Mücadele Mantığı

Yılmaz Günay Yazdı

Mücadele Mantığı

SEBEP-YÖNTEM VE SONUÇLARI

Varlığın üzerinde bina edildiği en temel kaide hiç şüphe yok ki, var olma, varlığını gösterme ve kanıtlama, kanıtladığı bu varlığını sürdürüp kabul ettirme; zamanın, mekanın ve her türlü durumun tüm zorlayıcı ve olumsuz şartlarına rağmen bu varlığını ayakta tutmayı başarabilme olgusudur. Bu durum sadece biz insanoğlu için değil tüm varlık alemi için de bir zorunluluk halidir. Aynı şekilde bu gerçeklik bir güç meselesidir. Yani varlık ve varlığın devamı bir güç mücadelesi meselesidir. Gücün sınır ve kaideleri bu mücadelenin “ne için” ine cevap verdiği gibi “nasıl” ına da cevap veren en belirleyici etkendir. İster canlı isterse cansız olsun tüm varlıklar alemi bu soruların kendi türsel ve bireysel şartlarına uygun cevapları dahilinde varlık mücadelesine girişip savaşımını onlara göre sürdürür. Lakin sadece biz insanoğlu bu genel kaidenin dışında hareket etme kabiliyetine / kabiliyetsizliğine sahibiz ve bazen akıl, mantık ve varlığın üzerinde bina edildiği her türlü kaideyi hiçe sayarak tam bir yoksunluk durumu sergiliyoruz.

Rüzgar tepede bulunan taşı aşındırma mücadelesi verir. Taş ise rüzgara karşı ayakta durma, aşınıp toprak olmadan varlığını devam ettirme mücadelesi verir. Aslan ceylanı var gücüyle kovalayarak yakalama ve yakaladıktan sonra yiyerek gıda ihtiyacını karşılama ve bu şekilde hayatta kalma mücadelesi verir. Ceylan ise her zaman tetikte olarak ve aslan peşine verdi mi tüm hünerini devreye sokarak aslandan kurtulma ve varlığını devam ettirme mücadelesi verir. Varlığın devamının temel olgusu budur. Ve bu kaideden azad olan hiç bir varlık yoktur. Kimi varlıklar, ister sünnettullah diyin isterse doğal kanunlar diyin, bunu varlıklarının ve tüm varlığın temel ilişkisi içinde bilinçten yoksun olarak yapar. Kimi varlıklar da dürtüsel ve genetik donanımın gereği olarak bu mücadele kuralına uyar ve böylece hayatını devam ettirir.
Varlık dünyasında insan da bir varlık olarak bu kaide içindedir. Yani tüm varlığın tabi olduğu bu yasa insan için de geçerlidir. İnsan hem tür olarak buna tabidir ve hem de toplumsal var olma ve aynı şekilde bireysel var olma kaideleri olarak bu yasaya tabidir. Varlığın var olması noktasında gerek kadim feylesoflar ve gerekse modern düşünürler bir çok şey söylemiş; gayet detaylı ve her biri kendi sistemi içinde tutarlı sözler söylemişlerdir. Biz bu kısa çalışmada işin o boyutu içine girip konuyu dağıtmak istemiyoruz. Asıl üzerinde durmayı düşündüğümüz nokta varlığın var olma ve varlığını devam ettirebilme mücadelesidir.
Dediğimiz gibi varlığın tarihi birbiri ardın sıra gelen mücadeleler tarihidir. Ve varlığın varlığı devam ettiği sürece bu mücadele hiç bir zaman durmaz, bitmez ve anlamını da yitirmez. O tepenin başında o taş, taş olarak orada durduğu sürece rüzgara karşı bir direniş örneği olarak ayakta durur. Atmosferde hava denilen olgu ve hava hareketleri denilen sistem var olduğu sürece de rüzgar o taşı aşındırmak için eser. Ta ki ya atmosferde hava bitene ya da taş aşınıp toprak olup yok olana kadar. İki taraftan biri gerçekliğini ve varlığını yitirene değin bu devam edip durur.
İnsan türü bu mücadelenin ortasına düşmüş bir varlıktır. Ve sahip olduğu birikimi ve türsel donanımları, onun bu mücadelesinin hem daha çetin geçmesine sebep oluyor ve hem de daha çetrefilli ve daha büyük zayiatlarla, daha doğru bir ifadeyle, daha korkunç bedellerle geçmesine/geçirmesine sebep oluyor. Çünkü insan hem tür olarak varlık mücadelesi verir. Hem de insan türü içinde bir varlık mücadelesindedir. Bu iki mücadele olgusundan daha çetini ise insan türsel donanımları veya donanımsızlıkları konusunda en zayıf ve hatta en gariban varlıktır. Sanıldığının aksine insanın akıl olgusu onun bu mücadele içindeki gücünün değil zayıflığının bir durumudur. Varlığın geneli mücadele gerekliliği ve yöntemi donanımıyla donatılarak vardır. Bu donanım onun varlığının var olmasının bizatihi bir sonucu ve gereklilik bütünlüğüdür. Taş sertliliğiyle taştır. Rüzgar aşındırmasıyla rüzgardır. Oysa insan bu mücadele sahasında çırılçıplaktır. Onda ne mücadele olgusu vardır ne mücadele gerekliliği ve ne de mücadele mantık ve yöntemi vardır. İnsan bu manada nötrdür. Yeni doğan bir bebek sadece vardır. Acıkır ama acıkmanın ne olduğunu bilmez, üşür ama üşümenin ve ya ısınmanın ne olduğunu bilmez. Acı çeker ama acı çekmenin ne olduğunu ya da acısız bir varlığın ne, nasıl olduğunu bilmez. İnsan türü herşeyi sonradan ve çoğunlukla tecrübeyle öğrenir. Psikologların refleks dediği şeyin yapılış mantığını da bilmez. Bunları da sonradan öğrenir.
İnsanın bu mücadele yolculuğu işte bu nötürlük yüzünden varlık dünyasının en çetrefilli mücadelesidir. Bir de insanın varlık dünyası içindeki mücadelesi bir yana bundan belki daha çok zoru insanın hemcinslerine karşı verdiği tür içi mücadeledir. İnsanlık tarihi ilk kurbanını bu tür içi mücadele sonucunda vermiş ve yaratılmış tüm insanlar içinde belki de en büyük kaybı bu mücadele içinde olmuştur. Gerek doğrudan ve gerekse dolaylı olarak insanlık çok ama çok büyük bedeller vererek bu mücadeleyi vermiş/veriyor ve aynı şekilde verecektir.
O zaman asıl sorulması gereken soru şudur:
İnsanın verdiği bu mücadelenin mantığı bu ise yöntemi nasıl olmalıdır?
Mücadele sanıldığının aksine bir iktidar mücadelesi değildir. Elbetteki iktidar olma, gücü ele geçirme ve hükümranlığını yayma mücadelesi de var ve bunun örnekleri de çoktur. Tarih sayfaları bunun örnekleriyle doludur. Lakin göz ardı etmemek gerekir ki her iktidar ve hegemonik her emperyal güç kendi tarihsel serüvenlerinin ilk aşamalarında aslında bir varlık mücadelesi vermiş ve onun sonucu olarak bu aşamayı geçip hegemonya mücadelesine girişmişlerdir. Ki bu da varlığını devam ettirme mücadelesidir. Yani bu genel kaidenin dışında değildir. Tam da bu noktada şunu belirtmek gerekir ki mücadelenin boyut ve kapasitesi mücadelenin mantığını ve dürtüsel kökenlerinde bir değişiklik yapmaz. Belki sadece yöntem ve sonuçları üzerinde bir farklılık yaratabilir. Aç aslanlar sürüsünün toplu halde bir ceylanı kovalamasının altındaki sebep aynı şekilde burada da mevcuttur. Varlığını kanıtlama/koruma ve devam ettirme mantığı.
Hayat doğası gereği hiç bir şekilde tek pencereden görülebilecek kadar basit ve sade değildir. Her olayın ve her aşamanın nasıl ki bir çok etken, sebep ve süreci varsa insanın gerek varlıklar ve zamana karşı ve gerekse tür içi mücadelesinin de bir çok izah ve sebebi vardır. Biz bu mücadelenin meşruluk ve gayrı meşruluğunu irdelemiyoruz. Elbette ki bir çok olumsuz sebepler sayılabilir ve her mücadele noktası kendi içinde noktasal olay olarak ayrı ayrı irdelenip bir çok olumlu ve olumsuz tahlil yapılabilir. Bunlardaki olumluluk ve olumsuzluk noktaları da herkesin durduğu yer itibariyle yaptığı çıkarımların noktainazarından gelir. Biz burada bu mücadelenin bir varlık ve varlığın devamı mücadelesi olduğunu izaha çalışıyoruz. Hegemonik güçlerin girdiği savaşlar da bu mantıkla yapılır, her şeyi elinden alınmış, takatten düşürülmüş mustazaf bir topluluğun imkansızlıklar içinde başını az buçuk kaldırmaya çalışması çabası da aynı mantıkla yapılır.

Buraya kadar işin teorik izahı anlaşılmış olup asıl mevzuya girmek gerekir. Okuyucudan ricamdır bundan sonraki kısmı öğretilmiş tüm kavramsal kısıtlamalardan ve şartlandırılmış tüm önyargılardan, peşin kabullerden bir an da olsa sıyrılarak okumalarıdır. İdeolojik ve ya dinsel ön kabuller ve rahmetli Ali Şeriati’nin sözünü ettiği dört zindandan zihnini ve kalbini sıyırarak okumanızı istirham ediyorum. Çünkü bu kırk yılı aşkın bir süredir bu konuya yorduğum kafam ve ömrümün varmış olduğu noktadır ve bir çıkmazın içindeki hayatın ve gidişatın bir çözümü olarak ulaştığım menzildir. Biliyorum hem beni tanıyan ve hem de beni tanımadığı halde öğrenilmiş ya da öğretilmiş bilgilerin doldurduğu zihinlerin kabulü zor olacaktır. Ama tüm öğrenilmişlerden ve genel kaideden kendini sıyırmayı başaranların hak vereceklerine inanıyorum. İnşallah birileri bunu daha çok geliştirip insanlığın önüne üçüncü bir yol olarak sunarlar. Ve inşallah insanlık girdiği bu çıkmazdan bir an evvel kurtulur. En azından insanlığın benim tarafında durduğum güçten düşürülenler kesimi bunu anlayıp bir yol olarak benimser.

Yukarıda da dediğimiz gibi insan türü bu dünya serüveninde verdiği ilk bedel tür içindeki varlık mücadelesinin bir sonucu olmuştur. Kabil varlığını kanıtlama ve var olduğunu/ varlığının bizatihi bir değer ve anlamının olduğunu hem babasına ve hem de yaratıcıya göstermek için bir mücadeleye girmiş ve bu mücadele sonucu karındaşının kanını akıtmıştır. Bu mücadele ve sonucu insan türünün tür içi ilk mücadelesi ve ilk bedelidir. Bu olayın mantığını daha sonra yeniden irdeleyeceğiz. Şimdi tarihte bir yolculuğa çıkalım.
Kadim zamandan bu güne değin insanın varlık mücadelesi temel olarak iki yol üzerinde olmuştur. Pazu gücü ve dil gücü.
Mücadelenin şekil ve sürecini belirleyen ana etken insanın bu iki yoldan birine şartlanmış halidir. Mücadele derken insanın aklına gelen ve tarihsel süreç içinde hep bu iki yoldan birini seçmiş ve ona göre sonuçlar almıştır. Ve de giriştiği bu mücadele çeşidine göre de bedel ve kazanımlarla karşılaşmıştır. Biz önce bu iki yöntemin üzerine durup irdeleyeceğiz sonra da kendi önerimiz olan üçüncü yolu izaha çalışacağız. Önümüzdeki hafta pazu gücüne dayalı mücadeleden devam edeceğiz.

 

Kaynak: farklı Bakış