kodu, kişiliklerde ve bilinçaltında diri idi. Halifelik ilga edilmişti; ancak kavram, kişi kültü olarak (Şeyh, Şair, (Hoca) Efendi, Başbuğ, Lider…) zihinlerde canlı idi. “Harp, hiledir” (Buhari, Cihad- 157) meşhur hadisi, Sünnilikte siyasetin bir tür “harp” olduğu yorumu ve hilenin, takiyyenin, “saman altından su yürütme”nin, siyasette ikiyüzlülüğün, kandırmanın, pusu kurmanın… meşru olduğuna inanılıyordu. Muhafazakârlar, demokrasi oyununa katılmalarının faturasının ihtilal ve idam olmasından sonra, “Siyaset yaparak/Siyasi davranarak” devlete “sızma”ya ve onu “ele geçirme”ye koyuldular.

 

2- “Hizmet Hareketi”- Fetö

Fetullah Gülen, Cumhuriyet’in erken döneminde Said Nursi ve Nurculuğun başına gelenlerden dersler çıkararak, Cemaati için  (Hizmet Hareketi) “Saman altından su yürütme” siyasetini, yani devlete “sızma (takiyye)” yöntemini benimsedi: “Paralel Yapı”. Cemaatin 70’li yıllardan itibaren çıkarmış olduğu “Sızıntı” adlı kültür dergisi, bu politikanın kod adıdır. Hanefilerin geliştirmiş olduğu “Daru’l-Harp Hukuku”nu, devlet ile ilişkilerinde uyguladılar. Bu hukuk, normal şeriat yönetiminde -örneğin, faiz alıp vermenin- “Haram” olduğu birçok eylem ve davranışa “meşruiyet” veren bir hukuktur. Bunun, düpedüz “çifte standart” olması hasebi ile; temel kurucu metinler olan Kur’an ve Hadis ile bir ilişkisinin olmadığı, ayrı bir bahistir. Özetle, “The Cemaat”in “Fetö”ye evrilmesi, özünde Sünniliğin teolojik-ahlaki defoları ile ilgili bir mevzudur. Bu olgu, bütün bir Türk tarihini kesen mistisizmin siyaset içinde yozlaştırılması veya siyasetin, hastalıklı bir şekilde mistisizm seviyesine çıkarılmasıdır.

Politik perspektiften Fetullah’ın Amerikancılığı üzerine laf söylemek zaittir. Said Nursi’nin Amerika sempatisinden geliyor olmalı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra “Yeryüzü Tanrılığı” taslayan (Süper-Güç) Amerika, sekülerlerin ve muhafazakârların melcei olmuştur. Demirel, “Soğuk Savaş” döneminde haddini bilerek her iki gücü de idare etmesini bilmiştir. Özal ise, Menderes’in izinden giderek Türkiye’yi “Küçük Amerika” yapmaya özenmiştir.

 

3- Millî Görüş

Gelelim “Milli Görüş” hareketine. Rahmetli Erbakan, kendi karizması ile bir “parti” kurarak, seküler siyasi elitlerin ve Askeri vesayet yönetiminin uygulamalarına karşı demokratik prosedür içinde mücadele etti. Partilerinin kapatılmasından sonra, asla illegaliteye tevessül etmedi. Onun, “Milli Görüş” kavramı ile kendince “İslam”ı kastettiği bilinirdi. İcraatlarını ahlaki-dini (ibadet) saik ile yapardı. Partililerle özel konuşmalarında ve kamuya karşı söylemlerinde bir “iki dil”lilik mevcuttu: Meşhur “Patates Dini- Gerçek Din” ayrımı. Ancak o, oyunu, Demokrasinin kurallarına göre oynadı. Devleti “ele geçirme” veya ona “sızma” diye özel bir ajandası ve gündemi yoktu. Kafasındaki şeriatı “Adil Düzen” diye dile döktü, program yaptı. Devleti benimsemişti; onunla bir sorunu yoktu; iyi bir “Devlet adamı” idi. “Batı taklitçisi” diye isimlendirdiği seküler siyasi kadrolarla kendi doğruları ile aleni mücadele ediyordu.

 

4- AK Parti

AK Parti’ye gelince, 2000’li yılların başında merkez sağın ahlaki çöküşünden sonra, orayı ikame etmek için, Milli Görüş geleneğinden gelen bazı siyaset erbabının “Gömlek Değiştirerek”, merkez sağdan devşirdikleri tecrübeli politikacılarla kurdukları bir partidir. Partinin kuruluşunda Amerika onayını herkes bilmektedir. Sayın Erdoğan: “Ben, BOP’un eş başkanıyım” diyerek bunu tescillemişti. Parti kurulduktan sonra Liberallerin desteğini aldıkları gibi; bir kısım Kürtlerin, Alevilerin ve Sol-liberallerin desteğini de almışlardı. Buradaki “Gömlek Değiştirme” kavramı, semantik olarak, rahmetli Erbakan’ın, Askeri vesayetçe “İrtica ve Şeriatçılık” olarak gayri meşru görülen “Milli (İslami)” ve açık-anlaşılır dilini terk ederek, “Muhafazakâr Demokrat” bir dil benimsemeyi ifade ettiği gibi; bir yandan iktidar olarak devlet imkânlarından iktisadi olarak nemalanmayı (“Biraz da biz ölelim”); bir yandan da The Cemaat’in “Saman Yolu” yüce(!) idealine varmak için “Saman altından su yürütme/takiyye”  politikasının başarısına öykünerek ve onunla işbirliğine girerek politika yapmayı, devleti ele geçirmeyi ifade eder. Askeri vesayet elimine edildikten sonra, Fetullah, Sayın Erdoğan’ı kendi “Amerikancı-Dindar” politik hedefleri karşısında “engel” görmeye başlayınca, “kavga” çıktı ve sonunda 15 Temmuz darbe girişimine kadar uzandı. Hâsılı, Fetö’yü Amerika’nın Erdoğan’ı -kendi çizgisinden çıktığı gerekçesiyle- tasfiye için kullandığını, sayın Erdoğan biraz geç anladı ve bundan sonra onunla mücadeleye başladı.

İslamcılığın sembolik kapital değerinin zamanla iktidarda kalmaya yetmemesi veya yıpranması üzerine, kendini “Milliyetçilik/Vatanperverlik” sembolik kapitalinin “sponsoru” olarak gören MHP ile koalisyona gidilerek “Cumhur İttifakı” oluşturuldu: İslamcılığın sembolik işareti olan “Rabia”nın yerlileştirilerek “Bozkurt” işareti ile ittifakı.

AK partideki “Cemaat” ve “Tarikat”ler, “Daru’l-Harp” tortusu ile dinsel “Biz”liği kullanarak devlete sızmaya ve devletten “Vakıf” maskesi ile kamu malı elde etmeye (istimal-intifa) çalışırken; “Parti”li “Biz” (partizanlar), devletten ihale, arsa/emlak, iş alıyorlar; yedi sülalelerini -KPSS yetmiyormuş gibi; “sadakat-ihanet” gerekçesi ile özel “Mülakat”la- “iş”e yerleştiriyorlar. Devrimden gelen travmadan dolayı “Devlet”, hâlâ “öteki” olarak görülüp, “ganimet” kodu ile kamu mülkleri ele geçirilmeye çalışılıyor. Partinin tabanının genellikle periferiden, yoksul Anadolu’dan geliyor olması, liderinin “kendinden” olması, “alan memnun, veren/satan memnun” şeklinde pragmatik bir yönetim pratiği ortaya koyuyor. Siyaset, kendini ahlaktan kopardığı oranda, “Hikmet-i Hükumet” olarak güç istencine dönüşüyor.

Partinin, özellikle “Karadenizli-Gürcü” ağırlıklı siyasi-bürokratik kadrosunun ve kamu kaynakları üzerinden rant dağıtan mekanizmasının, bunların dışına çıkmaması, gözlerden kaçmamaktadır. Diğer etnik kökenliler ve bölgeliler, partide biraz “taşeron” niteliğindedir. Resmiyette “Muhafazakârlık”, kendi aralarında “İslamcılık” söylemi, partinin “Kültürel-Sembolik Kapital”idir. (Bourdieu). 20 yıldır bu kültürel-sembolik kapital, politik-ekonomik sermayeye dönüştürülmektedir: “Bize her yer Trabzon”, “Çalıyorlar; ama, çalışıyorlar.”

 

5- Sonuç

Siyaset alanı başta olmak üzere iktisadi ve hukuki alanlardaki ilişkilerin ilkelerini tanzim eden Kur’an ayetleri şöyledir: Anlaşma/sözleşme yaptığınızda Allah’a karşı verdiğiniz sözü/hukuku/ilkeyi yerine getirin. Allah’ı kendinize kefil kılarak pekiştirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın. Şüphesiz, Allah, yaptıklarınızı bilir. -Bir topluluk (Parti-cemaat-tarikat?) diğer topluluktan daha “güçlü” veya “çok” diye-, yeminlerinizi aranızda bir hile ve fesat sebebi yaparak; ipliğini iyice eğirip büktükten sonra tekrar onu çözen-bozan kadın gibi olmayın; Allah, bununla sizi imtihan etmektedir… Yeminlerinizi aranızda hile ve fesat sebebi yapmayın. Sağlamca bastıktan sonra, ayaklarınız kayar da; Allah yolundan sapmanız sebebi ile kötü azabı tadarsınız…” (16/91-92,94). Bu ayetler, mümin-kâfir ayrımı yapmadan; güçlü-zayıf ayrımı yapmadan; her hâlükârda adil ve dürüst olmayı tavsiye ediyor.

Bu teori karşısında “Kitabına uydurarak” ve “Hile-i Şeriyyeler” ile, “Daru’l-Harp”, “Harp=Hile=Siyaset”, “Takiyye” ve “Ganimet” kavramları ile kendini kandırıp ahlaksızlık, hukuksuzluk yapmak, “savrulma” dan başka nedir?

 

Kaynak: Farklı Bakış